Düzinelerce rafta milyarlarca tarih kitabımız var, kelimelerinde geçmişimizi saklıyoruz. Rehberimizde alfabetik isimler listesi var, bir ümitle ileriye devrolmasını umduğumuz arkadaşlık ilişkilerini saklıyoruz. Dört duvarımız var, içinde huzurumuzu saklıyoruz. Sadece muhafaza etmek anlamında da değil. Kafatasımızın mahremiyetinde düşüncelerimizi saklıyoruz. Mimiklerimizde gerçek niyetlerimizi saklıyoruz. Çoğu zaman ben kimim sorusunda kendimizi kendimizden saklıyoruz. Bu alışkanlığımızı tahlil edince, inancın etrafına surlar dikip gizem dinlerini var etmemiz bir güdü gibi kabul edilebilinir.
Çünkü belli ki önem verdiklerimizi saklama eğilimindeyiz. Ve inanç da bilgi de bizim için kıymetli şeyler. Özellikle de imkanların bu kadar gelişmediği eski çağlarda, bilgiyi edinmek için ülke değiştirmeli, çöller aşılmalı, değme düşünürlerin öğrencisi olabilmek için hayati riskler alınmalıyken sakınılmasını da anlamak lazım. O varlığıyla derde yokluğuyla yaraya dönüşen; tohuma, avantaja, statüye veya paraya çevrilebilen; yeri geldiğinde de bizi kurgunun ötesine, aldatmacalardan sıyrılmış öte alemlere davet eden tatlı ekşi bir nar tanesi adeta.
İlk yazıda da inisiyasyon aşamalarının gizli tutulmasının nedenlerine dair kategorileme yapmıştım, konuyu baştan takip etmek isteyenler için o da şurada. İkinci yazıyla yarım kalmışlığı tamamlayalım, yüzyıllar sonra bugün halen kurgu ve kurgu dışı pek çok esere ama en önemlisi güncel inançlara bile yansıyan gizem dinlerinin gölgelerine sokulalım isterim. Hepsini işlemek hem uzun hem üzerlerindeki gizlilik tedbirinden dolayı zor olduğundan, üç tanesini seçtim. Aynı coğrafyalarda geçtiklerinden birbirlerini etkileyip büyüten, dönüştüren inançlar üçü de. Konuyu daha iyi kavramak açısından önce mitlere sonra basamaklarına yer vereceğim. Başlayalım mı?
Eleusis Gizemleri
Eğer mitoloji insanlığın kıyılarına biriken kültür çökeltileriyse- ki bence öyle- bu bizim hakkımızda öncelikle şunu söyler: Kan dökmeye, dehşetli maceralara, entrikalı kumpaslara ve dramatik aşklara bayılıyoruz! Bunu kanıtlayan birinci mitoloji de şüphesiz antik Yunan. Yunan mitolojisinin deseni kaos yumağından örülür. Kahramanlarını dağları yerle yeksan eden görevlerle süründürür, halkları bin bir musibete gark eder, kaderin himayesinde tanrı ve tanrıçalarına bile neler çektirir neler! Eleusis gizem dini istisna olmamayı geçin, baş temsilcisi olabilir yürek söktüren kıyımlarının. Mitimizde Hades’in Zeus’la anlaşıp Persephone’yi kaçırmasıyla harap edilen Demeter ve kızı olurken, insanlar da ara yerde kıtlığa kurban giderler.
Çünkü bir elmanın yarısı olan anne- kız, toprağın bereketini simgeleştirdikleri için ayrılmaları, ekinlerin kazmayla bağrı yarılan topraktan patlamaması demek, kuraklık demektir. Ki boş kalacak mideler paralel evrenlerde dahi trajik bir konudur, eminim. Ayrıca genç kızların evinden ayrılıp yabana, ev kurulmayasıca yüksek tepelere gitmesinin sembolik hüznü vardır arka planda. Yani hem bahar mevsiminin gidişine ve kışın zorluğuna yakılan ağıt, hem evlilik yoluyla gelen hasret teması, iki güçlü kolonu Demeter kültünün. Mite yabancıysanız sizi şuradaki ufuk açıcı yazıya yönlendirmekten mutluluk duyarım. Ben biliyorum diyenlerdenseniz de tam gaz devam edelim.
