Sabah uyan, yavan bir kahvaltı et, işe git, yemek ye, işten gel, yine yemek ye, yat, uyu. Bu rutinin insanın ruhunu parçaladığına dair sayısız hikâye mevcut. Office Space ve The Office gibi bu rutini tiye alan komedilerden tutun Fight Club, Wanted, Matrix gibi rutinden kaçmak üzerine yazılan aksiyon filmlerine bu sıkıcı rutin düzinelerce kez işlendi. Severance’ın ilk bölümünü açtığımda da 90’lardan beri sıkça gördüğüm bu “İş hayatı çok sıkıcı değil mi ya?” eleştirinin aynısını yine izleyeceğimi düşünmüştüm. Haksız değildim, konu az çok buraya bağlanarak başlıyor. Fakat bunu bana pozitif olarak düşünmeye teşvik edecek, bir yandan felsefeyle gizemi bir araya karıştıracak bu kadar kaliteli bir yapımla karşılaşacağımı hayal bile edemezdim.
Severance, geçirdikleri “severance” yani “ayırma” operasyonu sayesinde mesai içindeki bilinciyle mesai saati dışındaki bilinci ayrılan, çalışırken yaşadıklarını iş dışındaki bilincin hatırlamadığı bir grup insanın, çalıştıkları şirketin gizemlerini çözmeye çalışmalarını anlatıyor. Hem ilginç hikayesi hem sembolizmlerle dolu görsel anlatımıyla kalite anlamında 2022’nin başında yayınlanmış olmasına rağmen yılın en iyi dizisi olarak anılıyor. Henüz diziyi izleyememiş olanlarınız varsa muhakkak izlemesini öneririm. Temposu yavaş, derinliği yüksek bir dizi olan Severance’ı sindire sindire izledikten sonra doyasıya konuşmak isteyeceksiniz.
Biraz da spoiler diyelim mi o zaman?
Etik ve Beyaz Yakalılık
Hayal etsenize, işten çıktığınız an yaşadığınız tüm stres, geçirdiğiniz sıkıcı saatler ve ertesi gün yapmanız gerekenlerin telaşı tamamen geride kalıyor. İş hayatında mutlu olmak için yapılan en sık öneri de budur zaten: Mesai bitince işi unutman lazım. Böyle bakınca diziye adını veren severance işlemi, yani bilinçleri ikiye ayıran işlem her beyaz yakalının hayali gibi, değil mi? Hayatımızı idame ettirebilmek için sıkılarak geçirdiğimiz kırk saati unutabilsek, çok güzel olmaz mıydı?
Bir beyaz yakalı olarak dizi konusu gereği, yani sadece mesai saatlerinde aktif olacak ikinci bir benlik yaratarak iş ve özel hayat dengesinin en ucunu işlediği için bende büyük merak uyandırdı. İş yaşam dengesine hem bu kadar önem verilen hem de pandemi gereği bu dengenin allak bullak olduğu 2022 yılında Severance bu probleme yaklaşılabilecek en uç ve etik anlamda en belirsiz noktadan yaklaşmış. Severance işleminin kendisi bir beyaz yakalının en büyük hayali de olabilir, en büyük kâbusu da. Mesai başladığı andan itibaren sadece o işe ait şeylerle ilgilenmek, dışarıdaki bir kişi için anlamsız gelebilecek birçok konuya aşırı derecede hâkim, mesai bitince de sanki hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmek zaten günümüzde her beyaz yakalının yaşadığı şey. Severance işlemi de bu düzenden ürettiği metaforu gerçeğe dönüştürerek harika bir etik ikilemi bizlere sunuyor: Sadece çalışmak için ikinci bir benlik yaratmak etik olur muydu?
Severance işlemi, çalışmayan benliği özgürleştirdiği gibi çalışan benliği de köleleştiriyor. Bu çalışmayan benlik için iyi bir şey olsa da çalışan benlik için tam bir kâbus olmalı fakat sezonun sonuna kadar Innie’ler bunun kâbus olduğunu düşünmüyorlar. Dizinin verdiği isme göre Innie’ler, sadece mesai saatlerinde aktif olmak için yaşıyorlar. Dışarıda başka bir bilinçlerinin yani Outie’lerinin olduklarının, kendilerinin var olma amaçlarının sadece Outie’nin mutluluğu ve refahı için çalışmak olduğunun farkındalar. Kendi adlarına bir karar veremiyor, iş dışındaki benlikleri ve çalıştıkları şirketin kurallarına göre yaşıyorlar. Innie’ler Lumon’un onları oyalamak için verdiği sahte ödüllerle o kadar meşguller ki bir distopyanın içinde yaşamalarına rağmen ilk başta şikayetçi bile değiller. Severance işlemi ve Innie’ler ile Outie’lerin arasındaki dinamik, mesai saati dışında mutlu olabilmek için mesai saatlerinde kendinden fedakârlık yapmanın görselleştirilmiş hali. Severance işlemi ile benim gibi binlerce beyaz yakalının şu anki hayatından tek farkı, biz iki benliğimizin de anılarını hatırlıyoruz. Lumon’un tarikat benzeri hareketlerini bir kenara bırakacak olursak severance bazıları için bir kurtuluş bile olabilir. Zaten bu sebeple de sadece bizim için değil, dizinin kendi dünyasında da bu işlemin etik kurallar çerçevesinde hala tartışılan bir konu. İleriki sezonlarda da tartışılmaya devam edecek ve hatta yasal bir uygulamaya dönülecek gibi gözüküyor.
