2022’yi, çekip aldıklarına ait eksikler ve omuzdaki fazlalıkları ile uğurlarken yeni bir yılın yolunu gözlediğimiz o heyecanlı günlere nihayet tamamladık. Yıl, alabildiğine hızlı geçerken uzun süre unutamayacağımız birbirinden enteresan anıları da hayatımıza ilmek ilmek işlemeyi başardı, eyvallah. Şöyle bir bakınca, bu yılın tempodan nasibini alan tek meselesi yıl değildi. Evet, 2022 yılına uzaklardan gümbür gümbür gelerek bir dizi damga vurdu ki; koşmayın, yetişemezsiniz! Doğru tahminleri duyuyoruz. Bu yapım, her sahnesiyle heyecanı doruk noktasına ulaştırıp, oradan bırakan The Bear dizisiydi.
Yapımcılığını FX’in üstlendiği The Bear dizisi, haziran ayı itibariyle izleyicisiyle buluştu. Toplamda 8 bölümden oluşan dizinin ilk 7’lik kısmı yarım saatlik periyotlara tekabül ediyor. Ancak sonlara yaklaştıkça sizi 47 dakikalık bir final bölümü karşılıyor. Final dendiğine bakmayın. The Bear’ın temposu da bu kadar erken bir finali kabul etmezdi, e hâliyle. Dizinin ilk sezonu sonlansa da yeni bir sezon için mutfak kapıları çoktan aralanıp, konserveler nizama koyuldu bile!
Gelelim biraz ciddi metodoloji meselelerine. Dizinin başrolünü Shameless dizisinden derya deniz gözleri ve dahi duruşuyla hayran kaldığımız Philip (Lip) karakteri yani Jeremy Allen White üstleniyor. Devler ligiyle başlayan bu muhteşem kadroda Jeremy’e; Ebon Moss-Bachrach, Ayo Edebiri, Abby Elliott, Lionel Boyce, Liza Colon-Zayas ve Edwin Lee Gibson eşlik ediyor.
Peki, bu dizi bize dur durak bilmeyen bir tempodan başka neler veriyor? The Bear Chicago’da geçiyor. Erkek kardeşi intihar eden ünlü şef Carmen Berzatto (Jeremy Allen White), kendisine miras kalmış restoranı devralmak için Chicago topraklarına ayak basıyor. İşte asıl mesele buradan sonra başlıyor, siper alın! Dizinin temelinde usta şef Carmen’in işlerini yürütmekte olduğu bir aile restoranına ilişkin stres ve sıkıntıları patlak veriyor. Bir de üzerine uyuşturucudan intihar eden kardeşinin ona veda etmeden çekip gitmesi gibi bunalımlar da eklenince, Carmen’e hâlini sormayın gitsin! Esasen Carmen, aile şirketini usulüne uygun bir şekilde yürütebilmek için yeni çalışma kurallarına başvurmak istiyor. Ancak bu noktada diğer çalışanların itaatsizlikleriyle karşılaştığında durum iyice sarpa sarıyor.
Biraz da işin mutfağına girelim. The Bear dizisinin temposu hiç azalmıyor. Bitmiyor demedik fark ettiyseniz. Bölüm boyunca bir tık azaldığı noktaları görme ihtimaliniz o kadar düşük! Dizinin geçtiği tek mekân olan mutfakta kamera hareketliği hiçbir zaman durulmuyor. Bu tempoya bir de altı dolu, kıymetli diyaloglar eklendiğinde, tadından yenmiyor be şefim!
The Bear dizisinde öyle bir nokta var ki izleyicilerin kalbinde taht kurması için yeter de artar bir nedeni oluşturuyor. Bu da elbette hikâye anlatıcılığının mükemmel dokusundan kaynaklı empati hissi. Neredeyse her bölümde Carmen’in maruz kaldığı buhran, telaş ve korku kaynaklı anksiyete krizlerine şâhit olabiliyorsunuz. Hatta şâhit olmakla kalmıyor, içiniz içinizi yiyor “Şu mavi gözlere buhranlar yakışır mı? Bir yardım etsem!” diye… İster iç çekerek ister üzülerek; orası bizi aşar sevgili geekler.