Yalnız konumuz gereği çerçevenin uzandığı yerlere birkaç ekleme daha lazım. Bu eklemeleri Demeter’e Hymnos adlı 495 dize uzunluğundaki MÖ. 7. yüzyılda yazılmış şiire borçluyuz. Öncelikle kızına ne olduğunu anlayamayan güzel örgülü Demeter’in, Zeus’un taş kalpliliği yüzünden kara urbaları çekip dokuz gün dokuz gece, aç susuz elinde bir meşaleyle antik toprakları arşınlaması gerektiği bilgisini düşeyim. Bu süreçte tenine su bile değmez evladının derdindeki zavallı tanrıçanın.
Her şeyi duyan Hekate ve her şeyi gören Helios’tan ayrıntıları öğrendikten sonraysa, şimşeklerin tanrısına rest çekip kendini Eleusis şehrindeki bakireler kuyusunun yanına atar. Mitleri sembolizm geçit töreni olarak görenler için, burada bir es. Haliyle bakireler kuyusunun yanına çökmüş yaşlı kadın kılığındaki Demeter, kızından evlilik yoluyla ayrılmış bir anneyi temsil ediyor. Belki biraz da gençlik ve yaşlılığın tezatlığında, kadınların doğumdan ölüme giden yaşam çizgisini. Mitleri çift anlamlarıyla okumak her zaman çok keyifli.
Yalnız hikayemizde tam gözlerimiz dolacak, ayrılık figanlarına kapılacağız derken, hiç de öyle olmaz. Mitin acıdan sonra da devam edilecek bir şeyler var dediği kısım burası. Çünkü merhamete gelen kader, tanrıçanın karşısına kralın kızlarını dikiverir aniden.
Demeter, bu kızların sayesinde saraya girip Iambe adındaki hizmetçinin şakalarıyla da kahkaha atar. Buruk bir kahkahadır belki ama tanrıçanın bereli yüreğini bir nebze de olsun dağlar. Bundan sebep, gizemlerden ayrıca kutlanan Haloa festivaline, kadınların kendi aralarında ayıplı şakalar yapıp güldüğü kısım eklenir hatta. Acılara kara mizahla pansuman yaptığımız bir kültürde, seni çok iyi anlıyorum Demeter.
Sessizliğini bozan tanrıça, hazır ağzını açmışken emriyle arpa, nane ve sudan oluşan kykeon adlı karışımı içerek orucunu da sonlandırır. Giden bir hayatın acısını ancak yenisinde teselli edeceğini anlayan buğday saçlı, kraliçe Metaneira’nın oğlu Triptolemus’a bakıcılık etmeye motivedir artık. Yalnız işine bir tanrıça standartı getirmek istemiş olacak ki, bebeği ölümsüz yapmak için ona Olymposluların yiyeceği ambrosiayı verir süt yerine. Ve ölü derilerinden kurtulsun diye, topuğundan tutarak yanan odunların üzerine yerleştirir düzenli olarak.
Elbette yapılan tüm işlemler gizli, yoksa hangi annenin yüreği razı gelir ki bebeğinin ateşler üzerinde gezinmesine? En azından Metaneira’nınki gelmezmiş ki bir gün vaziyeti görünce, saniyesinde çığlığı basıp tanrıçayı kızdırır. Yani bu mitte de kısık ateşte çocuk büyütmeye alışkın olmadığımız için kıl payıyla ölümsüzlüğü kaçırmış oluruz. Ama neyse ki çekip gitmez tanrıça, aksine kendi adına tez vakitte bir tapınak ve sunak yapılması emrini verir Eleusis halkına.
Mitin bundan sonraki kısmı kıtlıktan tapınacak kişi bulamayan Zeus’un telaşını, Hades’in nar yedirme kurnazlığını ve anneyle kızın ancak yılın belli bir zamanında kavuşabilmesini kapsıyor Yağmur’un yazısındaki gibi. Yalnız arada verdiği sözü tutan Demeter, Eleusis tapınağına girip başta kendi baktığı çocuk olmak üzere müritlerine tarımın sırlarını ve gizem dininin basamaklarını öğretiyor. En azından dinin efsaneye dayanan başlangıcında bu şekilde gelişiyor olaylar.
