Gurur ve Önyargı’nın isminin kitaptaki en önemli iki temadan geldiğini ve bu temalardan her birinin bilhassa bir karakterle çok yakından bağdaştığını şuradaki yazıda söylemiş, dilim döndüğünce ön yargı kısmından bahsetmeye çalışmıştım. Bu yazımda da kitabın bir diğer önemli teması olan gururdan bahsedeceğim. Elbette ön yargı temasını Elizabeth ile bağdaştırdıysak geriye Darcy kalıyor ki onun da gururlu bir karakter olduğunu bir önceki yazıda da azcık çıtlatmıştım. Spoiler mı oldu bu? Eh, artık yazının geri kalanını Darcy’den bol bol bahsedeceğimi bilerek okursunuz.
Jane Austen’ın Gurur ve Önyargı’da yalnızca bir aşk hikâyesi anlatmadığını, onun yanında hem yaşadığı döneme dair bir toplumsal eleştiri yaptığını hem de bize hayatın gerçeklerini gösterdiğini söylemiştim. Elizabeth’in ön yargılarını yenerek hayatında yeni bir sayfa açtığını ve kitabın sonunda yazdığı mektupta da bir zamanlar aklına dahi gelmeyecek bir hayata başlayıp eskisinden çok daha mutlu olduğunu gördük. Yalnız kitabın bu manada vermek istediği mesaj, ön yargılarınızı yıkarsanız zengin bir adamla evlenip mutlu yaşarsınız değil, ön yargılarınız sizin çok uzaktaymış gibi gördüğünüz o geleceğe sahip olup mutlu yaşamanız yolundaki engeldir dersek daha doğru olur sanırım. Böyle bir genellemeyi yapmak zorundayız zira dört yüz sayfalık bir klasikten bahsediyoruz, yani, Jane Austen eğer sıradan bir aşk hikâyesi anlatmak isteseydi bunu yüz sayfada da yapardı, iki yüz sayfada da. Hem de bahsettiği temalara değinmek zorunda kalmadan.
Austen’ın yaşadığı dönemde, İngiltere’deki kapitalizmin yükselmesiyle (Kapitalizme olan inancın ne denli büyük olduğunu bir örnekle anlatayım: Adam Smith o ünlü kitabı Ulusların Zenginliği‘ni bu dönem yazmış) derinleşmiş bir problem olan toplumsal hiyerarşiden kaynaklı bir diğer önemli özellikti, insanların kendileriyle öyle ya da böyle gurur duymaları. Gururlu insanların, zengin oldukları için, genelde üst sınıfa mensup olmasını beklersiniz fakat bu kitapta durum bu değil, neredeyse herkes karakter kusuru olarak gurura sahip ki bunu, bir önceki yazıda Elizabeth üzerinden biraz anlatmıştım. Kitaptaki karakterler, neredeyse herkese karşı ön yargı besleyebilecek bir sebep bulabilmeleri gibi, mutlaka kendileri hakkında gurur duyacak bir şey de bulabiliyorlar. Eh, üzerine düşününce gurur hissinin bünyemizden uzak tutmamız gereken bir his olmadığını anlayabiliyoruz, elbette bunu Austen da dönemin okuyucusu da anlayabiliyordu fakat gururun fazlasının yıkıcı sonuçlar doğurabiliyor olması, ta Antik Yunan edebiyatından kalma bir derstir. Bunu ileride daha iyi açıklayacağım.
Daha karşılaştıkları ilk anda gururuna yenilen Darcy, Elizabeth’in dans teklifini, onu “kendisini etkileyecek kadar güzel” bulmadığını yüzüne karşı söyleyerek reddediyor. Böyle dediğimde “Vay, ne kadar da küstah birisi” diyebileceğimiz türden bir karakter oluyor değil mi? Öyleyse lütfen ilk yazıyı hatırlayalım, ön yargılarımıza kurban gitmeyelim. Söylediği bu tek cümle ile onun bütün karakterini anlayabildiğimizi söylemek yanlış olur. İşte Elizabeth de zaten burada hata yapıyor, onun tek bir cümlesi ile tüm kişiliğini çözdüğünü düşünüyor. Darcy ise gururundan bir türlü vazgeçemediği için o ilk tanışmalarında hata yaptığını kabul etmiyor, böylece onun gururu Elizabeth ile bir şeyler paylaşmaları yolunda büyük bir engel oluyor.
