Şu yazıdan ilk filme dair eleştirime ulaşmanız mümkün. Fazlasıyla ve kimine göre de gereksiz derecede uzun bir şekilde eyyorladığım o yazıda, ilk filmi neden iyi bir giriş filmi olarak kabul ettiğimi anlayabileceksiniz. Ancak Crimes of Grindelwald için ağzımı açıp gözümü yumacağım; acımak yok.
Can Sungur’un “karakter enflasyonu” diye bir lafı vardır. Bu filmin tanımlamalarından biri de o maalesef ki. Koskoca bir karakter enflasyonundan başka bir şey değil. Neden mi? Size hikayede olan ama asla ve asla yeterince içinde bulunmayan karakterlerin hepsini sayıyorum tek tek: Newt Scamander, Tina ve Queenie Goldstein, Jacob Kowalski, Albus Dumbledore, Gellert Grindelwald, Leta Lestrange, Theseus Scamander, Yusuf Kama, Credence, Nagini ve hatta Nicolas Flamel. Başka kimse kalmadı değil mi? Şaka yapmıyorum, gerçekten tüm filmde olan ama aslında bir gram bile yeterli anlatılamayan karakterler bunlar. Yan karakter olarak yer alan Krall ve Abernathy gibi figüranları saymıyorum bile. Onların da varlığını tek bir mantıklı sebebe bağlamamasıyla anlaşılıyor ki bu, gerçekten de aklını peynir ekmekle yemiş bir Rowling göstergesi maalesef.
Bu saydığım karakterlerin hiçbiri ne merkezde ne de çeperde. Hepsi var ama asla ve asla neden orada olduklarını anlayabileceğiniz ölçüde bir varlık göstermiyorlar. Jacob’ın (ki filmde yer alan en aklı başında karakter kendisiydi) bile orada neden olduğunu ve hatta her şeyi nasıl oldu da hatırladı kısmını öyle yalap şalap anlatıp geçtiler ki, bütün 134 dakikanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz. Bir yapımın hızlı geçmesi çoğu zaman iyi olabilir ama yetersizlikler silsilesi bir filmde bunu tam tersinden değerlendirmek çok daha mantıklıdır.
Karakterlerin yetersiz anlatılmasını geçtim, tam anlamıyla bir düşüş yaşamalarından da bahsedeyim. Newt? Kafasını Tina’yla bozmuş sersem bir aşığa dönüşmüş. Tina? Newt nişanlanıyor yalan haberlerine kanıp trip kraliçesi olmuş. Queenie? Hayatımda gördüğüm en saçma karakter düşüşünü yaşayarak sebepsizce kötü tarafa geçen ama hala minnoş davranan bir kadına dönüşmüş. Grindelwald? Ucuz bir rock yıldızı cosplayi yapmış sanki Johnny Depp. Dumbledore? Jude Law olmasa gram kurtarmıyor. Nagini? Lan niye vardı ki o bu filmde? Nicolas Flamel? Ne halta yaradı cidden, çok mu gerekliymiş acaba? Credence? Bir kimlik bunalımı bu kadar berbat anlatılamazdı herhalde. Leta Lestrange? E ben bütün film bu kızın dramasını izledim, sonunda kendini feda etti…
Şaka yapmıyorum; her karakter her anlamda problemli. Üstelik sadece onlar değil, film gelmeden önce bizlere sunulan tüm fan-service haberler de öyle. McGonagall haberinin saçmalığı hala çözüme kavuşmadı; üstelik yarın öbür gün Rowling çıkıp da “Minerva değil ki o, büyük büyük bilmemnesi aslında.” derse çok ağır küfredeceğim, şimdiden uyarıyorum. Nagini var diye o kadar heyecan kastırdılar, Voldemort’a bağlanacak serinin sonu diye bir sevindik falan ama kadının varlığı bir halta yaramadı bile filmde. Nicolas Flamel‘i koymuşlar bir de, “Bunu ancak sen halledebilirsin Flamel.” diye bir arkadaşıyla konuşuyor falan, ama tek işe yaradığı kısım Finite büyüsünü yaparken oluyor. Bu büyü sadece Flamel’in aklına mı geliyormuş? Orada onca bakanlık çalışanı falan var, Flamel olmadan beceremiyorlar mı? Bir de Dumbledore’un hala anlamadığımız bir şekilde KSKS profesörü olması gibi bir problem de var. Fragmanlardaki Hogwarts’a geri dönüyoruz temalı ama sonunda hiçbir cacık çıkmayan flashbackler de cabası. Hepsini tek seferde tencere içine atıp yemek yapmaya çalışmışlar ama olmamış; bu bildiğiniz küflenmiş aşure arkadaşlar.
