Bilim kurguların bilimi hakkındaki yazı serimi nasıl bitireceğimi başından belirlemiştim. İzninizle sevgili geekler, son yazımı bilim kurgu kavramını bana tanıtan efsanevi seriye adıyorum. Bu yazı bir mühendis ve bilim kurgu severin saygı duruşudur.
Ben küçükken annem “Biz otomatik kapıları ilk Star Trek’te gördük.” demiş ve bu cümleyi zihnime derinlemesine kazımıştı. Zira bilim kurgu kavramından bihaber olan küçük ben, gerçek hayatta var olan nesnelerin filmlerden gelmesini anlamıyordum. Bilim adamları Star Trek’te otomatik kapıları görüp “oha süper fikir” demiş olamazlardı yani, değil mi?! Tabii yıllar geçtikçe bilim kurgu türüne olan aşinalığım arttı ve gittikçe uzayda ya da gelecekte geçen filmlerde yer alan teknolojik cihazların büyüsüne kapılmaya başladım. Sonuç olarak bu çocuksu sorularım da mazide kaldı.
Annemin bu sözünü hatırlayıp oturdum araştırmaya, Star Trek bilim fuarı gibi geleceğin teknolojisini mi tanıtıyordu? Belki Star Trek otomatik kapıyı bulmamıştı, ancak gerçekten de birçok insan bu teknolojiyi ilk olarak Star Trek’te görmüştü; olabilirdi böyle bir şey yani. Zaten sırf bu gerçeklik bile kurgu dünyasına aşık olmamı sağladı. Düşünsenize, filmlerde hayran kaldığınız teknoloji birkaç sene sonra tam da karşınızda! Harika bir şey gerçekten de!
O zaman fafı daha fazla uzatmıyor ve bugüne kadarki en ünlü Star Trek “icatları” listemizi sizlere sunuyorum.
Otomatik Kapılar
Bu listedeki en büyük yenilik otomatik kapı olmayabilir ama annemin hatırı için otomatik kapıları ilk sıraya koydum, kimse kusuruma bakmasın. Otomatik kapılar Star Trek’ten ilham alınmadılar. İlk olarak 1954’te Amerika’da icat edilen otomatik kayan kapılar, 1960’lı yıllarda ticari olarak satılmaya başlandı. O zamanlar paspasların içindeki elektronik bir mekanizma sayesinde kapı birinin geldiğini algılıyor ve açılıyordu
Hareket sensörüyle açılan kapılar ise Star Trek’ten sonra yaygınlaşmaya başladı. Hem de Star Trek’teki hareket sensörlü kapı, günümüzde kullanılanların da üstünde bir teknolojiye sahip. Dizide kapıların ne zaman açılacağı, dizinin dramatik zamanlamasına göre belirleniyor. Bu, işin tiyatral yanı olsa da dizideki otomatik kapılar aslında kullanıcının niyetini ve geçme hızını anlayabiliyorlar. Ancak günümüzde bu teknolojiye sahip kapılar, ticari kullanımda değiller ne yazık ki. Yine de birtakım hareket sensörleri sayesinde kullanıcıların hızı ve hareketlerini öğreterek makineler üzerindeki bu teknolojiyi geliştiren ekipler var. Enterprise ekibinin dramatik zamanlamasına kavuşmamız yakındır.