İnisiyasyon Basamakları
Bir önceki yazıda inisiyasyonlar mitolojik olayların yeniden canlandırılması demiştim ya, Eleusis törenlerinde de tam olarak böyle işliyor süreç. Sekiz bayram kutlanıyor tanrıçanın anıldığı. Bunlar sırasıyla Proerosia, yalnızca kadınların katılımına açık Thesmophoria ve Haloa, Khloria, Mikra Mysteria, Thargelia, yine kadınlar arasında kutlanan Skira ve Makra Mysteria. Bize küçük gizemler ve büyük gizemler olarak çevireceğimiz ikisi lazım.
Küçük gizemler yılda bir kez, çiçeklerin gelişini haber veren Mart ayında yapılan oruç tutma, perhize girme, kurban kesme gibi her dinde olan genel geçer ritüelleri kapsıyor. Baş sorumlu ise gizem dininin yöneticisi kabul edilen Mystagagos adlı uygulayıcı. Ve bunlar bir fragman. Esas ritüellere hazırlık görevi gördükleri için Persephone gizemleri olarak da biliniyorlar. Törene katılmanın getirisi ise bir senelik bekleme listesine girmek. Çünkü buradaki inisiye adayları ancak gelecek sene yapılacak olan büyük gizemlere katılmaya hak kazanıyorlar.
Büyük gizemler ise hakkında bilgi ifşa etmenin affedilmez suç demek olduğu kısımdalar. İçlerinde iki önemli bölüm var: Telete olarak adlandırılan gizem dinine giriş ve tanrıçayı seyretmek anlamındaki Epoteia. Her şeyin başlaması ve bitmesi ise sekiz gün.
Bereket festivalimizin açılışı, eylül ayında Eleusis şehrinde toplanan bir kalabalığın Atina’ya doğru, içlerinde kutsal nesnelerin olduğunu düşündüğümüz Hiera adı verilen sepetleri taşıyan rahibelerin eşliğinde yürüyüşe başlamasıyla olur. Yol üzerinde katılanlarla birlikte epeyce katlanır sayıları. Tören coşkusuyla kilometreleri birlikte aşan alayın bitiş çizgisi, Atina’daki rahip heyetinin önüdür. Sepetteki kutsal eşyaları özel bir alana bırakarak dağılırlar. Ertesi günse, agoradaki konuşmayla gizem dinine kabul edilecek adaylar çağrılır; bunlar elleri temiz, Yunanca konuşabilen ve suç kaydı bulunmayan kişilerden seçilir.
Tabii suyla arınma ritüeli her dinde olduğu gibi burada da var, bir önceki yazıda bahsetmiştim; ilahi huzura çıkmadan önce ruhun da bedenin de arınması gerek ki günahlar ağırlık yapmasın. Bu iş için denizi tercih etmişler Eleusisliler. Ve denize inerken kurban etmek üzere, kanlarının çokluğuyla bereketi katladıklarına inandıkları domuzları almışlar kucaklarına.
Beşinci güne varıldığında, Zeus ve Hera’nın kıskançlığına kurban edilen bir çocuk tanrı olan, parçalanıp yeniden yaratılan Iacchus’u anarak,-kökeni Dionysos’a bağlantılı mitlerden yalnızca birisidir aynı zamanda– ellerinde onun heykeli ve kutsal nesnelerle yeniden toplanan alay, Eleusis şehrine geri döner. Burada da arınma ritüellerini tamamlayıp akşama dek oruç tutar ve güneşi batırırken, Demeter gibi kykeon karışımını içerek oruçlarını bozarlar.