Her şey bir kenara, filmin ismi Grindelwald’ın Suçları. Peki bir suç emaresi görebiliyor muyuz Grindelwald için? Hayır. Koskoca filmde elimizdeki tek somut kanıt, hapishaneden kaçma girişimi. Birileri öldürülürken bile bizzat kendisi işlemiyor bu suçu, müritlerine salıyor görevi. E peki ben manipülasyon yeteneği Allahlık seviyesindeki bu adamın kötülüğünü görmeyeceksem ne diye “kötü adam” koltuğuna oturttum?
Bütün bir film boyunca kimin hikayesini izledim ben? Her kapının anahtarı gibi işlenen Newt Scamander’ın mı? Hayır. Obscurus olduğu için dünyanın ağzını burnunu dağıtan güçlü Credence’ın kimlik bunalımını mı? Yoo. Adını filme veren ve kötü olması gerektiği halde aslında mantıklı bir sebeple savaşını açıklayan Grindelwald’un mu? Alakası bile yok. Koskoca filmde sadece Newt Scamander’ın geçmişinden bir karakter olduğunu bildiğim ve dahiliyetini hala da çözemediğim bir karakterin hikayesinin etrafında şekillenmiş olaylar silsilesi izledim: Leta Lestrange ve Onun Karmaşık Aile Ağacı Dramaları. Yusuf Kama’ymış, yok efendim Credence’ı gemide kendi kardeşiyle değiştirmesiymiş derken olaylar vasat bir pembe dizi senaryosuna dönüyor. Sonunda kendini feda eden Leta da “Niye vardı ki filmde şimdi?” sorusunu sormamıza sebebiyet veren bir element haline geliyor.
Şu filmden bahsettikçe tansiyonum yükseldiği için daha fazla uzatmadan asıl olaya geliyorum: Credence’ın bir Dumbledore çıkması. Bir kere böyle saçma sapan bir şey hayatımda ne gördüm ne okudum. İki erkek ve bir de kız kardeş olarak bildiğimiz Dumbledore çocuklarının yeni bir kardeşi türedi. Ariana genç öldüğü için çocuğu olması imkansız, Anne Dumbledore da Ariana ölmeden evvel mezarı boyladı; yine mantıklı değil. Baba Dumbledore’un, tıpkı Lestrange gibi orada burada kadınlarla fink atıp gayrimeşru bir çocuğu olmalı, ki onun da vakti zamanında ölmüş olduğunu söylersek böyle bir ihtimalin de ortadan kalktığını anlayabiliriz. Yani her açıdan imkansız bir kardeş bu. Olmayan biri. Yırtık dondan fırlamış gibi Rowling’in önümüze attığı bir saçmalık silsilesi. Koskoca sihir dünyasında herkesin akraba çıkması ve bu kadar da tesadüfi (!) şekilde aynı yerlerde pozisyon almalarına girmiyorum bile.
Kendi topuğuna sıkan Rowling’in de muhtemelen bu saçmalığı atlatmak için “Grindelwald manipülasyon ustası, yalan söyledi Credence’a.”, “Dumbledore ailesinde uzaktan akraba oluyor Credence.” veya “Bilmediğiniz bir kardeş, Albus bile bilmiyordu.” tarzında beyanlarda bulunacaktır, na buraya yazıyorum; not alın. Çünkü vakti zamanında “Ben zenci değil demedim ki.” demesiyle zaten güvenilirliğini ve kendi yazdığı hikayeyi zerre hatırlamadığını kanıtlayan Rowling’in, o yedi kitaptan sonra hayatına mütevazi bir çiftlik evinde mutlu mesut devam etmesi gerektiğini tekrarlamak isterim.
Yazıyı tamamlarken size Crimes of Grindelwald‘ın tek iyi yanını söyleyeyim mi peki? Büyü dünyası referansları, sihirli yaratıkların şirinlikleri, yapılan büyüler ve savaş sahneleri. Eddie Radmayne’in oyunculuğu bile Johnny Depp’e çok inanılmaz bir şekilde bin beş yüz bastığı için başka bir şey konuşmak bile istemiyorum arkadaşlar. Günün sonunda yine kurtarıcımız Burnuk oldu, Jacob da serinin en makul karakteri olduğunu ispatladı. Rowling ise tek filmlik bir hikayeyi altından girip üstünden çıkarak, kendi dünyasına ihanet ederek beş filmlik bir sakıza dönüştürdü. Anlayacağınız Crimes of Grindelwald, Potterhead aklınızı bir kenara bıraksanız dahi çok keyif alamadan ve sorularla dolup taşarak izleyeceğiniz saçmalıklar silsilesi bir film olmuş.
Allah tependen baksın Rowling. Tekrarlıyorum, köyüne dön.