Bunca zamandır bölüm bölüm incelemekten ötürü bizleri mutluluktan dört köşe yaptı. Önceki yedi bölümü de dahil her bir saniyesinde referans, sembol ve bilimum bilgi patlaması yaşatan detayları ile geek damarlarımızı daha da kabarttı. Ve biz bunların mimarı American Gods’ın sekizinci ve sezon finali bölümü sebebiyle toplandık bugün. Bazı şeylerin su yüzüne çıktığı ama yine de diğer bazı olayların da açıklığa kavuşamadığı bir bölüm oldu, ki biz buna zaten uzun süredir alışıktık. Kitabı ile gerek paralelliklerini şahane kotaran ve gerekse de öykünün kronolojik sırasına uymadan önümüze yeni şeyler çıkaran dizimiz, uzun bir süre ara verecek. Biz de bu ara ne kadar uzun olursa olsun, heyecanımızı ve sevgimizi sıcak tutmak adına gelin şu şahaneler şahanesi sezon finaline hep beraber bir göz atalım.
Dizinin Basmakalıp İtalya’sı: Bilquis
Sezon finalinde açıklanmasını beklediğim karakterlerden biriydi Bilquis. Kim olduğuna dair bütün bir sezon boyunca yalnızca ilk iki bölümde minik sahneler görmüştük. Fakat gel gelelim yine de son bölüme sıkıştırılmış hikayesiyle ne yazık ki benim canımı sıkan bir detay oldu kendisi.
Öncelikle şunu söyleyeyim ki, Bilquis’in sahneleri gereksiz uzundu. Zaten çok az da olsa nasıl bir tanrıça olduğunu anlamıştık: Şehvet, aşk, zevk ve benzeri birçok duygunun tanrıçasıydı kendisi. Anansi’nin hikayeyi anlatmaya başladığı sıra müthiş pür dikkat ve neşeli izliyordum ki sonralarında Bilquis’in de suyunu çıkarttıklarından dolayı güzelim Anansi’nin anlatış sahnesi de güme gitti gibi hissettim bir an. Yani ne gerek var on beş bin kere kadının aynı işini göstermeye? Biraz sakız muamelesi görmüş Bilquis. Şu ana kadar bize kendini sevdirecek ya da ısındıracak pek bir hareketi de olamadı kadıncağızın; zaten az görüyoruz, bu nedenle de öyle çat diye karşımıza son bölümde çıkınca biraz daha iyi bir şeyler bekliyor insan haliyle.
Ama her şey bir yana Bilquis’in gerçekte kim olduğunu onaylama şansına eriştik. İkinci bölüm incelemesinde bahsini geçirdiğimiz Saba Melikesi Belkıs, gerçekten de Bilquis imiş. İslamiyet’te Belkıs olarak isimlendirilen tanrıçamız, Lilith olarak da biliniyor demiştik. Bunlara ek olarak İsrail Kralı Süleyman’ın karısı olduğunu ve de cin olduğunun düşünüldüğünden de bahsetmiştik. Tüm bunlara çok eklenecek bir durum kalmıyor aslında. Tıpkı Mad Sweeney’de olduğu gibi, aslen bir tanrı ya da tanrıça olarak değil de, sonradan ilahileşmiş kral ve kraliçeler şeklinde bir geçmişe sahip Bilquis. Onun dışında zaten bildiğimiz şekilde gücünü kaybetmiş biri haline gelmiş, olay bu.
Milattan önce 864’te bir hayli güçlü olan Bilquis gittikçe zayıflıyor bu hususta. 70’lerin diskoları ve en nihayetinde de 2013 yılı ile artık yeterince gücü kalmadığına şahit olduğumuz Bilquis’in sekanslarının hepsi, tarih boyunca nasıl hayata tutunmaya çalıştığını anlattı bizlere. Evet, kendisi “Eski Tanrılar” bünyesinde bir varlık. Bunu da yüzyıllar öncesinde bile şehvet ile beslenmesiyle güç kazandığı sahnelerden anlıyoruz. Tabii Bilquis’in de gücünün ve ona inanların bir şekilde sonu geliyor ki; bunun sebebini dizimiz erkek milletine bağlıyor. Erkekler, Bilquis gibi güçlü kadınları yollarından çekmeye çalışan birtakım insanlar olarak sunuluyor bizlere bu sahnelerde. Hatta ve hatta, 2013 yılına gelindiğinde dahi, IŞİD’in bizzat yıktığı Belkıs’ın tapınağı sahnesinde de bunu yakalamamız mümkündü. Fakat gücünü yitirmiş ve eski şanına özlemle bakan Bilquis’in tek çaresi “Yeni Tanrılar”dan uzanan bir yardım eli oluyor.
Technical Boy’un bir telefon uzatarak Tinder’a benzer bir uygulamayı Bilquis’e gösterdiği sahnede, kendisini bir çeşit itilaf ve ittifak devletleri arasında kalmış minik bir İtalya gibi izledik. Emellerine, kendi çıkarlarına neresi daha çok ilgi gösteriyorsa oraya gidiyor. Bu çıkar meselesinde de pek haksız çıkmamışız aslında; gerek sitede gerek de Youtube kanalında yaptığımız yorumlarda Bilquis’in hem geçmişe hem de günümüz geleceğine bir şekilde uyum sağlayabilen türden bir tanrıça olduğunu konuşmuştuk. Bu bölüm de bizi yanıltmayacak şekilde yorumladı kendisini.