Şehir değiştirme ve orucu açma kısmına kadar yaşananlarla Demeter’in kızını arama çilelerini çekerek, tanrıçanın safında durduklarını anlamışsınızdır. Ancak törenin bundan sonrasında, Demeter tapınağının içinde gerçekleştirilenler hakkında bildiklerimiz sınırlı. Töreni yöneten rahip ve rahibe, tanrısal evliliği sembolik olarak yeniden canlandırıyorlar yazılanlara bakılırsa.
Yeni katılımcılarınsa girişte söylemesi gereken bir parola var: ‘Oruç tuttum, kykeon içtim, kapaklı kutudan aldım, görevimi tamamladım. Sepete yerleştirdim ve sepetten de tekrar kutsal kutuya.’’ Muhtemelen kastedilen, hieralar içerisinde taşınan kutsal nesneler. Özetle katılımcıların Demeter’in arayışını meşaleler tutarak taklit ettiği ve Persephone’nin yer altından çıkarak yeryüzüne bereketi tekrar getirdiği kabul edilen bir ritüel. Olan biten, etkileşimli bir tiyatro gösterisiymiş benim anladığım. Kabahatliysem bağışla beni Demeter ama hiç sanmıyorum!
Son olarak tanrıçanın göründüğü iddia edilen kısımda, kutsal nesneler tekrar ortaya çıkartılır ve inisiyeler ellerindeki içecekleri yere dökerlermiş. Bu yolla bereketin toprağa geri saçıldığına inanılıyordu belki de. Eleusis gizem dininden arta kalanlar bu şekilde. Kıssadan hisse, kolektif yaratıcılıkta sınırımız Neptün’ün yörüngesi falan.
Mithraizm
Tapınıldığı yere göre Mitra ve Mihtras olarak da isimlendirilen Mithra’nın, kalıntılarını İsa’ya geçirdiğini söyleyen araştırmacılar az değil. Ortaya çıktığı ilk kültür, henüz Hint ve İran halkları birbirinden ayrılmamışken var olan Ari adlı topluluk. Ancak adının geçtiği ilk belge Anadolu’da, Mitanniler ve Hititler arasında yapılan bir anlaşma. Yayılım alanının genişliğini sırf bu saydıklarımla anlayabilirsiniz.
Sözleşmedeki bahsediliş şekline göre ittifak, yemin ve anlaşmaların dolayısıyla ezeli çıkarların bekçisi. Aynı zamanda yalanın ve karanlığın düşmanı, savaşçıların koruyucusu, yaşama bereket veren tarzı havalı unvanları da eklemiş özgeçmişine. Hiçbir mitolojide iyi çocuk imajından ödün vermemiş.
Bakın bilinirliği konusunda ciddiyim; Hintlilerin kutsal metinlerinden Rigveda’da da var, Zerdüştlüğün kutsal kitabı Avesta’da da. İran’ın eski halklarından biri olan Medlerin Magi adı verilen rahipleri aracılığıyla Mezopotamya’dan Avrupa’ya dek tapınılan bir tanrı o. Arada bulunduğu kültürlerden de yararlanıp rollerini genişletiyor haliyle. Mesela yıldızları okumayı seven Keldani halkından dolayı astroloji bilgisiyle harmanlanıp semavi alanı da kapmış kendine. En popüler olduğu dönem ise imparatorluk askerlerinin sırtında yükseldiği, MS 3. yüzyıl Roma’sı.
Roma’daki mitolojinin anlatımına göre Mithra, bir kayadan genç bir yetişkin olarak doğar. Ve doğar doğmaz güneş tanrısı Sol İnvictus’un emriyle, bir boğayı yakalamaya çalışır. Dizginlenemez bir güç olarak görülen boğayı boynuzlarından tutup öldürür. Gizem dininin en ikonik bir anıdır zira mithraizmle ilgili neyi araştırırsanız araştırın, karşınıza illaki çıkar. Bu anahtar sahnede kurbanla bereket elde etme teması tekrar sunulur, mitler farklı niyetler aynıdır. O kadar ki heykellerinde, boğa kurban edilirken kuyruğundan buğday başaklarının çıktığı görülür.