Kontrol Panelleri ve Dokunmatik Ekranlar
Enterprise’daki kontrol panellerinin doğuşu aslında bütçesel sıkıntılardan kaynaklıydı. Amerikan dizileri, 60’lı yıllarda Hollywood görkeminden uzaktalardı; bilim kurgu dizisi olan Star Trek için ise bu bütçesel sıkıntı demekti. Bu sebeple de dizinin yaratıcıları ve set tasarımcıları, ihtiyaçları olan fonksiyonları kullanmak için yaratıcı olmak zorundalardı. Kontrol panellerine ek fonksiyon gelme ihtimali düğme ve butonların artması demekti, dizinin ise buna bütçesi yoktu. Set tasarımından sorumlu kişilerden biri olan Michael Okuda ve ekibinin bulduğu çözüm ise hem fütüristik hem de bütçe dostuydu: “Bırak yazılım yapsın!” Kontrol panellerine yeni fonksiyon eklenmek istenildiğinde bu sadece ekran görüntüsü olarak yansıyor, geminin ekipmanı ise aynı kalıyordu. Zaten gerçek fonksiyonu olmayan sahne aksesuarlarına para harcanmamış oluyordu. Çözüm her ne kadar basit gelse de aslında günümüzdeki teknoloji üretimi de bu bakış açısıyla çalışıyor.
Her bilim kurgu filminin olmazsa olmazı olan tabletlerin ekranlara gelişi ise Star Trek’le oldu. Personal Access Display Services, kısacası PADD’ler, ilk başta imza almak için üretilen cihazlardı. Daha sonra filmin yapım ekibi taşınabilir bir cihazın potansiyelini görüp PADD’leri geliştirmeye devam ettiler. Kontrol panellerinde olduğu gibi, bırak yazılım yapsın bakış açısı sayesinde PADD’ler uzaktan Enterprise’ı bile kontrol edilebilir duruma geldi. Bütçeden tasarruf etmek isteyen Okuda ve ekibi aslında insanları gelecekteki teknolojiye heveslendirmeyi başarmıştı.
Bilgisayarlar
Star Trek, 1966’da yayın hayatına başladığında kişisel bilgisayarlar hayal bile edilemeyecek bir teknolojiydi. Enterprise’da gördüğümüz gibi ticari kullanıma ise daha çok vardı. Bilgisayar denilen cihaz cüsseli ve külfetliydi, sadece akademik veya askeri kurum haricinde bilgisayar sahibi olmak zordu. Ta ki 1975 yılında Ed Roberts ilk kişisel bilgisayar olan Altair 8800’i MITS şirketi ile pazara sürene kadar. Klavyesi veya ekranı olmayan, sadece düğmeler ile veri konulup üstündeki ışıklar ile sonuç görüntülenen bir cihaz olsa da Altair 8800, bilgisayarların atasıydı. Onun üstüne geliştirilen her bilgisayar kökenini ve ilham kaynağını ondan alır. Ed Roberts ise ilham kaynağını Star Trek’ten almış. Zira Altair, Star Trek’te yer alan bir gezegen sistemi.
Bilgisayarlar artık olmazsa olmazımız, ancak ses komutuyla çalışan teknolojik cihazlar hayatımıza gireli daha birkaç sene oldu. Biz etrafta “Siri!” , “Alexa!”, “Hey Google!” diye dolaşırken bundan elli sene önce Enterprise ekibi bilgisayarlarını “Computer!” diye çalıştırıyorlardı. Tıpkı kontrol panellerinde olduğu gibi bu kararın sebebi de teknolojik gözükürken bütçeyi idareli kullanmaktı. Bu yüzden de Enterprise bilgisayarları az düğmeli, bol ekranlı ve ses komutuyla çalışıyor, tıpkı şimdi oldukları gibi.
Cep Telefonları
Sıradaki hikayemiz tam bir mühendislik hikayesi. Amerikalı bir mühendis olan Martin Cooper, 1970’lerde Motorola’da çalışıyordu. İş yerinde moladayken Kaptan Kirk’ü Communicator’ı ile gören Cooper, ekibiyle çalışarak doksan gün içinde 1973 yılında ilk cep telefonu prototipini çıkartır. İlk çıkan cep telefonunun ağırlığı bir kilo civarında ve tuğlaya benzer bir yapıdaydı. O zamanlar telefonla konuşma süresi de kısıtlı olduğundan insanlar için bu büyük bir problem değildi. Martin Cooper’ın New York sokaklarında telefonla konuşurkenki heyecanı biraz ağırlık kaldırmaya değerdi.
