Sinema dünyasının en görkemli film festivallerinden biri olan Berlin Film Festivali’nin 74. edisyonu bugün itibariyle sona ermiş durumda. Cannes ve Venedik Film Festivali’yle birlikte Avrupa’nın öne çıkan üç büyük festivalinden biri sayılan Berlinale, bu yıl politik tartışmaların hedefinde ve gündemindeydi. Kendisini Cannes ve Venedik’in gösterişinden ayrı tutarak her daim politik olmaya yeltenen, 50’lerde Amerikalı film yapımcılarının şehre farklı bir perspektif ve odak noktası getirmek için ilk adımları atılan festivalin artistik direktörü Carlo Chatrian’ın görevine de bu yıl son verilmişti. Alman basınında “bulunduğu ve direktörlük yaptığı ülkenin ana dilini konuşamadığı için” eleştirilere maruz kalıp Berlinale’yi Cannes’ın kırmızı halısının gösterişinden ziyade bir “art-house” sinema merkezi haline getirdiğini söyleyenlerin sayısı da az değildi. Bu eleştirilere katılmasam da Alman basınının kendi içindeki sorunlara odaklanmak yerine odaklanılması gereken şeyden bizi uzaklaştırdığı gerçeğini es geçemeyiz.
Berlinale’nin bu seneki edisyonuna dönecek olursak, aşırı sağ politikaları benimsemiş ve Almanya’daki göçmen kökenli bireyleri son dönemde hedef alan AfD partisinin iki üyesinin festivalin açılış seremonisine önce davet edilip ardından davetlerin geri çekilmesi, bize biraz olsun ne kadar güncel politikaların odağında bir festival geçireceğimizin haberini vermiş gibiydi. Aşırı sağ politikalara karşı sloganlar ve gösterilerle başlayan açılış seremonisinin ardından kendini “politik” olarak tanımlayan fakat geçtiğimiz yıl Türkiye’de gerçekleşen deprem ile ilgili tek bir ifadeye dair yer vermeyen festivalin bu seneki en önemli ikinci maddesi ise şüphesiz Gazze’de yaşanan olaylardı. Filistinli birçok sinemacıya kapılarını açan fakat Gazze’de ateşkese dair herhangi bir açıklama yapamayan festival yönetiminin, belirli üyeleri ve festivalin bölümlerini ayrı tutacak olursak, politik doğruculuk yapmaya ne kadar yakın ama gerçekleri konuşmaktan ve fikirleri ifade etmekten bir o kadar uzak olduğunu, hatta bu durumda kendi içinde bir çeşit sansürlemeye gittiğini söyleyebiliriz.
En İyi Film’e layık görülen Altın Ayı ödülünün sahibi Fransız-Senegalli yönetmen Mati Diop’un ödül konuşmasında ateşkese çağrı yapması, bir çeşit kültür sömürüsünü anlatan Altın Ayı ödüllü Dahomey belgeseli kapsamında değerlendirilince farklı bir anlam boyutuna da ulaşıyor. Bruno Dumont’un L’empire’i, Pepe, Dying, A Different Man ile Sebastian Stan ve Mati Diop’un Dahomey’ini Ana Yarışma’da ödüllerini alırken görmek de bir o kadar sevindiriciydi. Festivalde benim için açık ara favori haline gelen Foreign Language filminin herhangi bir ödül alamaması hayal kırıklığı yaşatsa da Carlo Chatrian’ın Ana Yarışma için son derece iyi yapımlar seçtiğini söylemek ve jürinin ödülleri son derece isabetli seçimlerle dağıttığını izlemek keyif vericiydi.
Politik olmakla övünüp aslında açık fikirliliğe pek de gerektiği biçimde yer vermeyen Berlinale’nin Ana Yarışma ödüllerinin kazananlarından Fransız yönetmen Bruno Dumont’un kötü İngilizcesinden dolayı özür dileyerek ödül konuşmasını Google Translate üzerinden gerçekleştirmesi ise ödül gecesine bir başka damgayı vurdu.
Festivalin politik atmosferinden ziyade tam anlamıyla sinemanın ve filmlerin konuşulacağını düşündüğümüz ödül gecesinin ardından sular yine durulmadı. Berlinale Panoroma Instagram hesabının Gazze’de yaşananları “katliam” ve “soykırım” olarak tanımladığı, Almanya’nın kendi soykırım tarihine damga vurarak yazılan açıklama yazısı Berlinale’nin ana Instagram sayfası tarafından gerçekleştirilen bir açıklamayla apar topar kaldırıldı ve paylaşımın Instagram hesabı hacklenerek yapıldığı öne sürüldü. Berlinale’nin fikirlerinin paylaşımla birebir olmadığı ve Berlinale’yi temsil etmediğini söyleyen açıklama birçok kişi tarafından büyük tepki topladı.
Her daim politik bir rol üstlenmeye çalışıp bu sefer büyük çuvallayan festival yönetiminin akıllara zarar açıklamasının yanı sıra Berlin belediye başkanı Kai Wegner, ödül töreninde “ateşkes” çağrısı yapanların “anti-semitik” olduklarını belirterek festivali eleştirdi. Ateşkes çağrısını ırkçılık adı altında suçlayıp zaten son yıllardaki politik duruşlarının tutarsızlıkları nedeniyle izleyicinin gözünden düşen Berlin Film Festivali’nin bu yıl koca bir sirke dönüşüp Batı medyasının tutarsızlıklarını ve ikiyüzlülüklerini sonuna kadar temsil ettiklerini söylemekte bir sakınca olmayacaktır.
Bahsi geçen açıklama şu şekilde:
Geçtiğimiz beş sene içerisinde festivalin artistik direktörlüğünü üstlenen Carlo Chatrian’ın genel eleştirilere ve pandemi dönemindeki zorluklara rağmen festivali ana akım sinemanın bir beşiği haline getirmekten ziyade ilk filmlerini çekmiş ve önü açılması istenen yönetmenlere Ana Yarışma bölümünde yer vererek sağladığı destek genel kanının aksine birçok sinema yazarını mutlu ediyor. Dünyanın seyirciyle en iç içe ve aynı zamanda da en “politik” (!) festivali Berlin Film Festivali’nin yeni artistik direktörü BFI’dan tanıdığımız Tricia Tuttle olacak.