Marvel’ın dördüncü fazı başladığından beri en çok merak ettiğim yapımlardan biri olan What If…? sonunda geldi çattı. Çünkü hem animasyon olması hem de adı üstünde, peki ya öyle olursa diye daha önce pek düşünmediğimiz senaryoları ve olasılıkları izleyebilecek olmak; beni fazlasıyla heyecanlandırıyordu. Farklı evrenler izlemek, belki WandaVision’da belki biraz da Loki’de beklediğimiz bir durumdu ama bu durum, bence ikisinde de tatmin edici derecede olmadı. İşte bu beklentiyi karşılayacağını düşündüğüm tek bir yapım vardı, o da What If…? idi. İlk bölümü de geldi çattı ve bu dizi sayesinde belli ki bambaşka Marvel hikayeleri ve evrenleriyle tanışacağız. O zaman lafı daha fazla uzatmadan, gelin ilk bölümü spoilerlı bir şekilde konuşalım!

Öncelikle peşin peşin söyleyeyim de içimde kalmasın, sonunda be kardeşim! Sonunda, farklı evrenlere ve farklı hikayelere doya doya tanık olduğumuz ve olacağımız bir Marvel yapımı geldi. Bana sorarsanız şimdiye kadar birçok kez bunu duyduk ama dişimizi dolduracak kadar farklı evrene ve akla gelmeyecek hikayelere tanık olamadık ama What If…? tam olarak bunu hissettirdi bana. Hele bir de benim gibi çizgi romanları ezbere bilmeyen ve sinematik evreni takip eden biriyseniz siz de benimle benzer şeyler hissetmiş olabilirsiniz. Ayrıca, Animated Series’leri izleyerek büyümüş bizler için bu tip animasyonların ayrı bir keyif verdiğini düşünüyorum. Eh, bu kadar genel yorum yeter dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız, daha spoilerlı ve detaylı bir şekilde bahsedelim.

What If…?, bizlere her şeyden önce bir anlatıcı ile selam veriyor. “Watcher” yani Gözcü olan bu varlık, Watchers adlı topluluğun bir üyesi olan ve çizgi romanlardaki adıyla Uatu olarak bilinen varlığın ta kendisi. Bir nevi Fringe dizisindeki Observer yani Gözlemciler gibi düşünebiliriz ama onlardan farklı olarak Gözcüler, olaylara kesinlikle müdahil olamıyor. Hatta direkt kendi tabiriyle “müdahale etmem, edemem, etmeyeceğim.”, en azından şimdilik bu böyle. İşte bu Gözcü, dizi boyunca bize eşlik edecek olan anlatıcımız. İlk bölümden de bize aslında Loki’de benzer şekilde duyduğumuz şu farklı evrenlerin varlığına dair kısa bir girizgah yapıyor ve hikayemiz adeta Captain America First Avenger filmine açılıyor.

Gözümüzü, süper asker serumunun Steve Rogers’a uygulanmak üzere olduğu ana çeviriyoruz. Her şey normal gibi gidiyor. Steve Rogers serumu almak üzere, yanında çok sevdiğimiz Peggy Carter ile birlikte kabinine doğru gidiyor. Ancak tam o esnada, Peggy Carter çalışma alanının dışına çıkmayıp orada beklemeyi seçerek tıpkı Gözcü’nün dediği gibi yeni bir evren ortaya çıkarmış oluyor. Derken, süper asker serumunu çalmak üzere ajan olduğu belli olan biri bir bomba patlatıyor. Ortalık iyice karışıyor, Steve Rogers yaralanıyor ve Peggy Carter ani bir karar ile süper asker projesinin boşa gitmemesi için kabine kendi giriyor. İşte karşımızda süper asker bir Peggy Carter!

Evet, bu gerçekleşti. Daha önce ne çizgi romanlarda ne de sinematik evrende görmediğimiz bir olay yaşandı ve Peggy Carter, Captain America -daha doğrusu bir İngiliz olduğu için Captain Britain- oldu. Onun adına da bundan böyle Captain Carter diyeceğiz. Sizi bilmem ama ben Captain Carter karakterinin doğuşunu da kendisini de çok sevdim. Bölüm boyunca heyecanla izledim ve ”What If..?” sorusuna da çok ilginç bir cevap aldığımı düşünüyorum. Yani hangimiz süper asker serumunun Peggy Carter’da kullanılması ve onun bir Captain America olması ihtimalini düşündük ki? Pek çoğumuzun aklına dahi gelmeyecek bir şey izlemiş olduk ve bu şekilde gelişen bir hikayeyi izlemek de oldukça ilginçti. Çünkü sinematik evrende gerçekleşen pek çok olay farklı şekillerde gerçekleşti. Peggy Carter yeni kaptanımız oldu, bizim evrenimizde kaptan olan Steve Rogers da burada Iron Man oldu ve daha nice ilginç olaylar yaşandı.

