Yazan: İsmail Demirkan

Fantastik veya bilim-kurgu eserlere önyargıyla bakan insanların genelde ortak yorumu bu eserlerin “inandırıcı olmayan ögelerinin” komik olduğu ve bu durumun hikâyeyi benimseme konusunda zorluklar yarattığı yönündedir. Ancak, toplumun belirli bir kesiminde hâkim paradigma haline gelmiş bu tutumun esasında yüzeysel olduğu ve bu eserlere yanlış noktadan bakmanın bir sonucu olduğu aşikâr.

Tolkien’in Middle-Earth‘ü veya Rowling’in Wizarding World‘ünü özel yapan şeyin o hikayelerdeki fantastik ögelerden ziyade, bu ögelerin gerçekçi ögelerle uyum içinde bir araya gelmesi ve bize masalsı bir deneyim yaratırken aslında var olan dünyayı anlatmayı başarabilmesi. Söz gelimi; 11 yaşında alnında yara izi olan bir çocuğun doğum gününde evine yağan binlerce mektup ve eniştesiyle teyzesinin günler süren histerik reaksiyonları sonucunda büyücü olduğunu öğrenmesi güzel bir hikâye vaat eden bir başlangıç noktası olsa da onu asıl özel yapan noktalar büyücü toplumunda ırkçı söylemlerle belli bir kitleyi kendi tarafına çekebilmiş, daha güce sahip olmadan çok önce onun tarafından yozlaşmış, ölümsüzlüğe takıntılı bir figüre karşı mücadelesiyle başlıyor.

Ursula Le Guin’in Mülksüzler’ini özel yapan şey de birbirlerinin uydusu olan iki gezegende insan topluluklarını ve yaşamlarını anlatan bir ütopya olması değil bu yüzden, bu durum güzel bir hikâye vaat eden bir başlangıç noktası sadece. Onu özel yapan, birkaç
nesil öncesine kadar aynı topraklarda yaşayan iki topluluğun geçirdiği farklılaşmayı, birbirine karşı edindiği önyargıları ve düşmanlığı bazı anlarda ütopik ögelerle, bazı zamanlarda ise gerçekçi bir anlatım yoluyla vermesi.

1_iLQTjQn_aigAdoq4ZYf7_A

Bu anlatımı izlerken kullandığı temel araç bu iki gezegeni –Anarres ve Urras’ı– kıyaslama yoluna gitmek. Kitapta bir bölümde baş karakterimiz Shevek’in şimdiki zamanda yaşadıkları anlatılırken sonraki bölümde geçmişine geçmesi ve bu yöntemin lineer şekilde ilerlemesi, bu bağlamda tesadüf değil. Le Guin, bu şekilde Shevek ile birlikte bizim de bu gezegenleri tanımamızı, toplumsal yaşamlarına, etik normlarına adapte olmamızı ve Shevek gibi bizim de belli yargılarda bulunmamızı sağlıyor. Peki nedir bu gezegenleri özel yapan?

Kitabın ismindeki ‘’İkircikli Bir Ütopya’’ tanımı, temelinde Anarres’i kapsayan bir tanım. Anarşist ideolojiye eğilimli ve feminist teoriye hâkim bir yazar olan Le Guin’in kafasındaki ‘ideal’ sisteme yakınsaması Anarres toplumunu onun perspektifinden ütopyacı bir konuma yerleştirse de; bu ideal sistemin -kurgusal da olsa- pratikte aksayan yanlarını Shevek aracılığıyla okuyucuya göstermesi, Le Guin’in kafasındaki Anarres ütopyasına ‘ikircikli’ sıfatını getiriyor.

Devlet kavramının hem pratikte hem de teorideki yokluğu, kendisiyle birlikte tehdit oluşturduğu özgürlük kavramını, özgürlüğün maddi koşullar dahilindeki ulaşımını kısıtlayan mülkiyet ve mülkiyete dayalı ilişkileri de Anarres’te ortadan kaldırıyor. Bu özellikleri dil pratiğinde iyelik eki kullanımı olmamasında, Anarres halkının fikir önderi olarak kabul edilen Odo’nun ortaya attığı belli başlı etik normlarda ve bu normların gündelik hayattaki uygulanışında görebiliyoruz.

 

shevek

Öte yandan, Weber’in tanımıyla, gücün meşru kullanım hakkının tekeline sahip olan devletin yokluğunda dahi belli bir grupta gücün toplanmış olduğu gerçeği ve bunun, toplumun bütünün yararı ve ilgisi üzerine kullanılmaktan çok, o grubun kendi içindeki faydası gözetilerek kullanıldığını görüyoruz. Bu durumun romanda en görülür olduğu anlar Shevek’in Anarres’ten ayrılmadan önce anlatılan son kısmındaki sendika üyelerinin tavırlarında, özellikle Shevek’in annesi olan Rulag odağında ve Shevek’in hocası ve sendikada belli bir otoriteye sahip olan Sabul’un Shevek’in kitabına karşı kendi otoritesine uygun olarak sonuçlanacak pratikler gözetmesi ve davranışları olarak verilebilir.

