Eternal Sunshine of the Spotless Mind
Michel Gondry’nin muhteşem post-modern bilim kurgu filminde Kate Winslet yepyeni bir güzellik kattı kendine. Daha önce oynadığı roller, belki Iris hariç, hep İngiltere kokan rollerdi. Biraz mesafeli, biraz soğuk, biraz asaletli… Eternal Sunshine’da ise tanınmaz hâldeydi ki, bunu sadece değişen saç renklerine bağlı olarak söylemiyoruz. Winslet’in kariyerinde çok başka bir yerde Eternal Sunshine of the Spotless Mind, neredeyse Jim Carrey’nin kariyerinde bambaşka bir yerde olduğu gibi.
Finding Neverland
Sene 2004. Johnny Depp fırtına gibi esiyor o zamanlar. Aday olmadığı ödül kalmamış, onu yakışıklı bulmadığını dürüstçe söyleyebilecek tek bir kadın bile yok. Ağırlıklı olarak onun adıyla anılan bir film çıkıyor o sırada. Finding Neverland. Evet, Depp kuşkusuz filmi yüzü, sesi, her şeyi. Ama bir de Kate Winslet var. Filme duygusunu katan, ağırlığını veren de o. Winslet’i ve performansını çıkarın filmden, o kadar ufacık bir şey kalıyor ki geriye… İşte o zaman Winslet’e bir şapka çıkartıyorsunuz ister istemez…
Little Children
Çok, çok zor bir filmdi Little Children. İzlemesi zordu, eminim ki çekmesi de zordur. Ağır bir hikaye anlatıyordu. Amerikalılara çok dert olmuş o banliyö sıkışıklığını daha iyi anlatan bir American Beauty vardı herhalde, hani sonradan Kate Winslet ile evlenecek Sam Mendes’in çektiği. Ondan sonra da Little Children geliyordu. Baştan aşağıya yıldızlarla dolu film, baştan aşağıya sağlam performanslarla bezeliydi. Ama en iyisi Winslet’ti ve dürüst olmak gerekirse, Little Children belki de Winslet’in en iyi performanslarından da biriydi…
Revolutionary Road
Hazır laf Sam Mendes’e gelmişken, ondan devam edelim. 2008, Winslet’in ulaşana kadar “en genç aday” rekorları kırdığı (2 adaylığı olan en genç aday, 3 adaylığı olan en genç aday vb.) Oscar’la onu en sonunda aynı sene çıkmış The Reader kavuşturmuş olabilir, ve evet, o filmdeki performansı gerçekten de kayda değer bir kuvvette de görülebilir. Ama bana sorarsanız o seneki en iyi işi Revolutionary Road’dı. Yalnız üzerinden 7 sene geçti, hâlâ da anlamam, bir insan kendi karısını kendi filminde Leonardo DiCaprio ile nasıl gönül rahatlığıyla seviştirebilir ya? Mezhebi genişliğin de bir sınırı yok mu, nasıl yani?
Carnage
Bir tiyatro oyunundan uyarlandığı buram buram kokusundan belli olan Carnage için tek bir tabir kullanabiliriz, o da sağlam oyunculukların top yerine ortada koşturulduğu bir tenis maçı. Servisi John C. Reilly yapıyor, Jodie Foster karşılıyor, voleyi Christoph Waltz çakıyor, sayı da Kate Winslet’tan. Eğer filminizi dört oyuncu üzerine kuracaksanız, daha iyi dört oyuncu bulamazsınız herhalde.
Divergent
Divergent’ı listeye almamızın sebebi yukarıda saydığımız filmler kadar iyi olması değil. Öyle bir film değil çünkü Divergent. Evet, muadili “young-adult” filmlerden bir boy ileride, ama bir Eternal Sunshine olması da mümkün değil. Ama Divergent’ın yine de Kate Winslet’in kariyerinde önemli bir yeri var çünkü; birincisi, Divergent Winslet’in ilk “franchise” filmi ve ikincisi, Winslet kariyerinde ilk defa bu filmle bir kötü karakteri canlandırdı. O yüzden sözünü etmesek olmazdı!
3 Comments
The Reader’ın hakkı yenmesin Kate in oscar aldığı bir filmdi.
Yazıda şirk mi koşulmuş?
+ Nicole Kidman