Martin Cooper’ın Star Trek ilhamının gerçeğine benzemesi ise yirmi yılı buldu. 90’larda kapaklı telefon kavramıyla haşır neşir olan Motorola, 1996’da gerçek anlamda ilk kapaklı telefonu çıkardı. Ses kapaktan geliyor, telefonun geri kalan fonksiyonları ise yine ana gövdeden yapılıyordu. Motorola, ilham kaynağına selam çakarak bu modele StarTAC adını verdi.
Bluetooth Kulaklık
Bluetooth kulaklıklar bilim kurgunun alametifarikasıdır. Uhura’nın kulaklığıysa bunun ikonlaşmış versiyonudur. Bizim bildiğimiz bluetooth kulaklığı bırakın kablosuz kulaklık yeni kullanılmaya başlanmışken Uhura’da gördüğümüz kulaklık hayal ürünü sayılırdı. Evet kablosuz kulaklıklar vardı, üstelik radyo sinyalleri sayesinde özellikle uzay çalışmalarında çok işe yarıyorlardı. Fakat Uhura’nın kullandığı kablosuz kulaklığa benzer cihazlar 90’lı yılların sonuna kadar kullanılmayacaktı. Ericsson mühendislerinden Jaap Haartsen, 1994’te ilk Bluetooth kulaklığı icat etti, 1995 yılında ise Ericsson, bluetooth kulaklıkları piyasaya sürdü. Haartsen’in Star Trek sevgisi hakkında iz bulamasam da, tasarımların benzerliği tesadüf olamaz.
Google Glass
İşte bu tamamen Star Trek’ten esinlenilme bir ürün. Google mühendisleri, Star Trek tutkunuyuz diye bağırıyorlar resmen. Google Glass ilk çıktığında, Enterprise mürettebatından Data’yı canlandıran Brent Spiner bile Google’ın en yeni cihazını deneyenler arasındaydı. Tasarımıyla Star Trek’te kullanılan cihazları aratmayan Google Glass, piyasaya çıkalı altı yıl oldu. Bu süre içinde hiçbir zaman ilk çıkışı kadarki değerine ulaşmadı, yaygın bir kullanım sağlayamadı. Birtakım teknoloji tutkunu insan Google Glass’ı çok benimsemişken toplumun geri kalanı hem bin beş yüz dolardan satışa çıkması hem de yüz yüze iletişimi köreltmesi açısından cihazı gereksiz ve kaba buldular. Anlayacağınız üzere her teknoloji anında kabul görmüyor sevgili geekler ama Google Glass da döner dolaşır yine piyasaya sürülür diyebiliriz.
Tricorder
Tricorder belki de listedeki en “vay bee” dediğim ve en Star Trek fırlaması teknolojik cihaz olabilir. Dizide sıkça kullanılan bir tarayıcı olan Tricorder’ın en çarpıcı özelliği, taradığı kişinin sağlık problemlerini tespit etmesiydi. Günümüzde tıp teknolojisi çılgın boyutlara gelse de Tricorder benzeri cihazlar henüz geliştirme aşamasında. Birkaç sene içinde bu teknolojinin yaygınlaşması bekleniyor. XPRIZE’ın düzenlediği Tricorder yarışmasında kazanan ekibin geliştirdiği cihaz, on üç farklı sağlık problemini başarılı tespit edebiliyor. Bu sayede insanların doktorlara olan bağlılığının azalması ve kendi medikal durumları hakkında daha bilinçli olması hedefleniyor.
Star Trek’in bilim kurgu dünyasındaki yerini anlatmaya layık son insan olabilirim. Yine de ilham verdiği teknolojilerin hayatımızdaki yerini gördükçe Gene Roddenbery başta olmak üzere Star Trek’te çalışmış herkes büyük saygıyı hak ediyorlar. Bilim kurgu yazı serime veda ederken geriye tek bir söz kalıyor: Live long and prosper!