Geçtiğimiz hafta The Boys dizisinin ikinci sezonu, yayınlanan ilk üç bölüm ile beraber başlamıştı. Biz de çok özlediğimiz diziyi tek bir yazıda incelemiştik. Genel olarak oldukça hareketli girişinin ardından karakterlerimizi birçok farklı hikâyenin başlangıcına sürükleyen dizimiz, bu hafta çıkan Nothing Like It In The World adlı dördüncü bölümün ardından biraz daha vites düşürdü ama bu, kesinlikle kötü bir şey değil. Bu bölüm biraz daha karakterlerin kendi içlerinde çözdükleri, özellikler ikili ilişkilerin ağırlıklı olduğu bir bölümdü. Eh ben tutamıyorum artık kendimi hemen spoilerlı olarak dördüncü bölümden konuşmaya başlayalım.
Bu bölüm toplamda dört ilişki ve birkaç iç hesaplaşma üzerinden yürüdü. Bunlar Hughie -Annie, Billy-Becca, Frenchie-Kimiko ve son olarak Homelander-Doppelganger çiftleriydi. Özellikle sonuncusu hakkında oldukça fazla konuşulacak şey var ama valla neresinden tutsak konuyu bilemediğimiz için onu en sona bırakıyorum. Ve birbirinin neredeyse yansıması denecek iki ilişkiden, Hughie-Annie ve Billy-Becca çiftlerinden başlıyorum.
Bu bölümde Grace Mallery’in, Amanda Waller benzeri “Ya Homelander bir gün Beyaz Saray’dan içeri girer ve başkanı kaçırırsa” tarzındaki replikleri ile hem Becca’nın bulunduğu konumu hem de eskiden Liberty adını kullanan bir süper kahraman ile ilgili ipucuyu Billy Butcher’a verdi. Billy, kendisi Becca’nın peşine giderken Liberty hakkındaki ipucuyu da Mother’s Milk’e vererek takımını ikiye ayırdı. Homelander’ın alenen ölüm tehditi ile karşı karşıya kalan Annie’nin de Hughie’nin grubuna katılmasıyla artık iyice belirginleşen bu iki takım kendi hedefleri doğrultusunda yola çıktı.
Birbirlerini yıllar sonra ilk defa bulan Becca ve Billy Butcher ile ilişkilerinin emekleme adımlarını atan Hughie ve Annie çiftleri bu noktada birbirlerine, neredeyse bir ayna yansıması kadar benzer olay akışı içinde buldular kendilerini. Başlangıçta eşlerini bıraktıkları durumlardan dolayı birbirinden özür dileyen çiftler önce şartlar elvermediği için ayrılmak zorunda kaldılar, daha sonra şartları tamamen göz ardı ederek birbirlerinin kollarına koştular.
Hem Billy hem de Becca, kendisi yüzünden eşinin yüzleşmiş olduğu sorunlardan bahsederken Hughie ve Annie kendi yaşadıkları sorunları karşılaştırarak, adeta kimin hayatı daha kötü yarışması yapmakla meşgullerdi. Öte taraftan her şey tam yolunda gidiyor derken önce Becca daha sonra da Annie bu ilişkilerin böyle gitmeyeceği bildirerek Billy ve Hughie’ye büyük bir darbe vurdular. Bu iki olay yine birbirine çok benzese de yine aynadaki bir yansıma gibi tezat oluşturuyordu. Annie, Hughie ile bir daha birlikte olamayacak olmasının sebebinin, asla gardını düşürmemek, hazırlıksız yakalanmamak ve aslında Hughie’yi tehlikeye atmamak olduğunu açıklarken; Becca, asıl tehlikeleri kovalayan kişinin Billy olduğunu söyleyerek onun yanındayken kendisi ve oğlunun güvende olamayacağını ifade etti. Böylece hem Hughie hem de Billy kalbi kırık bir şekilde bölümü kapattılar.
Gözlerinin önünde kardeşinin öldürüldüğünü gören Kimiko’nun Stormfront’a olan öfkesi giderek büyüyor. Fakat aynı zamanda ilk karşılaşmalarındaki ağır yenilgisi yüzünden ondan olabildiğince korkuyor. Bu yüzden Kimiko’ya yardım etmeye çalışan Frenchie bu denemelerinde büyük bir başarısızlık gösteriyor ve ne yazık ki o da kırık kalpler kulübüne adını yazdırıyor.