Sağ ve solunda ise Cautes ile Cautupates olarak adlandırılan meşale taşıyıcıları bulunur. Birinin elindeki meşale gökyüzüne bakar ve ilkbaharı işaret ederken diğerinin ki yer altını yani sonbaharı gösterir. En sonunda kurban ettiği boğayı Sol İnvictus’a yemek olarak sunan Mithra, onun gökyüzüne sürdüğü arabasının peşine takılarak güneşle birleşir.
Kimi yorumlara göre tanrıyla insanın arasını bulan bir peygamber bile kabul edilir Mithra. Doğduğu gün olarak kutlanan 25 Aralık tarihinin de İsa’nın doğum kutlamalarına çevrilmesi hoş bir tesadüf müdür, kilisenin akılda kalma hamlesi midir yoksa milattan önceki çağlarda gelişen bahara giriş şenliklerinin kalıntısı mıdır siz seçin.
İnisiyasyon Basamakları
İşitebileceğiniz en kanlı ve vahşi ritüellerin Mithraizm’de olduğu söylenebilir, ben de kefil olurum. Bunu kanıtlarcasına kısıtlamaları da diğerlerinden fazladır zaten. Kadınların alınması yasaktır bir kere, tapınanların çoğunluğunu da askerler oluşturur. Ayrıca Mithra’nın yoluna girenler başka dine başvuramazlar.
İbadet için seçildiği yerle bile belli eder katılığını. Tanrı kayadan çıktığı için Mithraeum adı verilen mabetler ya bizzat mağaralar ya da mağara şekli verilmiş binalardan ibarettir. Yetmezmiş gibi mağaralarda ışık düşürebilecek açıklıklar nadir bulunur. Bununla amaçlanan ise karanlığa mahkum olarak ışık tanrısının kıymetini bilmek ve heykelinin yüzündeki gülümsemeye odaklanmaktır. Tamam anladık, en adanmış sizsiniz demek istiyorum müsaadenizle!
Bitmedi, astrolojik ilgiyi yansıtacak şekilde mağara tavanlarına takımyıldızlarını işleyip, duvarlara da ayin sembollerini kazımışlar. Bu semboller arasında dört elementi simgelediği düşünülen yılan, kuzgun, kadeh ve aslan çizimleri de var.
Mithraizm’le ilgili bilgileri özellikle Ostia Mihtra Tapınağı ve önemli bir kısmı kayıp olan Paris Papirüsü’nden elde ediyoruz. Öğrenilen ilk şey de şu: Mithra’nın yoluna baş koyanların cesaretlerinden başka güvenceleri yok! Külte kabul sahnesi oldukça çarpıcı. Kabul edilecek aday, elleri ve gözleri bağlı ve çıplak bir şekilde karanlık mağarada diz çöküyor. Etrafına çember oluşturan kalabalık; yırtıcı hayvan sesleri çıkartarak dans edip, garip hareketlerle adayı tedirgin etmeye çalışıyor. Bu sırada Frig başlıklı bir Magi, kanlı bir kılıcı üzerine doğrultuyor ve sembolik bir cinayet işlemiş oluyor! Bir zamanların kırsalında bir mağarada neler dönüyormuş neler!
Yine Ostia Tapınağı’ndaki resimlerden öğrendiğimiz kadarıyla inanç yedi aşamalı. Tüm gizem dinlerinden daha ayrıntılı olduğu söylenebilir. Her bir basamak aynı zamanda inisiye olan ruhun geçmesi gereken gezegenlerle geliyor: Kuzgun (Corax) Merkür’ü, Gelin veya Peri (Nymphus) Venüs’ü, Asker (Miles) Mars’ı, Aslan (Leo) Jüpiter’i, Pers (Perses) Ay’ı, Güneş’in Ulağı (Heliodramous) Güneş’i ve Baba ( Pater) ise Satürn’ü betimliyor. Aşamalar için özel kostümler ve başlıklar bile hazırlanıyor.
Ne yazık ki aşamaların içeriği hakkında bildiklerimiz Eleusis’ten bile sınırlı. Yalnızca vaftiz törenlerinin, ateşten geçmenin, ölüm ve yeniden doğuşun canlandırılmasının, hatta tanrı ile yiyeceği paylaşıp onunla bir olmayı içeren ekmek- su veya şarap ayininin yapıldığını biliyoruz. Aralarında uçurumdan atlamanın da bulunduğu bazı özel cesaret testleri de söz konusu. Kan tutan biri olarak cinayet aşamasında elenmiştim açıkçası, ilerleyeceğini düşünenler var mı aramızda?
