Daha önceki Game of Thrones bölüm incelemelerimizden artık rutini biliyorsunuz. Başta özellikle Facebook önizlemesinde spoiler çıkmasın diye havadan sudan muhabbet çevirip, bölüme genel olarak değiniyoruz. Sonra araya bir video, bir de resim koyup, spoiler’lı bölümlere geçiyoruz. İlk Game of Thrones dördüncü sezon bölüm incelemesinden beri sistemimiz aynı. Ama bugün değil. Bu Game of Thrones bölümünden sonra söyleyebileceğimiz tek bir şey var.
Spoiler’ı şu ana kadar yemediyseniz, kafanızı çevirin. Zira Game of Thrones en son bölümüyle gazı kökledi, insanın içinde saf ve temiz olan tüm duyguları darmaduman etti. Red Wedding’den sonra bir daha böyle sarsılamayız sanmıştık ama bu sanrımızı da tek eliyle alt etti. Bacın yansın Game of Thrones. Evine ateş düşsün.
Öncelikle bir şeyi aradan çıkartmak, bir daha da bahsini açmamak istiyorum. Dizide sevdiğimiz her karakter patır patır ölürken, kişilik olarak zerre seviye atlamayan, son iki buçuk sezondur başına hiç ilginç bir şey gelmemiş olan ve Emilia Clarke’ın da giderek daha -kaba tabiriyle- kezbanca oynadığı Daenerys’in ayakta olması artık iyice kanıma dokunmaya başladı. Bu bölüm Jorah ile aralarında geçen sahne, belki de Doğu kıtasında geçen en yoğun ve ilgi çekici sahnelerden biriydi; fakat Iain Glen vücut dilindeki nüansları da sahneye katarak ne kadar iyi oynadıysa, Clarke de o sahneyi o kadar düz oynadı.
Bunun tamamen gereksiz bir Missandei – Grey Worm diyalogundan sonra gelmiş olması, birkaç bölümdür düşündüğüm şeylerin iyiden iyiye damgası oldu, altını çizdi. Game of Thrones’da bazı hikayeler gerçekten de ilginç olaylar vuku bulana kadar montaj odasından çıkmamalı. Geçtiğimiz yazılarda bu tip öykü dallarından birinin de Duvar’da yaşandığını söylemiştim. Mance Rayder’ın giderek yaklaşan ordusunun izleyicide bir gerilim yaratması gerekliliğini anlıyorum; fakat Duvar’da geçen sahneler kesinlikle bu tip bir “build-up”‘ı yansıtmayı başaramadılar şu noktaya kadar. Bu bölüm orada geçen sahnelerde de bunu gördük, fakat en azından orada ciddi bir umut var. Wildling’ler indiğinde; ilginç şeyler olacağı kesin.
Yine böyle ilginçlikten uzak bulduğum karakterlerden biri Sansa’ydı. Şu dakikaya kadar hayatının kötü gidişatına ağlamaktan başka bir karakter emaresi göstermeyen Sansa, Lannister’ların dizinin dibinde; entrikanın ortasında ne kaptığını en sonunda ortaya çıkardı. Littlefinger ile birbirlerine çok yakıştıkları kesin; fakat bölüm dürüst olmak gerekirse Sophie Turner’ın bu karakter virajını alabileceğini bize pek kanıtlamadı. Manipülatif Sansa’yı bir iki bölüm daha izlememiz gerek gerçekten ikna olmamız için. En sonunda Tazı ile birlikte Eyrie’ye varan Arya’nın gelişi, kuvvetle muhtemel Turner’ın bu bağlamdaki ilk sınavı olacak.
Bu sahneler dışında bir de Theon-Ramsay sahneleri vardı; ki Iwan Rheon’un bir defa daha ne kadar über bir oyuncu olduğunu kanıtlaması dışında hiçbir şeye yaramadı. Roose Bolton’ın tutup, Aslan Kral vari bir “bu gördüğün topraklar benim” çaktığı sahne, iyi oyunculuklarla bezenmişti; fakat genel olarak aynı diğer hikaye dalları gibi bu da bizi ana yemeğe ulaşmaktan alıkoyan garnitürlerden biri olarak kaldı. Bu akşamın ana yemeği ne de olsa Red Viper ile Mountain’ın savaşıydı.