Homelander’ın olayına geçmeden önce konuşmam gereken birkaç şey var. Aslında lafı dolaştırıyorum da diyebilirim ama siz de bana hak veriyorsunuzdur. Çiftler arasında kalan ve bana göre bu bölümün görünmez kahramanı olan Mother’s Milk’den bahsetmek istiyorum size biraz. Bu bölüm nedense kör göze parmak derecesinde bize Mother’s Milk’in alışkanlıklarından, huylarından, tiklerinden ve babası ile ilişkisinden bol bol detay verdi. Vought ile mücadelesini bir nevi babasından devraldığını söyleyen Mother’s Milk, bunu kendi çocuklarına devretmemek için çaba gösterdiğini söyledi. Bu sözün, benim kalbimde yara açması bir yana aklımda bir soru işareti belirdi. Stormfront gibi ırkçı bir karakterin peşinden giden The Boys ekibinden Mother’s Milk acaba ileriki bölümlerde hüzünlü bir ölüm ile bize veda mı edecek? Karakterin ölümünün daha vurucu olması için mi bu hazırlıklar? Yapmayın be?
Bölümde olan diğer olayları da küçük bir özet geçtikten sonra Homelander kısmına geleceğim söz. Öncelikle A-Train, The Seven’dan kovuldu ve bunu rakibinin kendi yerine alındığını görerek öğrendi. Açıkçası devam bölümlerinde ne olacak, The Boys ile işbirliği mi yapacak yoksa Deep gibi kendisini Homelander’a kanıtlamaya mı çalışacak bilmiyoruz. Bölümün olur olmadık yerlerinde anlam veremediğimiz şekilde demeç veren kadınların, bölümün sonunda Deep’in imajını düzeltmek için eş seçme mülakatlarında olduğunu anladık. Hala ölmedi bu adam ya gerçekten inanılmaz. Ama en azından çok az gözüktü, o güzel. Öte yandan bir televizyon programında “Vought süper kahramanları arasında neden beyazlar çoğunlukta?” gibi bir soru ile karşı karşıya kalan Homelander’ın, hem Maeve’in sırrını bildiğini göstermek hem de sorudan kaçmak için “Benim gay arkadaşlarım” kartını oynaması tam Homelander’a yakışan bir hareketti.
Evet. Homelander’a yakışan hareketlerden söz açılmışken artık konuşmamız gereken kısma geldik. Bölümün başlarında Stormfront için yapılan mimlere göz gezdiren Homelander’ın, zaten hali hazırda sıkkın olan canı daha da sıkıldı ve bir anda uçarak bir evin önüne gitti. Bu arada hemen söz konusu bu mimlerin inanılmaz komik olduğunu da belirtmek istiyorum. Biz yine Becca’nın başını şişirecek zannederken bir anda karşımızda Madelyn Stillwell’ı görünce şok olduk. Tam nasıl, ne alaka gibi soruları kendimize sorarken meğerse Madelyn’nin ölümden geri dönmediğini; Homelander’ın, başkalarının vücuduna dönüşebilen Doppelganger isimli bir süper kahramanı tehdit ederek kendisini tatmin ettiğini anladık. Hani diyoruz ya Homelander’dan beklenilecek bir hareketti diye bunu biz bile beklemiyorduk.
Stormfront ile yaptığı konuşmadan rahatsız olan ve bir kere daha kendi egosunu tatmin etmeye çalışan Homelander’ın, Doppelganger’ı ikinci defa ziyaret edişi ise ilkinden çok daha tuhaftı. “Kendinle yaparsan gaylik sayılmaz” gibi farklı cümlelerin kurulduğu sekansın sonunda Homelander, Stormfront’un aklına soktuğu cümlelerle “Kimsenin beni sevmesine ihtiyacım yok” diyerek Doppelganger’ı öldürdü ve ikinci sezonun kalanında farklı bir Homelander izleyeceğimizin ilk işaretini verdi. Ama garipti işte yani. Her şey çok garipti.
The Boys ikinci sezon dördüncü bölüm hakkında bizim diyeceklerimiz bunlar. Siz bölümü sevdiniz mi? Neler hoşunuza gitti, neler gitmedi, en sevdiğiniz kısmı neydi? Yorumlarda buluşalım.