Ritüel, güneş ve ayın birlikte görünebildiği saatlerde Taurobolium töreninin gerçekleştirilmesiyle noktalanıyor. Araştırmalara göre boğa kurban töreninin Kybele-Attis kültünden geçmiş olması olası. Çünkü mantık neredeyse aynı. Yapılan; kurban edilen hayvanın kanının adayın üzerine akması. Katılıyorum, sonsuz derecede iğrenç. Boğadan insana bir güç devir teslimi yaşandıktan sonraysa, artık Mithra’nın yoluna ilerlemenin son bir adımı kalıyor: İnisiyenin alnı kızgın bir demirle dağlanması. Vahşet bitti mi sanmıştınız?
Bütün ceremeleri çekip hala nefes alabilen adayın, başına konan çelenkten tacını reddetmesi ve omzuna asması gerek artık, tam olarak şu cümleyle: Mihtras benim tacımdır. İddia ediyorum, hiçbir tanrının bu kadar gösterişli ve cefakar bir kültü yoktur! Yukarıdaki modelleme Assassin’s Creed: Valhalla’dan bu arada. Oyunlarda mitolojiyle atmosferi güçlendirmenin şıklığı bir yana, çok tatlı bir görselleştirme olmamış mı? Işık öyle güzel düşürülmüş ki tanrısının üzerine, bulduğumdan beri açıp açıp bakıyorum.
Kybele- Attis Gizemi
Bereket tanrıçası Demeter’le başlattığımız yazıyı onun da atası sayılan Kybele’ye dayandırarak çemberi kapatalım. Ana Tanrıça olarak Frig mitolojisiyle özdeşleşen Kybele, aslında pek çok kültün parçası. Sümerliler için İnanna, Hititler için Kubaba, Mısırlılar için İsis mesela. Doğaya ve vahşi hayvanlara hükmeden, kentleri koruyan, bereketi sahiplenen ana tanrıça, Magna Mater adıyla hep var. Aslında anaerkil düzenin, kadının ilkel zamanlardan bu yana kutsal kabul edilen doğurganlığının temsilcisi.
Ve Kybele anılırsa Attis’in de adı mutlaka geçmeli. Attis, bir rahibin ya da prensin zaman içinde efsaneleşerek mite geçirilmesiyle konuğumuz oluyor tahminlere göre. Yani kendisi haşmetli güçler bahşedilmiş bir tanrı değil, sıradan bir ölümlü. Tanrısal tek alameti tanrıçanın dizini titreten yakışıklılığı olabilir. Güzellik skalasındaki yarışta, Olympos’un Aphrodite’i varsa Anadolu’nun da Attis’i vardır diyeyim anlayın.
Doğum macerası epey karışık ve spekülatif olsa da neticede Attis ve Kybele birbirine aşık olurlar. Ancak Attis karşısında tanrıça olduğu halde, sadakatsizlik edecek kadar yürek yemiştir. Tanrıça bile olsan aldatılıyorsun mu dersiniz yoksa Attis’in gönlü başkasındaymış, gözü korkmuştur mu dersiniz bilemem. En sonunda, Kybele’nin öcünü almak niyetiyle onu delirttiğini yazarım ben ancak.
Deliren Attis, kefaret ödemek amacıyla olacak, bir çam ağacının altında kendini hadım eder. Toprağa attığı organları, aldattığı bereket tanrıçasına sunmuş olur bu yolla. Kanlarının döküldüğü yerdeyse menekşeler açar. Sürpriz unsuru yok, hikayenin sonunda kan kaybından ölerek yer altındaki yolculuğuna başlar Attis. Kimi versiyonunda pişman olan Kybele’nin yalvarışlarına dayanamayan Zeus tarafından yaşama geri döndürülür. Böylece Demeter ve kızının ayrılığında vuku bulan hadise tekrarlanır; bahar yeniden salınır yeryüzünde.
