Sandman çizgi romanlarının Netflix tarafından dizi hâline getirileceğini duyduğumuzda uyarlanmasını istediğimiz sahneler kadar asla uyarlanamayacağını düşündüğümüz bazı bölümler vardı. Bugün konuşacağımız “24 Saat” bu bölümlerin başında geliyor. Karanlık atmosferi ve şiddet seviyesi yüzünden, “Çizgi romanlardaki gibi aktaramazlar” diye düşündüğümüz bu bölümün, hiç bu kadar güzel bir şekilde ekrana yansıtılmasını beklemiyordum açık söyleyeyim. Yine açılış paragrafımızda çok fazla şeyi anlatmaya başladım. Ben daha fazla her şeyi açık etmeden gelin The Sandman dizisinin “24 Saat” isimli beşinci bölümünü spoilerlı olarak incelemeye başlayalım.

Odadaki Sosyopatı İşaret Edelim!

John Dee, Sandman sahnesine ilk adımını attığından itibaren David Thewlis’in oyunculuğu ve bizzat John Dee’nin karakterizasyonunu ne kadar övdüğümü biliyorsunuz. Dizinin bir sosyopatın hikâyesini anlatırken hiçbir şekilde acele etmemesi, karakteri bize neredeyse bakın neredeyse diyorum empati kurulacak bir tip gibi vermesi, başlı başına bu bölümü güzelleştiren en büyük etmenlerdendi. John Dee’nin yanında bulunan çoğu kişinin tehlikede olduğunu bilmemiz öte yandan yolu John Dee ile kesişip hayatta kalmayı başarabilen insanların var olduğunun da farkında olmamız, 24 Saat bölümündeki tüm karakterler için hem endişe etmemizi hem de kurtulmaları için ümit etmemizi sağladı. Bu da gözümüzü ekrandan bir saniye bile ayırmamıza neden oldu.

Dizinin bu bölüm, daha doğrusu John Dee hakkında verdiği tüm kararlar o kadar doğruydu ki anlatamam. Çizgi romanlarda yakut yüzünden tam bir deliye dönen John Dee’nin yaptıkları ne yazık ki bu deliliği yüzünden bize tam olarak vahşice gelmiyordu. Nihayetinde evrenin en güçlü eşyalarından birini ele geçiren ve akıl sağlığı yerinde olmayan biri istediği her şeyi yapabilir ve akıl sağlığı yerinde olmadığı için onu tam anlamıyla yargılamayız bile. Çizgi romanlarımızın aksine dizimiz, bize biraz daha aklı başında bir John Dee portresi çizerek, bize karşımızdaki insanın her şeyin farkında olarak bu vahşeti işlediğini aktardı ve hâliyle biz bundan çok daha fazla ürperdik.

“24 Saat” için verilmiş bir diğer doğru karar ise bütün bir bölümün tamamen bu hikâyeye odaklanmış olmasıydı. John Dee ile birlikte girdiğimiz lokantadan başka hiçbir karakter için çıkmadık ve adeta diğer karakterler gibi biz de bu lokantada John Dee ile kısılıp kaldık. Şiddet dozu giderek artan bölümde kendimizi rahatsız hissetmeye, ürpermeye hatta korkmaya başladık fakat yapımcılar bizim elimizden tutmadı ve her şey için çok geç oluncaya kadar odağını John Dee üzerinde tuttu. Bakın iddia ediyorum tek bir küçük sahnede, dizinin yapımcıları kadrajlarını bu lokantadan başka bir yere, örnek veriyorum Düşlem içerisindeki Lucienne’e çevirseydi bölümden aldığımız zevkin aynısını alamazdık. O kadar kritik bir doğru karardı.

Her Birimizin Bir Hikâyesi Var

Her ne kadar “24 Saat” bölümü John Dee adındaki bir sosyopat ve onun talihsiz kurbanlarıyla olan macerasını konu alsa da bu maceranın klişeden uzak olmasının bir sebebi var. O da kurbanlarımızın her birinin kendi hikâyesine sahip olması. Neredeyse tek mekânda geçen 24 Saat bölümündeki karakterlerimizin her birinin yaşam öyküsü, aşkları, acıları, pişmanlıkları, hataları, günahları tek tek anlatıldı. Böylece karakterlerimizin başına gelen kötü olaylar bizi daha fazla etkilemeye başladı. Onlar kendi hikâyelerini anlattıkça bizim için bir katilin öldürdüğü sıradan altı dizi karakteri olmaktan çıkıp, ete kemiğe bürünerek bir birey hâline geldiler. Bu da bizim bölümü sevmemize neden olan en büyük etmenlerden biriydi.

Sahne tasarımının hep aynı kalmasından dolayı tek mekân yapımları, diyaloglara ve oyunculuklara çok daha fazla önem verir ve bu yüzden benim favori dizi ya da filmlerimin başında gelirler. “24 Saat” bölümü de bu konuda da fazlasıyla başarılı bir bölümdü. Her bir karakterin kendi parlama anına sahip olduğu bölüm, bize oldukça sağlam diyaloglarla dolu, harika karakterler sundu. Gerçekten uzun bir zaman geçse de bu bölümdeki karakterleri aklımızdan çıkarmakta zorlanacağız. Ve tabii başlarına gelenleri de…

“Vahşet” Kelimesi Bunun Yanında Hafif Kalır!