Detaylar, Sembolizm ve Gerçek Dünya
Dizinin görsel anlatımı, kattığı detaylar sayesinde hikâyeyi epey güçlendiriyor. Bu anlamda en sevdiğim detay ışık kullanımı. Innie’leri led ampüllü yapay ofis ışığında, Outie’leri ise sürekli gece karanlığında, en fazla kış sabahı şafak sökmeden görüyoruz. Yani aslında hiçbir karakteri doğal, gün ışığından gelen bir aydınlıkta görmemiş oluyoruz. Ne Innieler, ne de Outie’ler tam anlamda aydınlıkta değiller, iki tarafın da aydınlığa erişmesi için gitmeleri gereken büyük bir yolculuk var.
Dizide gördüğümüz dört Innie karakter aslında herhangi bir çalışma ortamında görebileceğiniz dört farklı beyaz yakalı stereotipi. Helly, işini sevmeyen isyankâr beyaz yakalı. Onun sayesinde Outie’nin otoritesine karşı Innie’lerin iradesini kırmanın farklı yollarını görüyoruz. İstifa etmenin zor olması mesela, Innie’sinin neler yaşadığını hatırlamayan Outie neden istifa etsin ki? Ona göre hava hoş. Dylan işimi yapayım önüme bakayım, şirketin kazandırdığı çok da değerli olmayan faydalara bakıp hayatımı çok da zorlamayayım diyen, günümüzdeki beyaz yakalıların da çoğunu oluşturan ekip üyesi. Outie’sinin ne yaptığını umursamayıp, kendini işten kazandıklarıyla avutuyor, ta ki mesai saati dışında yaşamaya değer bir şey olduğunu fark edene kadar. Irving senelerini aynı şirkete vermiş, kişiliği bir anlamda şirketle özleşmiş kıdemli beyaz yakalı. Son olarak Mark, yeni terfi aldığı için kendini ispatlamaya çalışan ama bir yandan da bir şeylerin değişmesi gerektiğinin farkında olan arada kalmış beyaz yakalı. Bu dört stereotip için işin sevdikleri kısmına ait illüzyonlar çok farklı noktalarda kırılıyor. Mark motivasyon düşüklüğünden sonra kişisel gelişimine önem verip kendi farkındalığını yaşıyor. Irving ise yıllarını verdiği şirkete daha fazla fedakârlık yapmak istemiyor. Bu illüzyon kırıldıktan sonra hepsinin aklında tek bir hedef var: Özgürleşmek. Bunun tek yolu ise düzeni yıkmaktan geçiyor.
En bariz sembolizm ise dizinin geçtiği kurumsal şirket olan Lumon ve din arasındaki benzetmeler. Cesur Yeni Dünya’nın Ford’a yaptığı dini yapılandırmanın aynısı Severance ve Kier için geçerli. Çalışanların erişebildikleri tek kitap şirket kurallarının yazıldığı, yani Innie’lere yaşadıkları dünyanın kurallarını anlatan kitap, ki o da kutsal kitap mertebesinde saygı görüyor. Daha sonra çalışanlar Ricken’ın kişisel gelişim kitabı, yani dini sorgulayan başka bir kitap sayesinde aydınlanma yaşıyorlar. Lumon’un kurucusu Kier’in hikayeleri ve öğütleri kutsal görülürken yaşadığı evin replikası adeta bir mabet yeri. Lumon koridorlarını süsleyen klasik dönem tablolarıyla belli başlı olayların anlatılması, en büyük cezalandırılma yöntemi olarak tövbe etmeye benzeyen bir seans gerçekleştirmeleri benim yakalayabildiğim belli başlı benzetmeler. Bu dini sembolizmin doruk noktası ise Helly. Dizinin sezon finalinde öğrendiğimiz üzere Helly’nin aslında Kier’in soyundan gelmesi onu bu hikâyede İsa konumuna getiriyor. Kier (Tanrı) tarafından çalışanlarının (kendisine ibadet edenlerin) arasına gönderilmesi, ölümden döndükten sonra havarileriyle birlikte (Mark, Dylan, Irving) gökyüzüne (gerçek dünya) çıkmaya çalışma çabası büyük bir dini analoji.
Yavaş Tempolu Sürükleyici Bir Hikâye
Temelindeki etik ikilem ve içerdiği sembolizmlerle birlikte Severance aslında sürükleyici bir hikâye. Bir kere dizinin geçtiği yer olan Lumon hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Departmanların ne iş yaptığından tutun şirketin kendisinin ne iş yaptığı bile meçhul. Bildiğimiz tek şey bu gizemli şirketin kurucularına olan takıntısı. Her takip ettiğimiz karakterle birlikte Lumon’un sırlarını ve kurallarının sınırlarını onlarla çözmeye çalışıyoruz. Her ne kadar temposu yavaş olsa da içinde barındırdığı gizemi derinlemesine sorgulamak ve teoriler üretmek için yeterli. Petey’nin bilinçlerinin birleşmesi, Lumon koridorlarının sırları, Ms.Casey’ye ne olduğu ve Ms. Cobel’in Mark’a olan takıntısının arkasındaki motivasyonu gibi ikinci sezona kalan gizemler ise diziyi izlettirmeye yeter de artar bile.
Dizinin yapımcılarının belirttiğine göre dizi iki sezonda da bitebilir yedi sezon da sürebilir, hikâye o kadar esnek bir yapıya sahip. Bizi o etkileyici cliffhanger’da bırakmayıp ikinci sezonda devam edecek olması iyi bir haber. Bakalım ileriki sezonlarda Lumon’un hangi gizemlerini çözebileceğiz?