Kimisinde de serçe parmağı hariç kıpırdayamaz durumda ölümsüz kılındığı söylenir. Bu halde Kybele tarafından çam ağacının altına gömülür. Çam ağacı da yaz ve kış yaprak dökmemesiyle ölümsüzlüğü Attis’ten ödünç almış sayılır. Elimizi attığımız yerde sembolizm kuyusu açarız! Tabii ki mitin ileri incelemesini yaparsak mevsimlerin döngüsünde hasat bereketini, Attis yoluyla ölümü ve yeniden doğuşu, fedakarlık ve cinsellikten uzak durarak arınma temaları gibi daha pek çok anlatıyı görebiliriz.
İnisiyasyon Basamakları
Frigyalılardaki mitin, Roma İmparatorluğu’na kadar vardığı günümüze kadar ulaşan antik yazarların notlarından, boyalı seramik ve tapınak kalıntılarından anlaşılıyor. Kayıtlara göre ilkbaharın hafif nefesini hissettirmeye başladığı Mart’ın 15’inden 27’sine dek süren aralıkta gerçekleştiriliyor törenler. Bitki temalı bir kült olduğunu ise 21 Mart tarihinde, kesilen bir çam ağacının Kybele Tapınağı’na taşınması ortaya koyuyor.
Çam ağacı Attis’i sembolize eder. Bu yüzden kefen niyetine yün bir beze sarılmış ve kanından fışkıran menekşeleri karşılayan mor çelenklerle süslenmiş halde getirilir tapınağa. Bu yoğun günden sonra 23 Mart’ın da hüzün ve oruç günü ilan edildiğini aktarır yazarlar. Attis’in yasını tutmaya ve bedenlerini arındırmaya başlama tarihidir inisiye adayları için.
24 Mart tarihi ise Sanguem denilen kan günü. Gizem dininin en ikonik anları bu törende yaşanır çünkü Lucius Apuleius’un aktardığına göre, Archigalle denilen başrahibin öncülük ettiği bir grup, ağacın etrafında transı kolaylaştıracak müzik aletlerini çalıp dans eder, bunun yanı sıra çıldırmış tavırlarla kendilerine zarar verirler. Zarar derken kollarını çizip kan akıtmaktan kendini hadım etmeye varan geniş bir yelpaze düşünün. Kutsala ulaşmak için kan dökmek ve çılgınca dans etmek çok kullanılan bir ritüel anlaşılan.
Hava kan kokusuna teslim olduğundaysa, geceye doğru Attis’in dirilip tanrıçayla yeniden bir araya geldiğine inanılıyormuş Eleusis’teki gibi. Maalesef birleşmeye dair ayrıntılara burada da hakim değiliz. Kavuşmanın yaşandığını, ertesi gün kutlanan Hilaria şenliğinden anlıyoruz biz. Şenlikte değişik kostümlere ve maskelere bürünen halk, doyasıya yer, içer ve eğlenirmiş.
Bu kadar duygu geçişinin üzerine bir günlük dinlenmenin ardından, 27 Mart’ta Kybele’nin heykelini taşıyan bir alay, tanrıçanın heykelini ve kutsal eşyalarını ırmakta yıkayıp arındırır ve töreni sonlandırırlarmış.
Böylece biyolojik işleyişimizi değiştiremediğimiz sürece aklımızı söylencelerle, şarkılarla, masallarla ve dileklerle meşgul edecek olan bereket kültüyle ilgili üç mitolojiyi ve gizem dinlerini tanımış olduk. İnisiyasyonun kültür birliğiyle inşa edilmiş hallerinde de ne kadar acımasız olabileceğini kavradık. Arkamıza yaslanıp inisiyasyon kulübü yarıştırma vakti geldi o halde! Siz hangisini ne sebeple tercih eder ya da akıl ve ruh sağlığınız için kesinlikle uzak dururdunuz? Ayrıca mitlerle ilgili eklemek istedikleriniz varsa yorumlarda tutmayın kendinizi, keyifle okunacaklar emin olun!