Yazan: Aydın Furkan Kaynak
‘‘Şehrin derinliklerinde, deyim yerindeyse, çift caddeler, birbirinin tıpatıp aynısı olan sokaklar, uyduruk, gerçekte var olmayan, hayali yollar vardı.’’ alıntısıyla giriyorsunuz Şehir ve Şehir‘in sokaklarına. Aynı anda hem Beszel’in hem de Ul Qoma’nın sokaklarındayız. Tarihin belirsiz bir zamanında bir olan, ancak şimdi ikiye ayrılmış; aynı caddeleri, sokakları, binaları paylaşan, birbirinden çapraz yollarla ayrılan iki şehir. Aralarında bir sınır yok, haliyle sınır kapısı yok, sizi uyaran işaretler yok, görevliler yok.
Ancak temkinli olmalıyız, en önemli nokta bu. Çünkü yanlış bir noktaya bakış, ufacık bir dalgınlık, duyulmaması gereken bir sese bir anlık verilen tepki, kestirme olacağı düşüncesiyle atılan yanlış bir adım başımızı ağrıtabilir. Görmemeliyiz, duymamalıyız, en önemlisi umursamamalıyız. Çünkü ‘‘İhlal’’ tepemizde, elinde keskin kılıcıyla bekliyor. Ne olduğunu, kimlerden oluştuğunu bilmiyoruz. Görevlerinin, şehirler arasındaki olası sınır ihlallerini engellemek olduğunu biliyoruz. Tek şehri paylaşan iki şehrin insanları ise tek bir kurala uydukları sürece bir sorun yaşanmayacağını biliyor: ‘‘Diğer şehri görmezden gel.’’
Basit görünüyor: Umursamayacağız, görmezden geleceğiz, farkında değilmişiz gibi davranacağız. Bir yerlerden tanıdık geliyor mu? Hepimizin şehrinde girmekten imtina ettiğimiz sokaklar, gecenin ilerleyen saatleri olduğunda uğramaktan kaçındığımız, yolumuzu değiştirmemize neden olan mekanlar, hiç gitmediğimiz, ancak önyargılarımızdan dolayı kafamızda belirli şekillerde kodladığımız mahalleler yok mu? Duymadığımız, görmediğimiz, aslında görmezden geldiğimiz sokaklar; o sokaklarda idame ettirilmeye çalışılan hayatlar, hikayeler; hiç şahit olmadığımız, şahit olmak istemediğimiz sevinçler, üzüntüler, acılar; hepsi yanı başımızda. Ama bakmıyoruz.
Birinin yardım çığlıkları geliyor kulağımıza, duymak istemiyoruz. Birisini sokak ortasında öldüresiye dövüyorlar, kafamızı çeviriyoruz. Görmemek için kafamızı çevirmediğimiz sokağın ortasında, adımlarımızı atmadığımız yokuşun ardında bunlar oluyor. Biz ise bütün bunlara sırtımızı dönerek şehri zihnimizde kurguladığımız haliyle görmeyi tercih ediyoruz. Haliyle, zihnimizde kurguladığımız şehirlerde yaşıyoruz. Önce görmemeyi, duymamayı, tepkisiz kalmayı öğreniyoruz. En sonunda umursamamak, kendi kendine yetişiyor zaten. Dış alıcılarını kapatan insandan başka ne beklenir ki? Esasında hepimiz sokaklarını, caddelerini, mahallelerini, binalarını çiziyoruz yaşadığımız kurgusal şehrin. En sona ise duvarları bırakıyoruz, içine kendimizi hapsettiğimiz duvarları. Böylece korkuyu da yeşertiyoruz. ‘‘Ya ihlal edersem, ya aşarsam duvarları? Onları görürüm, halbuki görmemem lazım!’’ Kurgusal şehrimize bir bekçi dikiyoruz böylece. En çok da bize dikkat etsin diye.
Yazdıklarının ‘‘tuhaf kurgu’’ olduğunu söylüyor ‘‘Şehir ve Şehir’’in yazarı China Mieville. Tuhaf kurgu. Kulağa hayatı çağrıştırıyor.
İstanbul mu, Ankara mı, İzmir mi?
Beszel ya da Ul Qoma mı, Shire mı, Hur At-Hur mu?
Siz hangi kurgusal şehirde yaşıyorsunuz?
___________
DEV YAZI ÇAĞRISI 30 Ağustos’a kadar yazılarınızı kabul edecek. Detaylar burada.