Çoğu whovian konusu açıldığında tüm Doctor jenerasyonlarını bir gördüğünü, diziyi tek kişi olduklarının bilincinde izlediğini söyler. Ama siz onların laflarına bakmayın. Birden fazla Doctor jenerasyonu gören herkes aklının, kalbinin bir kenarında bir jenerasyonu diğer hepsinden ayrı kenarda tutar, saklar, sarmalar ve ayrıcalıklı görülmesini ister. Çünkü aynı isim ve geçmişi paylaşan her bir jenerasyon paylaştıkları onca şeye rağmen, gördüklerimize farklı bakmamızı sağlar, ortaya bir fark koymakta zorlanmaz. Biz izleyiciler ise istemesek bile bu 13 yüzlü çılgın adamın bir yüzünü kendimize daha yakın hissederiz. Benim için de bu hiç farklı değildi. Mesela hayatımın en büyük sorularından biri “Kendimi daha çok gördüğüm 10 mu, yoksa ideal Zaman Lordu dediğim izlerken daha çok eğlendiğim 11 mi benim doktorum?” sorusudur. Ancak sevgili geekler tüm bu karmaşa bitti, çünkü Doctor Who 9. sezon 5. bölümü yani The Girl Who Died’ı izledim.
Şimdi yukarıdaki paragrafta beylik laflar ettim. Peki bu en iyi Doctor Who bölümümü müydü? Hayır, gayet alışmış olduğumuz “savaşçı uzaylı ırkı Dünya’ya saldırır, Doctor olaya el atar” bölümüydü. O zaman sezonun en iyisi mi? Yoo, öyle de değil. Massie Williams aşkım mı ağır bastı? Ya da Capaldi, Doctor’u tasvir etme de kendini mi aştı? Uzaylı ırkı çok mu orijinaldi? Hepsine koca bir hayır! O zaman ben bu lafları niye ettim kardeşim? Çünkü yaptığım büyük bir haksızlığın farkına vardım.
Ben Capaldi geldiğinden beri bir çok şeyden yakınıyorum. Mesela bu jenerasyonun Clara sevdası dışında 1, 3, Savaşçı ve 10 sentezinden ibaret olduğunu söyledim. Moffat’ın köklere dönmek adına modern seride gelişen motto ve sonic tornavida geleneklerini kurban ettiğini iddia ettim. Doctor dediğin ayak bastığı yerde kahraman olarak hatırlanır. Bu uyuza kim kahraman der allasen de dedim. Burada huzurlarınızda tek bir şikayetim hariç hepsini geri alıyorum. O şikayeti yazının geri kalanında belirteceğim. Şimdi kendimi sırasıyla çürüteyim:
Capaldi’nin jenerasyonu tabii ki daha sentez bir konumda olmalıydı. Çünkü 9, 10 ve 11 Gallifrey’in Düşüşü’nden kendini sorumlu tutup serüvenlerini bu pişmanlıktan kaçmak için sürdürüyordu. Mesela The Day of The Doctor’da 11’in yavaş yavaş yas tutmayı geride bırakması 10 tarafından çok sert bir tepkiyle karşılandı. Biz bunu bölüm sayesinde somut biçimde gördük. Bir de Doctor’un iç dünyasında kendinin geçmiş halleriyle nasıl hesaplaşmak zorunda kaldığını düşünün. Böyle bir adam tabii ki geçmiş hallerinden uzak kalmaya çalışacak. 11’in bu denli aykırı olmasını da buna bağlayabiliriz. Ama yine aynı bölümde kaçış son buldu. The Day of The Doctor’un sonunda Savaşçı, 10 ve 11 önce kendileriyle sonra birbirleriyle en son da önceki jenerasyonlarıyla nihayet fikir birliğine varabildi. Gallifrey’in Düşüşü tekrar resmedilip Gallifrey’in Düşüşü Artık Yok şekline getirildi ve koca bir umut doğdu. Artık Doctor, Gallifrey’den kaçmayacak, Gallifrey’e koşabilecekti. İşte bu Doctor’un kendi(leri)yle barışmasını sağladı ve en yakın jenerasyonda önümüze sentez ama farklı amaçlara sahip bir Doctor çıktı.
Diğer yakınmalarımı da bunun ışığında çürütmem zor olmadı. Bir buçuk sezon boyunca o 11’in tornavidası diye fanatik duygular beslediğim değiştirilmeyen tornavida da 12. Doctor’u diğerlerinden ayrı hatırlamamıza neden olacak yeni bir motto üretilmemesini de hatta artık bıktığım Clara’nın bir türlü gitmemesini de anlar hale geldim. Tüm bunlar böyleydi çünkü Doctor’un artık ne yadigarlardan kaçmasına gerek var ne de kendini ayrı gösterecek cool bir lafa. Clara ise her ne kadar İmkansız Kız olaylarını gereksiz bulsam da İmkansız Kız değilken bile Savaşçı’yı, 10’u tanımış 11’in companionu olabilmiş biri. Doctor’a kendini hatırlatmak, bağlanacak, tutunacak bir şey vermek için yeter de artar bile. Kahramanlık meselesine gelirsek, bu tamamen benim gafletim. Hiçbir jenerasyon kendini kahraman yapmak istemedi. Evet, koruyucu oldular, fırtına oldular, savaşlarda galibiyet kazandılar ama amaç hiç kahraman olmak değildi. Bir çok bölümde vurgulandığı, 8. sezonun teması olduğu gibi, biz onu kahraman olarak görmek istedik. Halbuki Doctor istediği kadar huysuz olmakta özgür.