Aslında genel itibariyle tanıdık olaylar gerçekleşti. Red Skull burada da Hydra ile dünyayı ele geçirme peşinde. Burada da kaptanımız ve ekibi -ki o ekibin içinde zaten tanıdığımız Howard Stark ve Bucky Barnes da var- Red Skull’ı durdurmak ve Tesseract’ı onun elinden almak için çabalıyor. Hatta bunu başarıyorlar ve Tesseract sayesinde Steve Rogers bir Iron Man’e dönüşüyor. Tabii bir noktada Red Skull, Red Skull’lığını yaparak kontrolü tekrar ele geçiriyor ve The First Avenger filminin aksine, Tesseract ile bir portal açıyor ama ölmüyor. Ancak kaderi yine çok değişmiyor ve portaldan çıkan ahtapotumsu dev bir yaratık Red Skull’ı kürdan gibi çıtırdatıyor. O esnada tabii devreye bizimkiler giriyor ve Captain Carter başta olmak üzere bu dev yaratıkla mücadele etmeye çalışıyorlar. Tam bu noktada dikkatimi çeken ve benim çok hoşuma giden bir detay var. O da Captain Carter’ın eline bir kılıç alması. Kılıçlı kalkanlı bir kaptan görmek ilginç hissettirdi ve çok da yakıştığını düşünüyorum.

Finale doğru gelirken ise Captain Carter kendini feda ederek, yaratığı portala itiyor ve kendi de portaldan geçmiş bulunuyor. Sonra da portal kapanıveriyor ve Tesseract formuna geri dönüyor. Ee, ne oldu şimdi? Ne olacak, Captain Carter o Tesseract’ın içinde mahsur kaldı tabi. Ancak hemen arkasından -belli ki yıllar sürmüş bilimsel çalışma sonucu- Tesseract’ın tekrar açıldığını görüyoruz. Bu sayede de Captain Carter portaldan geri geliyor ama tıpkı The First Avengers filminde Steve Rogers’a olduğu gibi, o da 70 yıl sonra geliyor. Bu ve bunun gibi birkaç sahne vardı ki, bu sahneler aslında biz fanları iyice gıdıklıyor veya duygulandırıyordu. Bunun gibi başka bir fan servis sahneye örnek verecek olursam -ki benim favori sahnelerimden biriydi- Peggy Carter ile Steve Rogers arasında geçen diyalog demek isterim. Hani şu, Carter’ın Steve’e “Sen o zırhtan fazlasısın. Zırh, içindeki olmadan bir hiçtir.” dediği sahne. Hem Iron Man karakterini çok seven biri olmak hem de bu cümleyi sinematik evrende daha önce birebir duymuş olmanın da etkisiyle bu sahne beni duygulandırdı. Eminim sizin de yer yer böyle hissettiğiniz olmuştur.

Ya tutarsa…? dizisi -şaka şaka- ya da What If…? dizisinin ilk bölümü bu şekilde alternatif bir Captain America The First Avenger filmi gibiydi. Animasyonları, müzikleri, hikayesi ve en çok da bu farklı evrenler farklı hikayeler anlatmasıyla benim şimdiden ilgimi çekmeyi başardı. Sanıyorum ki her bölüm bunun gibi farklı evren ve karakterler izleyeceğiz. Bir noktada hepsi birleşir mi, sezon finalinde hepsi büyük bir kavgaya gider mi bunu göreceğiz ama şimdilik izlediğimden memnunum.

Sizin What If…? hakkında görüşleriniz nelerdir? Farklı evrenlere tanık olmak sizi de heyecanlandırdı mı ve bu bölüm özelinde bir Captain Carter kazanmış olmamızı nasıl buldunuz? Kılıcıyla kalkanıyla, her şeyiyle benim çok hoşuma gitti!

Author

tasarımcı, fotoğrafçı, oyuncu, teknolojisever, soundtrack delisi. her türlü online mecradan ulaşmak için: @mfurkanakyuz

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.