Bölüm II
Çocuk avazı çıkana kadar bağırmak istedi. Onu tutan sadece çevresiydi. Çevresindeki insanları takmazdı, ailesinin öğretileri olmasa. Ama bir sokak çocuğu değildi bizim çocuk. Adam ise sokak adamı değildi. Küçükken sokak çocuğu muydu bilemiyoruz ama her ihtimalde de kendini geliştirmiş bir havası vardı. Ya da çevreyi de göz önüne almasını öğrenmişti birilerinden. Görgüden yoksun değildi her ikisi de ama görgü nedir ve niye vardır konusunda, tam olarak bir fikir sahibi değillerdi. İnsanlar da bir zamanlar avazı çıktığı kadar bağırmak isteyen birer çocuklardı aslında ama bunu bastırmak için yine görgülerini kullanmış ve kendilerinden başka insanları rahatsız etmemek gerektiğini düşünmüşlerdi. Buna rağmen kimse doğal bir çığlıktan bahsetmeyi düşünmek bile istemiyordu.
‘Adam sakallarını neden uzatmıştı acaba?‘ diye düşündü çocuk. Ona yakışmıyordu. Aslında ne daha çok yakışır, pek bilmiyordu çocuk. Yalnızca televizyon seyrederken diğer insanlardan sakalca veya saçca farklı insanlar gördüğünde ailesinin ekşimiş suratını göz önünde tutarak yakışmadığını düşündü sakalın adama. Adamsa çocukla yeni tanışmışlığının verdiği bir kibirle pek oralı olmuyordu. Zaten kendisinin gayet yaşlı ve buna bağlı olarak bilge olduğunu düşünüyordu. Bir ara çocuğa yaşını sordu, sırf ne kadar daha deneyimli olduğunu hesaplayıp kendini rahatlatmak için. Çocuk on bir yaşında olduğunu söyleyince adam farkı buldu: Elli…
Belki elli kez tekrarladı içinden ne kadar görmüş geçirmiş olduğunu. Çocuk ise henüz pek görmemişti ve geçirmenin ne demek olduğunu bilmeyecek kadar küçüktü. “Neden sordun yaşımı?” dedi çocuk, sanki adam da on bir yaşındaymış gibi. “Biraz kibar konuş bakalım evladım” dedi adam. Çocuk aslında utandı ama hazır-cevaplılığından da ödün vermedi. “Evladınız mıyım ben sizin?”. Adam “Evladım değilsin ama bu bir hitap şeklidir. Büyükler küçüklere böyle derler” dedi, ilk defa verecek cevabının olmasının verdiği haz ile.
Sustu ikisi de. Anlam veremediler diyaloglarına. Anlamsızdı zaten diyalogları. Bütün suç yazarın, diye düşündüler. Yazarın aklında bir konu olsa yazıverecek. Ama bir konu bulamadığından böyle anlamsızca konuşturuyor bizi diye düşündü ikisi de. İşin aslı; yazar olmasa bunu da düşünmezlerdi ama yine de akıllarına bir “kukla” oldukları gelmiyordu. Ne demekti kukla? Adam çocuktan elli yaş daha büyüktü. Çocuk ise adamın altıda biri yaşındaydı. Ve bu matematik sorusunun verdiği kafa karışıklığı ile akıllarına sosyal bilimler gelmiyordu. Kuklanın ne demek olduğunu bilmiyorlardı. Çünkü yazar istemiyordu bilmelerini. Çünkü kimse istemezdi, insanları nasıl oyaladıklarının aslını söylemeyi.
Sonra adamın aklına bir soru takıldı her nasılsa. Yazıdaki adam kendisiydi, çocuk da işte karşısında duruyordu. Bir de yazar vardı ki o da, bu yazıyı yazıyordu. Peki ben kimdim? Neden üçüncü ağızdan anlatıyordum her şeyi? Yazar ve ben aynı kişiler miydik? İşte adam buna takılmıştı. Çocuk ise hayatında hiç kitap okumamıştı.