İstanbul’un kültür-sanat takviminin yıllardır vazgeçilmezi olmuş ve on yıllardır sinema sektörünü ve izleyicileri buluşturan İstanbul Film Festivali, Türkiye’nin dört bir yanındaki boykot çağrılarının kültürel ayağının farklı bir boyutunda yer aldi. Birçok dünya çapında yıldızı ve yönetmeni Türkiye’nin kültür başkentine getiren festival, Türkiye’deki lubunyaların dertlerinin görmezden gelinmesinin hedefi haline geliyor. Sesleri giderek daha çok kısılan İstanbul’un kuir sahnesinin kültür-sanat alanındaki kendini buluşlarının engellenmesi (bir nevi sansürlenmesi) de haliyle engel oklarının sivrilmesine olanak tanıdı. Üstelik tekelcilikle suçlanan festival henüz bu söylemlerin üstünden kendiyle çelişmeyen bir açıklama yapmadan çıkmış gibi gözükmüyor.
İstanbul’un kültürel mirasına senelerdir katkı sağlayan Murat Abbas ve Mahir Polat gibi isimlerin tutuklu olduğu bir gündemde halkı filmlerde buluşmaya çağıran festival tepki çekince, zaten bir süredir akılcı eleştirinin odağına gelmiş bir organizasyonun neden boykot edildiğine dair soruları da tekrar gündeme yansıdı. Festivalin on yıldır kuir İstanbullulara olanak sağlayan ve bir anlamda birlikte direnişi güçlendiren seçkisi “Nerdesin Aşkım?” bölümünün İKSV tarafından kaldırılmasına ilk büyük tepkiyi İstanbul Onur Haftası Komitesi göstermişti.

Giderek görünürlükleri kısıtlanan lubunyaların haklı öfkesi sosyal medyada da ilgi topladı, birçok sinema yazarı da boykot çağrısında bulunarak festivali eleştirmeye devam etti. Geçtiğimiz yıl ulusal yarışma programlarını festivalden çıkaran organizasyon, sansürün görünmez bir uygulayıcısı mı yoksa Türkiye’de sanatın güç ve sermaye ile oluşturduğu doğal bileşenin bir yansıması mı henüz kesin bir yargıya varmak mümkün olmasa gerek. Öte yandan Türkiye’de 2025’in “aile yılı” ilan edilmesi ve festivaldeki kuir bölümün seçkiden kaldırılmasının aynı düzlemde uygulanması da akıllara tek bir cevap varmış gibi durmuyor da değil.
(Yine bu yazıyı yazdığım sırada İKSV’den bir açıklama metni daha geldi ve gelecek yıl seçkide “Nerdesin Aşkım?” bölümünün tekrar festival bünyesinde olacağı açıklandı, tepkiler sonuç buldu diyebiliriz fakat mücadele burada bitmiş gözükmüyor)
Bir rejimin varlığını sürdürebilmesinin en temel unsurlarından biri olarak görebileceğimiz kültür ve sanatın kontrol haline alınması da artık kimin eğri kimin doğru oturduğunu anlamaya çalıştığımız şu günlerde bir karşılık buluyor olsa gerek. Seyirci kitlesini “muhalif” bütünün oluşturduğu halkın bu tür tepkiler vermesi de en azından uzun vadeden değişimlere yol açacaktır. Daha taptaze bir örnek ve dayanışma mücadelesi olarak Muse’un İstanbul konserini gelen geri dönüşler üzerine gelecek seneye ertelemesi sektörde sesimizi çıkardıkça değişimin geleceğine dair en güzel göstergelerden bir tanesi olmuştu.
Kültür-sanat üretiminin ve bağımsız eleştirinin daimi faktör olarak kalması gereken her ortamda sansüre karşı çıkıyor ve lubunyaların daha özgür ve kilitlerden arınmış nefesler alabilmelerini temenni ediyoruz. Boykot çağrısının siyasi boyutunu da düşünerek kültürel alanda da değişime destek vereceğini düşündüğümüzden kuir İstanbulluların duruşunun yanında destek olmakta hiçbir sakınca görmüyorum.