Önceki yazıda Elizabeth’in Darcy’e karşı duyduğu hisleri önyargının perdelediğini söylemiştim, aynı şekilde Darcy’nin Elizabeth’e karşı bir şeyler hissettiğini öncelikle kendine itiraf etmesini engelleyen de gururu oluyor. Darcy, çevresi dışında kalan herkese burnu havada bakıyor, bunu da normal karşılıyor. Elbette Elizabeth gelip onu tersleyene dek. Bu hareketiyle Elizabeth, farkında olmadan Darcy’e bir şey öğretiyor: Kimseyi hafife alma. Elizabeth’in ona söylediklerini bir savaş mahiyetinde kabul eden Darcy de gururunu bir türlü yenemiyor, aralarındaki soğuk savaşı sona erdirecek adımı atması otuz altıncı bölümü buluyor. Yalnız öyle ki o adımı attığında dahi gururundan taviz veremiyor! Evlenme teklifi ederken Elizabeth’in ailesinin, tabiri caizse “toksik” olduğunu, Elizabeth’in yüzüne şak diye söyleyiveriyor. Yaptığı şeyin yanlış olduğunu anladığını biz sonradan öğreniyoruz zira Darcy gururuna yediremediği için gidip Elizabeth ile konuşamıyor.
Bütün bunlar bizi şu noktaya getiriyor: Darcy’nin gururu, onun, kendini ifade etmesine engel oluyor. Böylece korktuğu başına geliyor. Kendisinden alt sınıfta olan Elizabeth onunla dalga geçiyor, onu yüzüne karşı eleştiriyor, onun aleyhindeki dedikodulara kulak veriyor. Böylece incinen yalnızca Darcy olmuyor, Elizabeth de inciniyor. Aralarındaki bağ zayıfladıkça zayıflıyor. Bu iki tarafı da yıpratıyor. Böylece karakterleri inciten Shakespeare-vari bir iletişim kopukluğu ortaya çıkıyor, neyse ki Jane Austen Sheakespeare kadar acımasız birisi değil.
Durum böyle olsa da gurur bu kitapta tamamen kötü yansıtılmıyor, bu durum da aynı ön yargıdaki gibi biraz ironik: Kitabın sonunda karakterlerin ikisinin de gelişimine katkı sağlayan duygu gurur oluyor. Elizabeth de Darcy de gururlarını yenmenin yolunu buluyorlar, Darcy böylece burnu havada bir karakterden hepimizin kalbinin ortasına yerleşen tatlı birisi oluveriyor, Elizabeth de gururunun fişeklediği ön yargılarına söz geçirmeyi öğreniyor.
Aslında gurur dediğimiz tema, yalnızca Romantik dönemde değil, Antik Yunan edebiyatında da pek çok defa irdelenmiştir. Öyle ki Antik Yunan edebiyatı gurur hissini ikiye ayırır: “Kleos” ve “hubris”. Kleos, savaşın getirdiği şan şöhretle alakalı iken hubris, trajedilerde karakterin sonunu getiren aşırı gururlu olma durumudur. Icarus’un çok yüksekten uçmasının, böylece çok yüksekten düşmesinin de sebebidir. Gurur ve Önyargı’da hubris sebebiyle düşüş yaşayan herhangi bir karakter olmamasına karşın, Elizabeth için de Darcy için de hayatlarını gereksiz yere zorlaştıran ve belki de sonunda mutlu olamayacakları bir noktaya çekme potansiyeli olan bir his oluyor. Öyleyse soru şu: Gurur duygusu ne zaman egoya dönüşür, hak edilmiş gurur ile toksik gururu ayıran o çizgi nerededir?