Sinema salonundan ayrılırken ya da televizyonun başından kalkarken, izlediğimiz şeyin arkasında inanılmaz bir emek ve çaba bulunduğunu unutmak çok kolay. Bizim bir, bilemediniz bir buçuk saatte tükettiğimiz şeyin arkasında bir odaya sığdıramayacağımız kadar insan ve muhtemelen çok fazla uykusuz gece olduğunu düşünmek garip.

Pixar stüdyoları her filmiyle birlikte bazı teknikler geliştiriyor olmalarıyla övünüyorlar, elbette haklı olarak. Filmlerin arkaplanlarını keşfeden videolarda ve belgesellerde görüyoruz bunları, karakterin saç tellerini nasıl modellemişler, bu teller birbiriyle nasıl bir örüntü içinde hareket etmiş, bu hareket nasıl kodlanmış, liste uzuyor gidiyor. Brave’i izlediyseniz örneğin, Merida’nın saçları mutlaka dikkatinizi çekmiştir ve sırf saçın hareketlerini ve çevreyle etkileşimini oturtabilmek için bir yazılım geliştirmeleri ilginç gelse bile çok da şaşırtmaz. Hatta bir soluk alırsınız çünkü tek tek insanların o kıvrımlar üzerine mesai harcaması fikri biraz ürkütücüdür.

Ya da Frozen’dan bahsedelim. Kâr tanelerinin animasyonu da düşününce inanılmaz teferruatlı bir iş. Birbirlerine olan uzaklıkları, rüzgârla nasıl savruldukları, kendilerinin eşsiz olup olmadığı derken yine özel bir kodla çalışmış olmaları şaşırtıcı değil.

Şaşırtıcı olan, bu animasyonun inceliğinin bir İsviçre teknik enstitüsünün başkanı olan Johan Gaume tarafından da fark edilmesi, kendisinin animasyonu pek bir beğenmesi. Hatta bunun üzerine Hollywood’a gidip kodları animatörlerden alması.

Kar animasyonunu alıp da ne yapacak ki diye düşünebilirsiniz, işler ilginçleşiyor. 1959’a dönüyoruz ve Rusya’ya gidiyoruz çünkü tam 9 deneyimli dağ yürüyüşçüsü Ural Dağları’na doğru bir yolculuğa çıkıyorlar. Ne yazık ki dönen olmuyor. 200 millik, planlanmış seyahate katılan dağcılar şubatın ilk gününde karlı bir bayıra kamp kuruyorlar ve bir daha kimse onlardan haber alamıyor. Dağcılardan birinin soyadı üzerine o geçide Dyatlov Geçidi deniyor ve bu olay da bu isimle anılıyor. Dağcılar çok ciddi -burada bahsetmeyeceğim kadar hem de- yaralarla bulunduklarından kimse doğru düzgün bir açıklama getiremiyor aslında. Tabii ki ortaya fazlaca komplo teorileri çıkıyor: kar canavarı Yetiler, Sovyet deneyleri, uzaylılar…

Artık parçaları birleştirmek kolay, çözülememiş bir kar felaketi vakasından ve bir kar animasyonu kodundan bahsettim. Johan Gaume’un yaptığını tahmin etmek zor değil ama yapması zor. Kendisi animasyon kodunu bir miktar değiştirerek bir çığ simülasyonu yapmış ve bu sayede 62 yıllık gizem çözülmüş. Çığın gerçekten de dağcılar üzerindeki etkisinin bu seviyede olabileceğini düşünüyorlar.

İnsanlar “Frozen sağ olsun,” diyor tabii ama ben işi sadece Frozen’a bağlamak Gaume’un ve yardımını aldığı jeoteknik mühendisi Alexander Puzrin’in yaptıklarını biraz hafife almak oluyor diye düşünüyorum. O yüzden araştırmalarına hemen şuradan ulaşabilirsiniz diyorum. Ancak elbette eninde sonunda her şey bir “Bilim ve teknolojinin gözünü seveyim!” ile de açıklanabilir. İnsanın ağzı açık kalıyor, düşünsenize, yıllar önce Karlar Kraliçesi adında bir masal yazılıyor ve bugün simülasyon teknolojisiyle açıklanamayan vakalar çözülüyor.

Eldeki tek sıkıntı, sadece çığın bedene bu kadar ciddi seviyelerde zarar verebileceğini düşününce insanın Elsa’ya şarkısında eşlik edesinin pek gelmiyor oluşu. Siz ne diyorsunuz?

Author

İstanbul'da yaşıyor, buraya yazacak havalı bir şey de bulamadı. @charles_bourbaki

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.