İhtiyacı olan güce tekrar erişebilmek için yeni olan tanrılardan yana olmaya razı gelen Bilquis’e Sheba isimli uygulamanın, ki Sheba’nın Saba ile aynı olduğunu hatırlatalım, güç verdiğini görüyoruz. İnsanlar bu uygulamayı kullanarak aslında bir bakıma Bilquis’e inanmış ve dolayısıyla da ona güç sağlamış oluyorlar. Zaten sonrasında da perperişan bir kadın yerine, yeni amacına istemeden de olsa hizmet etmeye hazır edilmiş ve biraz daha toparlanmış bir tanrıça geliyor.
Kısaca şehvet duygusunun her dönemde tutunmak için adapte olması gerektiği gibi bir gerçekle karşılaştık. Ama niyeyse diğer Amerika’ya Geliş hikayeleri veya başka türden tanıtımlar şu ana kadar beni Bilquis’te olduğu kadar uzakta tutmamıştı. İlginç.
Eski ve Yeni Tartışmalarına Son: Uyum Sağlayan Kazanır
Bütün bölümü domine eden düşünce buydu aslında: Her dönemin şartına doğru koşullanabilen tanrılar, varlıklarını sürdürme konusunda zorluk çekmezler. Bunu Bilquis’te gördük dedik ama, öte yandan Vulcan ve Easter’ın da aynı şekilde paylarına düşen adaptasyonu aldığını izledik. Vulcan’ın eski bir tanrı olmasına rağmen insanların onu kendi dönemine ve teknolojisine adapte etmesini zaten iki bölüm önceden hatırlıyoruz. Sezon finalinde de Anansi’nin ve Wednesday’in konuşması sırasında bunu bir kez daha vurguladılar; Anansi “Onlardan birini öldürdün.” derken yeni tanrıları kastetmiş ve de Wednesday “Hayır, kendimden birini öldürdüm.” derken de eski tanrıları ima etmişti. Yani bir bakıma bu tür yozlaşma ve uyum sağlama durumlarının onlar da farkında. Eh, bir de gözümüzü gönlümüzü açan ve komik Jesus’ların olduğu inanılmaz bir bahar partisinde karşılaştığımız Easter (Paskalya) da bu olaya dahil olmak üzereydi az kalsın. Medya’nın “zamana ayak uyduramazsan yok olursun” düşüncesini, Wednesday’in desteğiyle aştı zira. Bu sefer koşullanmayı sağlayacak olanlar tanrılar değil, insanlar olacak.
Easter, Türkçe meali ile Paskalya, aslında çok eski bir gelenek tüm Hıristiyanlar için. Paskalya “yeniden doğuş, canlanma, yenilik” gibi anlamlara gelmekte ve aslında köken olarak doğanın doğuşunu temsil etmektedir. İsa’nın da Paskalya haftasının kutlandığı vakitlerde yeniden hayata dönmesi sebebiyle, bir bakıma dini bayram haline gelmiş bu çok eski gelenek. Hatta “Paskalya tavşanı” olarak bilinen sembolik hayvan da, bir bakıma Noel Baba görevi görsün diye çocuklara uydurulmuş bir hikayeden geliyor. Sepetinde şekerler, oyuncaklar ve renkli yumurtalarla Paskalya’dan bir gün önce gelen bu tavşan, çocukların yaramazlık mı yaptığı yoksa uslu mu durduğu konusunda kendilerini sınırlamalarını hatırlatan küçük bir simge oluvermiş. Tabii bunların hepsi zaman geçtikçe normal karşılanan ve biraz da unutulan detaylar. Biz bu sırada daha da eskilere, asıl anlamını koruduğu zamanlara gidersek Easter’ın biraz daha Anglo-Sakson kökenlere dayandığını görebiliriz.
Easter (Ēostre), ya da dizide söylendiği gibi Ostara, aslında bir Alman tanrıçası. Aslen Anglo-Sakson’lar tarafından Ēostre uğruna düzenlenen festivaller ve bayramlar, zamanla yerini İsa’nın yeniden doğuşunu kutlamalara bırakmış, tıpkı dizide bize anlatıldığı gibi. Artık doğanın canlanmasını ve hayat bulmasını değil, İsa’nın insanlığa tekrar gönderilmesini temsil eden bu bayram, tıpkı Aziz Bede‘nin sekizinci yüzyılda “The Reckoning of Time” eserinde bahsettiği gibi zamanla değerini yitirdiğini gösteriyor bizlere.
E Paskalya’nın unutulma hikayesi de birebir dizide işlenince, bizim yalan makinesi Bay Wednesday güzeller güzeli Easter’ı tarafına çekmek için insanların ona dua etmesini sağlamasını istiyor. Çünkü bir tanrı, ona dua edinildiği ve inanıldığı sürece var olur; dolayısıyla da artık akıllarda yalnızca Jesus’ı anımsatan Paskalya Bayramı’nın, yeniden bahar tanrıçasını hatırlatmasını sağlamak çok büyük ve önemli bir adımdı dizi için. Wednesday’in de söylediği gibi, insanların artık bir şeyi elde edebilmek için uğraşması ve dua etmesi gerekecek. Yani savaşın etkilerini bir sonraki sezonda görürken, bu kadar çok ilahisel varlık dışında ölümlüler dünyasında da etkisini izliyor olacağız demek bütün bunların hepsi.