Andrew Bird, Illinois doğumlu, tarzını ağırlıklı olarak alternatif folk şeklinde tanımlayabileceğimiz bir müzisyen, bu yazı da onunla ilgili. Benim kendisiyle tanışmam, biraz şurada anlattığım Bel Ami macerasına benziyor, geekliğimin bu yönünü seviyorum. Uzun hâlini bilmek isteyenler benzer bir hikâyeye ev sahipliği yapan linke tıkladılar; hikâyenin kısası ise şu: Bundan çok yıllar önce, True Detective izliyordum ve tema müziğini de elbette ki takıntı hâline getirmiştim. Far From Any Road isimli bu jenerik müziğini her yerde ararken, Andrew Bird isimli bir müzisyenin aynı şarkıyı, bu sefer jenerik olmayan bir şekilde seslendirdiği bir performansına rastladım. Çokça beğendiğim, diğer şarkılarına göz attıkça mutlu olduğum ve her yeni kaliteli yapımda da en az bir şarkısını tespit ettiğim için kendisini çalma listelerimin ayrılmaz bir parçası hâline getirdim. O dakikadan sonra birkaç ayda bir kez bu yazıyı yazmak aklıma geliyor ama yine birkaç ayda bir, daha başka şeyler okumak isteyebileceğinizi düşünerek vazgeçiyorum. Bir yılın daha sonuna gelirken “Hayır“, dedim, “Bu sefer kaçmayacak ve oturup başına yazacaksın“.
Bazı müzisyenler ilk notalardan kulaklarınızı döndürürler ve sizi kendilerini dinlemeye çağırırlar. Bazılarının özel bir şarkısını çok seversiniz ve o tadı arayışınızda diğerlerini keşfetmek için onlarla ilişkiye girersiniz. Bazılarının öyle imza bir tarzı vardır ki nerede görseniz tanırsınız, beğenseniz de beğenmeseniz de hafızanızda yer ederler. Bazıları ise tarzını biraz gizleyen, alıştıkça hoşunuza gidecek müzisyenlerdir. Andrew Bird ile ilgili söyleyebileceğim ilk şey, kendisinin bu sınıflamanın hiçbir maddesinin içerisine girmediği ama aynı zamanda hepsine de uyduğu olacak. Şarkısına göre değişebilecek şekilde ilk notalardan dikkatinizi çekip sizi esir eden parçaları da var, sırf bir kısmını sevdiğiniz için diğerlerini dinlemeye gayret edeceğiniz parçaları da. Başlangıçta “Bu nedir?” diye sorgulayıp, dinledikçe anladığınız; sonrasında ise “Evet, bu ancak ondan çıkardı” dediğiniz parçaları da.
Dinledikçe anlamak derken alışmak gibi kullandık tabii; kendisi aynı zamanda bir söz yazarı ve yazdığı sözlerle ilgili bir bahis, Andrew Bird ile ilgili söyleyebileceğim ikinci şeyi oluşturacak. Kendisinin eşsiz bir kelime haznesi olduğu gibi, bu kelimeleri birbiriyle birleştirmek konusunda da değişik bir yaklaşımı var. Havanıza göre “Nasıl bu kadar boş yapılabilir“, diye düşünüp, iki saniye sonrasında “Evet, şu an her ortama uygun bir cümlem var” çıkarımına varabiliyorsunuz. Durumun sebebi de açık, ilhamını çoğunlukla mitolojiden ve insanlığın eski hikâyelerinden alıyor, bunlara telmihte bulunurken de “Acaba insanlar tanır mı?” diye düşünmüyor, açıklamaya girişmiyor. Hâliyle üç hikâyenin terkibinden yapılan hatırlatmayı çözmek size kalıyor. Aman böyle deyince çok karmaşık bir edebî değeri olan sözleri var gibi anlaşılmasın, daha ziyade içine doğduğu toplumun kültürel birikimine güvenip, saçmalamış olmayı da göze alıyor diyelim. Sonucundaysa bana, şarkı ödüllerine “En İlginç Şarkı Sözü” gibi bir kategori eklemek gerektirdiğini düşündürüyor.
Andrew Bird ile ilgili söylemek istediğim son şey ise onun eğitim metoduyla ilgili. Keman, gitar ve mandolin çalan bir müzisyen olarak Bird, kemanını gitar gibi çalabilmek için bir tel daha ekletmesiyle meşhur. İşin ehillerinden çokça eleştiri duyduğunu düşündüğüm bu hareketi ise bir noktada herhangi bir şarkısını duyunca, “Bu Andrew Bird’e ait” demenizin en büyük sebebi oluyor. Bird, müzik eğitimini tıpkı dil eğitimi gibi düşünülen Suziki Metodu ile almış. Japon pedagog Shinichi Suziki tarafından geliştirilen bu yönteme göre çocuklar müzikle doğal yollarla tanışıp, müziği çevrelerinin bir parçası olarak öğreniyorlar. Nota ve enstrüman eğitimi yerine dil eğitiminde olduğu gibi, aile başta olmak üzere o dili konuşan insanlarla beraber zaman geçirmek ön planda yani. Dolayısıyla Bird de tek bir müzik aletinde ustalaşmak yerine müzik aletlerini tanımayı, elektronik de dâhil olmak üzere hoşuna giden tüm sesleri birbirine karıştırmayı seven bir müzisyen olarak yetişiyor. Bana kalırsa en iyi enstrümanı, bazen söylendiği üzere insan vücudunu kullanmayı bilmesi yani ıslığı, bir insanın bu şekilde ıslık çalabileceğini kendisiyle öğrenmiş oldum.
Buradan sonrasında ise sizi, kendisinin çalma listesiyle baş başa bırakıyorum. Normal şartlarda en sevdiğim şarkılarından derlediğim bir liste ile burada olurdum fakat birkaç ayda bir yazmak istediğim bu yazının başına ancak şu anda oturduğum için çok objektif değilim, hepsini seviyorum. Kendisiyle tanışmanız için Spotify’ın belirli verilere dayanarak hazırladığı bu liste fazlasıyla yeterli olacaktır. Yakın zamanda The Bear dizisinde yer bulan ve benim de şu yazıda sırtımı yasladığım Sisyphus’u, çözüm ilhamı bulmak için dinlemeniz gereken Pulaski’yi, “Melodi nasıl sözlerin bir parçası yapılır” diye düşünmek isterseniz Menifest’i ve biraz melankolik hissettiğiniz bir zamandan geçiyorsanız da mutlaka şans vermenizi önerdiğim Three White Horse’u bir nefeste, listede kaybolmamaları için özel olarak sayabilirim. Kendimi, sonunda başarıp da kulaklarınızın iyiliği için Andrew Bird’i tanıttığım için rahat hissediyorum; siz de teveccüh gösterip dinlerseniz sonrasında bana bir ses edin, mutlu olurum.