En nihayetinde, özellikle bireyci yaklaşımların devlete dair ortak ve ilk eleştirisi olan güç teriminin devlet elinde toplanıyor olduğu gerçeği ve belli mekanizmalar yokluğunda bu güçün yozlaşma eğilimi -sol ya da sağ, Anarşist fikirlerin temelini oluştursa da Anarko-sendikalist bir toplum pratiği ve ütopyası çizen Le Guin’in gözünden dahi bu durumun, güç sahibi kişilerin bilinçli veya bilinçsiz kullanımıyla, gerçekleşme ihtimalinin hala var olduğu bir tablo gözlemliyoruz okuyucu olarak.

Bu tablonun bir başka tarafı da var elbette. Anarres ütopyasının bir antitezini oluşturan Urras gezegenini, özellikle romanın yayınlandığı zamanlar göz önüne alındığında var olan dünyanın bir yansıması olarak ele almak yanlış olmayacaktır. Bu dönemlerde yerküreye bir Soğuk Savaş hakim. Amerika’nın nüfuzu altındaki kapitalist Batı ülkelerinin sistemlerinin çatırdamaya başladığı, bu kampın karşısında Sovyetler önderliğindeki Doğu Bloku ülkelerinin durduğu bu süreç ilerledikçe modern çağ geride bırakılmakta; post-modern ekonomi ve düşünce modelleri de ortaya çıkmakta.

urras

Urras’a baktığımız zaman da böyle bir dünyanın ayrıntılı bir tasvirini ve arka plandan bir eleştirisini görüyoruz. Bir yandan Shevek’in Urras’taki sosyalist Thu ülkesi için kullandığı Devletçi tabiri ve militarist tarafına getirdiği eleştiri ile o dönemde çoktan bürokrasinin katı bir hale geldiği bir Sovyetler Birliği imgelemesi, öte yandan serbest piyasa ekonomisini baz almış A-İo ülkesinin dışarıdan gelmiş Shevek’e gösterdiği illüzyonların süreç içinde ihtişamını yitirmesi ve ortaya çıkardığı sosyal eşitsizlik tablosu ile Batı bloğunu sembolize edişi aracılığıyla okuyucular için iki kutba da muhalif durumda bulunan Le Guin’in gözünden 1974 yılındaki dünyaya bakma imkânı sağlanıyor.

Shevek’in serüveni çoğunlukla A-İo’da geçtiği ve Thu’daki toplumsal yapıyı bizzat deneyimleme şansımız olmadığı için Urras’taki yaşama dair eleştiriler ekonomik altyapıya ve bu altyapının politik sistem ve toplumsal normlardan oluşan üstyapıdaki yansımasında odaklanıyor. Buna en güzel örnek, Shevek’in Urras’a ilk geldiği kısımlarda meslektaşları Oiie ve Pae ile yaşadığı diyalog olacaktır.

Kadınların entelektüel anlamda erkekler kadar yetenekli olmadığı, en azından böylesi bir olasılığın şüpheli olduğu konusunda ortaklaşan meslektaşlarına karşı Shevek’in aklından geçen düşünce, bu şüphenin mülkiyet ve sahiplenme kavramlarına indiği.

‘’Shevek bu adamlardaki kişisel olmayan ve çok derine inen bir düşmanlığa dokunduğunu gördü. Görünüşe göre onlar da gemideki masalar gibi bir kadın, bastırılmış, susturulmuş, hayvanlaştırılmış bir kadın, kafeste bir öfke içeriyorlardı. Onları kızdırmaya hakkı yoktu. Sahip olma dışındı bir ilişki bilmiyorlardı. Sahipliydiler. ‘’(sf. 69)

Urras, gerçek dünyayı muhalif gözerlerle fotoğraflayan bir sembol konumunda Le Guin için ve Anarres’i bütün iyi ve kötü yanlarıyla onun fikir dünyasında ideal veya ideale en yakın olan bir dünya konumunda görmesinin temel nedeni olarak göze çarpıyor. Devlete ve mülkiyete karşı olan Ursula Le Guin için Urras, yaşadığımız dünyada bu iki kavramdan ötürü ortaya çıktığına inandığı bütün kirlilikleri gösteren bir imge durumunda. Onun zihnindeki olması gereken toplumu içeren Anarres ise, kendi içinde garip bir tutarlılık yakalayarak bir yandan ütopya yaratırken diğer yandan o ütopyanın bütün ‘ikircikli’ taraflarını gözlerimizin önüne sunuyor.

___________

DEV YAZI ÇAĞRISI 30 Ağustos’a kadar yazılarınızı kabul edecek. Detaylar burada.

Author

Geekyapar okurları Yazı Çağrısı altında toplaşıyor, belirlenen konularda kalem coşturuyor. Sen de parçası olmak istiyorsan, duyuruları takip et!

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.