Aslında yukarıda biraz bahsetmiştik. Sandman dizisinin uyarlanacağını duyduğumda aklımda “Görmeyi Beklediğimiz ve Beklemediğimiz Sahne” gibi bir yazı yazma fikri vardı. Beklediğimiz sahneler şöyle bir kenara dursun görmeyi beklemediğimiz sahnelerin başında benim için “24 Saat” bölümü yer alıyordu. İlk sayfasından son sayfasına kadar sürekli artan şiddet dozuna sahip bölümün, Netflix için bile oldukça karanlık olduğunu düşünüyordum. Fakat Netflix, elini hiçbir şekilde korkak alıştırmadı ve ancak çizgi romanlarda görmeyi beklediğimiz sertlik seviyesini bize sunmayı başardı.

Önce karakterlerimizin tek tek arzularını ortaya çıkarmalarını sağlayan John Dee, daha sonra onları kendi içlerine bakmaya zorladı ve orada gördükleri tek şey vahşetti. Birbirlerini acımasızca öldüren, kendi ellerine çiviler çakan, tek tek parmaklarını kesen, nihayetinde de intihar eden altılı ekibimizin sonu fazlasıyla acı doluydu. Bette’in gözlerine iki tornavida saplamasıyla biten bu kâbus, uzun süre aklımızdan çıkmayacak bence.

Ve Rüyalar Lordu Sahneye Çıkar!

John Dee’nin bize yaşattığı şiddet dolu anlar, Lord Morpheus’un kapıda görünmesiyle birlikte son buldu. İnsanların düşleri ve umutlarıyla olan sonsuz mücadelelerini John Dee’ye açıklayan Morpheus, onu kendi diyarına çekerek büyük bir savaşın içerisine girdi. Bir önceki bölümde Cehennem’de Lucifer’dan sihirli eşyalar ve onlara neden güven olmayacağına dair sıkı bir ders alan Rüya, John Dee’nin eline geçen yakuta ne yapacağını da az çok belli etti.

John Dee ve Morpheus arasındaki savaşı fazlasıyla beğendiğimi söylemeliyim size. Kendisine Rüyalar Lordu diyen birisi, düşmanına karşı yumruk yumruğa savaşsaydı hepten tadımız kaçardı. Fakat Sandman dizisi böyle bir dizi olmadığını bize bir önceki bölümde kanıtladı. John Dee’yi Düşleme çeken Morpheus, burada ona en zayıf olduğu noktadan, annesi üzerinden saldırarak bir sürü kâbus gösterdi. Bu kâbusların son anda farkına varan John Dee, önce Rüya’yı daha sonra da yakutu yok etmeyi başardı. Ya da en azından o öyle sandı.

Ah O CGI da Olmasa…

Toplamda beş bölümdür incelediğimiz Sandman dizisinde eleştirecek çok az şey bulduk. Bu zamana kadar sadece Johanna Constantine’i oynayan Jenna Coleman’ın role yakışmadığını söyledik ama o bile bizim tercihimizdi. Fakat beş bölümdür ilk defa yüzümü ekşitmeme neden olan bir görüntüyle karşılaştım. John Dee’nin, Rüya’yı yok ettiğini sandığı fakat bir anda onun avucunun içinde olduğunu fark ettiği bölümün özel efekti o kadar kötüydü k bir anda atmosferin tüm etkileyiciliğini yok etti.

Aslında burada küçük bir tercih hatası olmuş diyebilirim. Rüya’nın karşısında bir faninin ne kadar küçük olduğunu gördüğümüz bu sahnede Morpheus’u insan formunda göstermeyi tercih etmişler. Oysa ki tamamen bir insan bedeni yerine, evrenin ortasında duran yarı saydam bir insan silüeti gösterselerdi hem çok daha etkileyici durur hem de gözlerimize bu kadar kötü gelen bir özel efektle karşılaşmazdık. Neyse nazar boncuğu olsun bu da…

Yakutu ele geçiremese de yakuta hapsettiği gücü geri kazanan Rüya, böylelikle dolaylı yoldan tüm kayıp eşyalarını geri almış oldu. Roderick Burgess’in kendisine verdiği zararı hemen hemen telafi eden Rüya’nın ilk macerası artık neredeyse son bulmak üzere. Bölümün son dakikalarında ortaya çıkan Arzu‘nun, abisinin başına ne çoraplar öreceği de bir merak konusu. Gelecek bölüm ise yine Sandman dizisi duyurulduğundan itibaren en çok görmek istediğimiz sahneleri göreceğiz. O zaman yarın tekrar görüşmek üzere hoşça kalın diyorum ve bölüm hakkında sizin yorumlarını bekliyorum.

Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.