Geride bıraktığımız bu sene film ve dizi camiası için çok olaylı geçti. senenin bizi ilgilendiren en büyük olaylarından biri ise merceği uluslararası camiadan kendimize çevirtti. Neredeyse üç yıldır hayatımızda olan Netflix’in ilk Türkiye menşeili dizisi ha çıktı ha çıkacak derken beklenen gün geldi çattı. The Protector, 14 Aralık’tan itibaren Netflix’te yayınlanmaya başlayacak.
Sizleri bilmem ama ben bu diziye çok yükseldim sevgili geekler. Dizi yerli olmasına rağmen fragmanı Türkçe dublajlıymış gibi çıksa da yapım aşamasında çıkan peşi sıra problemler dizinin kendisini gölgelese de ben yükselmeye devam ettim. Yani bir düşünün; Netflix Türkiye’de dizi yapıyor, nasıl yükselmeyeyim? Bu yükselişin gazıyla Netflix’in Türkiye’de dizi yapmasının önemini biraz da olsa açıklamak istedim.
Bildiğiniz üzere Netflix daha kendisi gelmeden buram buram kalite kokan dizileri çoktan Türkiye izleyicisini ekran başına kilitlemişti. Netflix’in Türkiye’ye gelmesiyle sadece ABD değil birden fazla ülkenin dizileriyle tanıştık. İspanyol yapımı La Casa de Papel’e ülkece tutkuyla bağlandık, Alman yapımı Dark’ı topluca anlamadık derken ülkede uzun bir aradan sonra ilk defa Amerikan veya İngiliz yapımı dışında yapımları tecrübe edindik. Şimdi bunun bir de tersinin olduğunu düşünün: Birçok ülkede The Protector’un konuşulduğunu, Türkiye’den çıkan dizi kalitesinin bu denli yayıldığını düşünün. Bizde Tokyo ablamızın yüzü duvarlara boyanıyorsa neden Madrid’de de Muhafız’ımız ünlenmesin? Belki hayal dünyasına dalıyorum ama Netflix işte tam da bu şansı veriyor bizlere.
Esasen Türkiye dizi ihracatı konusunda gayet başarılı, dünya sıralamasında en üst sıralarda. Hatta Emmy ödüllü dizimiz bile var. Ancak ödülümüz de ihraç ettiğimiz diziler de yukarıda konuştuğumuz dizilerden tamamen farklı bir kategoride. Telenovela, yani pembe dizi diye tabir ettiğimiz dizilerimiz ile Balkanlar, Kuzey Afrika, Güney Amerika ve Orta Doğu ülkeleri başta olmak üzere doksan ülkeye zaten dizi ihraç ediyoruz. Fakat ihraç ettiğimiz diziler ülkemizde biteli yıllar geçmiş, uzun soluklu ve ağırlıklı olarak drama içeren diziler. Töre, yasak aşk, zengin ile fakirin aşkı derken kalite biraz yerlerde.
Hali hazırda ihraç ettiğimiz bölgelerde eğilim bu yönde olabilir, ancak yine bu sebeple bu bölgelerde gösterdiğimiz başarıyı Avrupa ve Amerika’da gösteremiyoruz. Çünkü batı mecrasındaki dizilere baktığımızda ise dramadan çok yaratıcılığa ve kaliteye önem verildiğini görüyoruz. Bizde pembe diziler ana akımken batı medyasında bu tip diziler kendi ayrı küçük kategorilerinde toplanmış durumdalar. Zaten az miktarda çıkardığımız pembe dizi kategorisi dışındaki kaliteli dizilerimiz de uluslararası mecra ile tanışmadığından dolayı çok büyük bir pazarda yer almıyor, sadece pembe dizilerimiz ile biliniyoruz.
İşte Netflix tam burada devreye giriyor. Para ve imkanlar bizden, kalite sizden diyerek bize büyük bir kapı açıyor. Eğer The Protector ile işler iyiye giderse daha birçok yerli yapım batı medyasında yer alabilir. Mesela artık batı medyasında sadece Haluk Bilginer ile değil birçok oyuncumuz ile iftihar edebiliriz.
Ben bu sebeple The Protector’a bu kadar yükseliyorum sevgili geekler. Ben diziyi değil, dizinin olabilme ihtimalini sevdim. Umarım yüzümüzü kara çıkartmazsın The Protector.