Buraya kadar geldiyseniz, muhtemelen riskinizi almışsınızdır. Red Viper’ın ölümü, vakti zamanında J.H.’nin Game of Thrones’dan nefret etme sebeplerini açıkladığı yazısında söylediği şeyleri hatırlattı bize tekrar. Oberyn Martell, bu sezonun açık ara en sevilen karakteriydi. Ölümü, aynı Red Wedding’in J.H.’ye yaptığı gibi, pek çok kişinin diziyi umursayamamasına, soğumasına sebep olacak. Dizinin kitapları takip ettiğini ve Oberyn’in kaderinin dizide değiştirilmesinin büyük infiale yol açacağını, hatta infiali de boşverin, hikaye olarak tüm seriyi garip bir noktaya konumlayacağını biliyorum. Böyle bir şey önermeyeceğim. Ama yine de, bu geldiğimiz noktanın Benioff ve Weiss’ın hatası olduğu kanaatindeyim.
Bu ölüm, kitaplarda da oluyor en nihayetinde. Ve en eski Game of Thrones kitabının bundan 18 sene önce yazıldığını hesaba katarsak bir şey çok bariz ortaya beliriyor: Dizinin yaşattıklarını yıllardır kitapları okuyanlar hiçbir şekilde yaşamıyorlar, yaşıyorlarsa da dizi hayranlarının aksine; bugüne kadar bunu bir sır olarak saklamayı başarabildiler. Kitap kesinlikle ölüm üstüne ölüm geldiği anlarda bile okuyucuda herhangi bir karakteri sevmekten korkma sendromu yaratmıyor. Bunun da çok basit bir sebebi var.
Yukarıda Jon Snow ve saz arkadaşlarının Duvar’da Rayder’ı bekleyişlerinin gerilimli olması gerektiğini, ama olamadığını söylemiştik. Kitaplarda Martin bu gerilimi verecek yeteneğin çok daha fazlasına sahip olduğundan, yaklaşan Wildlings ordusunun ne yapacağını deli gibi merak ediyor oluyorsunuz. Aynı zamanda Emilia Clarke’ın da Daenerys performansının gittikçe bayatladığını söylüyoruz uzun süredir. Kitaplarda bu da nispeten daha iyi durumda. Arya ve Tazı’ya daha çok yer veriliyor, Stannis cephesinin altı daha çok çiziliyor ve Sansa bile daha çok sempati toplayabiliyor.
Bunun sonucu olarak okuyucu, sadece tek bir karaktere bel bağlamıyor, sadece tek bir karakteri sevmiyor. Kaba tabirle anlatmak gerekirse, bir karakter öldüğünde dünya başına yıkılmıyor; çünkü Martin’in muhteşemliği sağ olsun, tarafını tuttuğu en az bir iki karakter daha oluyor ölüm anı sırasında. Benioff ve Weiss’ın gerek şimdi dönüp bakınca yanlış duran oyuncu seçimleri, gerek hikaye örgülerine dair süre dağıtımları, gerekse bir karakter tuttuğunda; onun üzerinden oynamak adına onun altını çizmeleri sağ olsun, izleyicilerin sadakatleri hep tek bir karakter altına toplanıyor ve dizi, o karakterin canını aldığında izleyici-dizi arasında oluşan bir güven bağı paramparça ediliyor.
Benioff ve Weiss, bunu alışkanlık hâline getirdiler. George R. R. Martin, kitaplarda bu ölümlerden sorumlu, evet. Ama o kitaplarda devamlı ilgimizi ayakta tutabildiğinden, hiçbir ölüm yıkım gibi gelmiyor; daha ziyade, o dünyanın bir gerçekliğine dönüşüyor. Her zaman bir ölüm sırasında sevdiğimiz üç beş karakterden sadece biri gittiği için, okuyucu-kitap arası güven ilişkisi yerle yeksan olmuyor. Ama Benioff ve Weiss, reklamlarla, senaryoyla, karakterlere bölüm başı ayırdıkları sürelerle hep spesifik karakterleri sancak hâline getiriyorlar. Daha da kötüsü, diğer karakterlerden süre ve ehemmiyet çaldıkları için, varımız yoğumuz o karakter oluyor. Sonra da, haliyle, bir daha kimsenin ölümüne üzülemez konuma geliyorsunuz.
Oberyn’in ölümü, Game of Thrones S04E08’i izlerken ben de bu fikirleri çağrıştırdı. Dizinin en iyi bölüm finallerinden birine sahip olduğu gerçek. Fakat yavaşça umursamayı bırakan ve soğuyan izleyicilerin sayısını az tutmak istiyorlarsa Benioff ve Weiss ikilisinin acilen gelecek bölümlerde süre dağılımı ve oyunculuk olarak daha adil olmaları gerekiyor. Çünkü bu “sevdir ve vur” taktiği, bir noktadan sonra geri tepmeye çok müsait duruyor. O da, hali hazırda tepmeye başlamadıysa.