Bölümü izlediğim anlarda tüm bunlar aklımdan geçerken David Tennant flashbacki tuz biber oldu. Beynimde küçük çaplı bir patlama yaşattı. Artık gönül rahatlığıyla diyebilirim ki: Bütün jenerasyonlar benim için tektir ve 12 en az diğerleri kadar benim doktorum olmayı hak ediyor.
Bölüm incelemesi için gelenleri biraz beklettim. Daha fazla da bekletmeden 9. sezon 5. bölümden bahsedelim. Bölüm çok alışık olduğumuz tarzdaydı. Bir kez daha uzaylılar masum dünyalıları gafil avladı. Daha kılıç tutmayı bilmeyen köylüleri kurtarabilecek tek kişi ise kılıç tutmaktan en nefret eden Zaman Lordu’ydu. Yani konudan çok biçim üzerinde tartışılmayı hak ediyor. Öncelikle temanın Viking olmasına hiç gerek yoktu. Halihazırda ilgi çeken Viking teması sırf seyirci çekmek için kullanılmış. Doctor tanrıcılık oynarken tepeden, çakma Odin’in belirdiği sahne için bile kabullenilebilir bir tema. Böyle geniş maceralara gebe bir tema saklanabilirdi tabii. Ama yazarlar böyle uygun görmüş işte.
Benim hala arkasında durduğum tek şikayet olan mesele ise yine karşıma çıktı: Clara yine başına buyruk davrandığı için başına kötü bir şey geldi ve Doctor hiç durmadan yapıştırdı cevabı; “Size ne oluyor ben sevdiğim birini kaybettim.” E, hocam hatırlamıyor musun? Daha az önce bütün köy nüfusunun yarısı uzaylı dopingine dönüştürüldü. Ama olmaz illa Clara-Doctor ilişkisi vurgulanacak. Çünkü biz malız iki sezondur anlamadık…
Ehem, neyse ben yine kaptırmadan devam edeyim. Neyse ki dert yandığım durum bu sefer çok uzatılmadı ve Clara’yla -Maisie Williams’ın oynadığı karakter- Ashildr bir savaş fermanıyla geri döndü. Sonrasında dizi Doctor’un işçilerden ibaret kalmış köyü savaşa hazırlaması dinamiğine geçti ki ben bu olayı ta Son Samuray filmini izlediğimden beri severim. O yüzden dizinin o bölümlerini keyifle yedim. Tabii Doctor savaşa ramak kala Clara’nın itelemesiyle çözüm bulmaya alışık olduğundan, zekasını parlattı; uzaylı komutanı “uzay” medyasında rezil etmekle tehdit ederek günü ucuz şekilde kurtardı. Klasik hatta bazı anlarda bayık bir Doctor Who bölümünden farklı olarak geriye sadece Maisie Williams’ın yüzü ve 10. Doctor flashback sahnesi kaldı.
Madem geriye bunlar kaldı tembellik yapmayıp bahsedeyim. Öncelikle Capaldi’nin daha önce DW’de Pompeii’li soyluyu oynadığı bölümün es geçilmeyip bir şekilde hikayeye bağlanmasını bekliyordum. Bağlanma şeklinin beni nasıl etkilediğini de yazının genelinden anlamışsınızdır. Etkilenmek demişken aynı eylemi Maisie Williams’ın performansı için cümle içinde kullanmak isterdim. Ancak bu bölümdeki karakterinin GoT’daki rolü Arya’dan hiç bir farkı yoktu. Arya’nın ilk sezonlardaki kızlar beni erkek sanıyor, erkekler bile benden çekiniyor tribinin aynısı bu bölümde Williams’ın DW karakteri için uyarlanmış. Zerre dikkat çekmeyen bir karakter olmuş ki öldüğü (ama ölmediği) sahne olmasa ve karakteri oynayan bir başkası olsa dizi incelemesinde bahsedilmeye değmez olacakmış.
Öldüğü ya da ölmediği diyelim, sahnede ise Geekmuhit!’ten Snorlaximus sayesinde ayıktığım önemli bir mesele var. Maisie Williams’ı karakterinin adı Ashildr. Eski Kuzey Britanya dilinde ismi incelediğimizde, ismin iki kelimenin birleşiminden oluştuğu görülüyor: “ás” bu dilde tanrı, “hildr” savaş demek. Yani Doctor adı Savaş Tanrısı anlamına gelen bir kızı kendi elleriyle diriltti üstüne tanrı olma yolunda ilk adımı; ölümsüzlüğü verdi. Bu da demek oluyor ki Maisie Williams, Doctor Who hayatına erkek fatma denilmesinden sıkılmış bir köylü kızı olarak değil, zaman ve mekanda “tsunami” yaratacak bir karakter olarak devam edecek.
Buyrun geekler! Sıra sizde.