Carmen’in büyüsünden çıkıp, işin mutfağında rol alan diğer karakterleri inceleyelim bir de, ne dersiniz? Restoranın mutfağında tek akraba Richard ve Carmen olsa da diğer karakterler de birbirine sıkı bir bağ ile ilişkilenmiş. Dolayısıyla dizinin başından sonuna kadar sımsıcak bağları hissedebilmeniz mümkün. Öyle ki bir kriz oluyor, “Tamam çeker gider artık!” diyorsunuz, gitmiyor. İşte aileden öte dostluk bağları da tam olarak bunu gerektiriyor. İlk sezon boyunca sabrımızı sınayarak bizi o meşhur “sabır taşı” imgesine dönüştüren bir karakter de Carmen’in kuzeni Richard. İyisin hoşsun da fenasın be Richard! Adeta bir ihtiyar huysuzluğuna sahip Richard, sorumsuzlukları ve isyankâr ruhu nedeniyle restoranda bazı kaoslara neden oluyor. Naçizane kişisel görüşüm olarak Carmen’in yerinde olsam ortalığı bir karıştırmazdım değil. Sabır taşısın be camgöz! Hikâyede Richard’ın manik depresif ve isyankâr tavırlarını dengelemek için de fazla sorumluluk sahibi bir karakter düşünülmüş. Sydney, sıkı çalışarak mutfakta işini tutkuyla yapan bir karakter olarak işlenmiş. Ancak Sydney’i bu çalışma şevkine iten tek şey başarı azmi değil. Geçmiş işte, bizim olduğu gibi Sydney’in omuzlarından da eksilmiyor haspam!
Dizinin dur durak bilmeyen temposunun yanında mutfaktan çıkan yemekler öyle güzel bir şekilde yapılıyor ki aman açken izlemeyin! Hele o tavadan çıkan cızırdama sesleri… O ne yahu? Öyle de olması gerekiyor. Söz konusu damak tadı olunca müşteri affetmiyor, Carmen de canını dişine takarak bir aile restoranını ayakta tutmaya çalışıyor. Evet, işler her zaman yolunda gitmiyor. Fakat yolunca gittiği noktada da öyle bir yerden geliyor ki, mavi gözlerin güldüğünü gören izleyici keyfimize aman değmeyin!
The Bear dizisinde minik anksiyete krizleri, buhranlar, yükselen sesler ve durmayan bir tempo hâkim olsa da birlik ve beraberlik duygusu eksilmiyor. Asıl meselemiz tutku. Söz konusu tutkuyla yapılan her işte olduğu gibi bir tavada etin kırmızı rengi terk edişini izlerken bile hayran hayran bakabiliyorsunuz. Dizinin son bölümünde intihar eden erkek kardeşi ve Carmen arasında gelişen bir meseleye şâhit oluyorsunuz. Bu kısımda methiyeler düzmemek için yerimizde zor dursak da spoiler düşmanları siperde! İlk bölümden son sahneye kadar bizleri eşi benzeri görülmemiş bir seyir keyfine sürükleyen The Bear’ı çok beğendiğimizin altını çiziyor, yeni sezonu bağlara düşkün ve tempoya hasret olarak bekliyoruz. Belki daha sonra yeniden görüşmek üzere noktayı bir virgül gibi görmenizi diliyor, “Bir Küçük Spagetti Meselesi” diyerek satırlarımızı sonlandırıyoruz Sevgili Geekyapar ailesi.
Sevgiyle!
Yazan: Elif Aksüt
İlginizi Çekebilir:
Bu Kaosun Övülmemiş Yeri Kalmasın: The Bear // Spotify Playlist