Dördüncü bölüm itibariyle; biraz beylik konuşmak daha da mümkünleşiyor. Bu dizi iyi anlara sahip olması çok muhtemel, etkileyici dakikalar ve sahneler sunması çok olası bir iş. Ama bunları üst üste koyarak dahi bir Daredevil seviyesine yaklaşamayacağı da bariz. Zira dizinin problemi, strüktüründe yatıyor. Jessica Jones, ana kötüsünü çok erken belirginleştirerek; aciliyet getirmeyi belki başarıyor; ama bu aciliyetin altında da bazı şeylerin inşa sürecini dayanılmaz kılma hatasını işliyor.
99 Friends aslında karakterleri oturtmak adına gayet sağlam işler yapan bir bölüm. Her şeyden önce Jessica Jones’un tam olarak çizgi romanlardan beklediğimiz kıvama geldiğini söylemek mümkün. Krysten Ritter, özellikle bu bölümde alaycı ve sabırsız tavırları çok temiz bir şekilde yansıtıyor. Hakeza Carrie-Anne Moss‘un soğuk Jeri Hogarth performansı –ki Iron Fist’te bu şekilde kullanılacaksa garip olur– ilgi çekmeye başlıyor. Rachael Taylor ve Wil Traval da sınırlarını güzel çiziyorlar.
Zaten metin güzel. Özellikle Jessica’nın malum çiftle yaşadığı diyalog; dizinin dört bölüm içerisinde kaleme aldığı en güzel kelimeleri oluşturuyorlar. Bir yandan Jones’un tepkileri karakterin özüne cuk oturuyor; bir yandan da geçmişi çok da suni durmadan güzel özetliyor. Yalnız, metin ne kadar iyiyse, çekimler de o kadar agresif derecede kötü. Yani ben gerçekten Jessica Jones’un kalorifer fırlattığı bir sahneden, biraz daha akışkanlık, biraz daha estetik öfke bekliyorum. Çok piyes tadında kalıyor, acayip moddan çıkartıyor beni.
Ki, moddan çıkmak çok da zor bir şey değil dizinin şu bölümünde. Dedim ya, sorun strüktür. Daredevil’ın diziyi kısık ateşte yavaş yavaş çevirmesini boşuna övmüyoruz. O dizi, o sayede bizim sonradan empati kurmamız için gerekli olan karakter inşasını bir dikkat dağınıklığı olmadan aradan çıkartabildi. Burada ise Purple Man’in niyeti de, çapı ve çeperi de, onu durdurmanın yöntemleri de çok erken açık edildiği için kısa sürede ana odak noktamız o hâline gelmeye başlıyor. Bu yüzden de, dizi Jones’u bir karakter olarak daha rahat tanıyabileceğimiz dedektiflik sahnelerine, sosyal sahnelere yer verdiğinde, “abi tamam da, Kilgrave? E hadi?” diye ekrana bakıyor, öndekine çok fazla dikkat etme ihtiyacı hissetmiyorsunuz.
Bu açıkçası fena da yazılmamış olan Jeri – Boşanma, Wil – Trish mevzularını da dev gölgede bırakıyor. Siz bir tarafta sırf bir lafıyla babasına sokakta oğlunu bıraktıran bir adamdan söz ediyorsunuz; o adamı benim seyirliğime acil tehdit olarak hemen koymuşsunuz. Sonra ben öteki tarafta Jeri kapatmasını karısına evlilik teklifi yaptığı restorana götürdüğünde bunu pürdikkat izleyebilir miyim? Wil ve Trish “Purple Man’den çekenler grubu” olarak birbirlerine kıpslaşırken esas meseleye dönmenizi istememem mümkün mü? Yediği haltı yalandan Purple Man’e atan komik insanlar grubuna güleyim mi yani? Hayır. Sen oraya bir hedef çizmişsin, bu saatten sonra yan yola sapman; kayıp gibi gözükmeye başlar, inşa değil. Bu dizinin kesinlikle Purple Man’i çok daha geç belirginleştirmesi gerekiyordu.
Bunun içerisine karakterin sınırlamaları da dahil. Eğer Jones’un Kilgrave ile olan mazisini, ya da şimdi yaptıklarını net bir şekilde daha geç görmüş olsaydık; belki “ha bu arada, şu kadar saat yanında değilse geçiyor” gibi laflar ikna edici olabilirdi. Bu sınırlamaların ipucu –geçtiğimiz bölümlerde anestezi ile ilgili olduğu gibi– bağımsız bir şekilde toplanıp, sonradan Kilgrave’e karşı kullanılabilirdi. Yeri daha sağlam yapılabilir, seyirciye bu yeni bilgiyi sindirmeleri ve inanmaları için yeterli boşluk verilebilirdi. Ama tehdit önden gösterildiği için; çözüm de çok havadan inme kaldı. Dolayısıyla, önümüzdeki bölümleri izlemeye devam edeceğiz. Kesin “kötü olur” demek katiyen mümkün değil. Ama binanın iskeletinde problemler olduğu da aşikar…