Özgür Virginia’nın Tanrısı: Vulcan
Yunan veya Roma mitolojisine şu ana kadar henüz bir giriş yapmamıştık dizimizde. Vulcan sağ olsun, onun sayesinde bu diyara da bir adım atmış olduk nihayetinde. Eh, girişimizle çıkışımız da bir oldu biraz sanki ama, ne dersiniz?
Yunan mitolojisinde Hephaistos olarak tanıdığımız Vulcan, Roma mitolojisinde Mulciber olarak da anılmaktadır. Ateş, işçilik, silah ve demirin tanrısı olarak bilinen Vulcan’ın ismi, günümüzde yanardağ olarak aşina olduğumuz oluşumlara (volcano) kaynaklık etmektedir. Dizide karşımıza ilk bakışta bir silah fabrikasının sembolik ismi olarak çıksa da, sonrasında anlıyoruz ki aslında gayet insanlar arasında gezinen biri ve bu fabrikanın var oluş sebebi.
Özgürlükler ülkesi Amerika’nın bu hissiyatı en derin yaşayan eyaleti olan Virginia’da konuşlanmış Vulcan, bir bakıma yeni tanrı mertebesine terfi etmiş aynı zamanda. Unutulmaya yüz tuttuğu sıralarda insanların eline tutuşturduğu bir silah, onu Yeni Tanrılar cephesine iten sebeplerden biri olmuş. Amerika’nın bu yeni haline kelimenin tam anlamıyla uyum sağlayan Vulcan, aslında kendi çapında güç kazanma çabasını yanlış yöntemlerle belirlemiş. Yanlış, çünkü değer ve prensiplerini, kendinden çok daha aciz olan insanların yeniden belirlemesine izin vermiş. Vulcan damgasını taşıyan her bir kurşunun da, ona adanan bir adak niteliği taşıması, tanrımızın gücüne güç katan bir nokta.
İnsanların ona olan inancını pazarlayıp satan ve bunu tam anlamıyla materyalistik bir değere taşıyan Vulcan’ın ölümü hakkında konuşalım biraz da, ne dersiniz? Normal şartlarda tanrıların “ölümsüz” olduklarını bilsek de, bu bölüm bize aksini gösterdi: Onlar da ölebiliyormuş. Fakat bana kalırsa bu ölüm, bedensel çerçevelerde değerlendirilmesi gereken bir kavram. Ne yani, sadece basitçe bedeninin kafası kesildi diye koskoca tanrı, evrenden silinip gidecek mi? Hiç sanmıyorum. Hatta görüyor ve arttırıyorum; hiçbir mitoloji geeki öyle olduğunu sanmıyordur bence.
Ha bu arada, neden Virginia’daki kurşunların Vulcan ismiyle damgalandığına gelirsek. Bu bir çeşit tanrıların kendileri için adak talep etme yöntemi. İster yaktığınız kamp ateşinde tavuğunuzun bir budunu, ister tamamen materyalistik unsurlarla oluşmuş bir ürünü adayın, fark etmiyor. İki türlü de amacına hizmet edecek olan adağın pozisyonu önemli burada. Dizide de bahsi geçtiği gibi, kurşunun bulduğu her bir hedef, Vulcan için adak niteliğinde. Adını taşıyan her bir kurşun Vulcan için “kan adağı” niteliğindeyse, Wednesday’in kendisi için dövülen kılıcıyla Vulcan’ı deşmesi de bir bakıma aynı mantıkta bu durumda. Üstelik -yanlış görmediysem- Wednesday’in kendisi için aldığı bu kan adağı sonrası, takma gözünün biraz daha belirginleştiğini de söyleyebiliriz. Tanrıların gittikçe yaklaşmakta olan büyük çarpışma için bir şekilde güç toplamaları gerek elbette ve Wednesday de bunun ilk golünü atmış gibi gözüküyor.
Son olarak, Vulcan’ın neden “Yeni Tanrılar” arasında sayılabileceği konusuna gelirsek: Kendisi Wednesday ve adamlarını, Medya ve Teknoloji gibi rakip tanrılara ispiyonlamış ne yazık ki. Ölmeden önce Wednesday ile konuştukları sahnede “onlar” diye bahsettikleri Yeni Tanrılar’dı zira. Her ne kadar “İki tarafı da tutmam, nötr takılacağım ben” diye söylese de Vulcan, öldürülmeyi bu iki yüzlülüğünden ötürü hak etti bizim Odin’in gözünde. Eğer değer ve prensiplerini, inancını yeni dünya standartlarına satmış olmasaydı muhtemelen hala eski tanrılar arasında bir yere sahip olabilecekti. Fakat gel gelelim, Wednesday’in bu girişimiyle amacı uğrunda, eski ya da yeni, kimseyi dinlemediği çok daha net. Önemli olan gelenekselliği elden yitirmemek sonuçta. Yine de Vulcan’ın geri dönüp dönmeyeceği konusunda kimseye söz vermiyoruz…
Son Not – Bunlar Hep Ahir Yaşam İşte
Son düşüncelerimi söylemeden önce bir fikir daha belirtmek istiyorum sizlere: Dünya sonrası hayat. Bölümü izlerken dikkatimi çeken detaylardan birisiydi bu “sonraki yaşam” mevzusu. Ne kadar gerçek anlamıyla kullanmasalar da bu sözcük öbeğini, metaforik manada bile olsa çokça bahsi açıldı: Salim‘in cin ile karşılaştıktan sonraki yaşamı, Laura‘nın ölmesine rağmen tekrar canlandığı yaşamı ve de Shadow‘un Wednesday ile yaptığı anlaşma sonrası yaşamı. Bunların hepsi “hayatlarındaki önemli bir gelişme sonrası yaşadıkları şeyler” olarak da yorumlanabilir elbette, zaten amaç da o bir açıdan. Bu saydığımız üç karakter de, karşılaştıkları büyük meseleler sonrası değişen hayatlarıyla bir çeşit “ölümden sonraki yaşam” kavramını metaforik olarak uyguluyorlar kendi üzerlerinde. Fakat gel gelelim hiçbirinin sonu, en az diğer karakterlerde olduğu kadar, açık ve net değil. Özellikle Salim’in o cinle karşılaşmasından sonra nasıl bir yaşama sahip olduğu, Laura’nın çürümeye devam eden bedeniyle daha ne kadar dayanacağı ve de Shadow’un bu koruma olarak yer aldığı savaşta ne denli güçlü kalabileceği de bir muammayken elimizden gelen yalnızca bir sonraki bölümü beklemek ne yazık ki. Yoksa değil mi? Yoksa…
Leprikonlar, ölü gelinler, cinli taksi şoförleri, kafası kesilen tanrılar, bedenden söküp atılan parazitsel ağaç kalıntıları ve daha fazlası için American Gods’ın bir sonraki bölümünü bekleyin sevgili okurlar! (Bayağı reklam yapıyormuş gibi oldu yalnız, para verseler bize bari de değse :/) Daha fazlası için Youtube kanalımızdaki yoruma da bakarsınız, onun dışında yorumlarınızı bekliyoruz ha! Kelimelerinize kuvvet!