Çok uzun zamandır DC ya da Marvel dışında pek bir şey okumadığımı farkettim. Hani belki bir iki Vertigo işine bakmışdır, belki ana akım çizgi romana yakın bir iki farklı yayınevinin işine şöyle bir göz gezdirmiş de olabilirim ama ciddi ciddi kendimi vererek alternatif/bağımsız bir çizgi roman okumayalı baya uzun yıllar oldu. Bu köşeye başladıktan sonra sıranın farklı işlere geleceği belliydi. Sanıyorum yorumlarda en çok talep edilen Image Comics tarafından dağıtılmış Saga ideal bir başlangıç olacaktır. -D&R hala Chew’in ilk sayısını göndermediği için sinirliyim zaten-

Bu ayın siparişleri elime ulaştığında en merak ettiğim çizgi romandı Saga. Pek çok ödül toplamış, güzel satış rakamlarına ulaşmış, kendine güzel bir isim yapmıştı. Böyle bir çizgi romanı Türkçe’ye çevirme cesareti gösterdiği için öncelikle Marmara Çizgi’ye bir teşekkür edelim. Kendileri zaten halihazırda pek çok popüler ve görece daha risksiz işe sahipken böyle farklı bir işi de dilimize kazandırarak takdirlerimizi fazlasıyla hak ediyorlar. Saga’nın basımı, çevirisi de en az diğer işleri kadar başarılı olmuş ve bize kusursuz bir okuma keyfi sunmak için her şey hazır hale gelmiş.

saga

Saga “Y: The Last Man, Ex Machina, Runaways” gibi başarılı çizgi roman serilerine imza atmış Brian K. Vaughan tarafından yazılmış ve hemen hemen hiç bir eserini bilmediğim Fiona Staples tarafından çizilmiş bir uzay operası. Konuya geçmeden Staples’ın çizimlerinin son derece başarılı olduğunu ve hikayeyle süper bir ahenk yakaladığını belirtiyim, yukarıda azıcık ezmiş gibi oldum da. Devam edelim, çizgi romanın temelleri Vaughan’ın çocukluğunda atılmış ve fazlasıyla Star Wars ve Flash Gordon’dan etkilenmiş olduğu belli. Bu örneklerden farklı olarak karşımızdaki ciddi bir bilimkurgu öyküsü değil, ki çizgi romanı farklı kılan da bu aslında. Uzayda geçen bir aile, savaş ve fantezi öyküsü. Detaya girmeden şöyle kısaca biraz öykümüzden bahsedeyim.

Hikayemiz Alana ve Marko adlı birbiriyle savaş halinde olan iki farklı ırka mensup karı-kocanın çocuklarının doğumuyla başlıyor. Bizim hikaye anlatıcımız da zaten bu bebek. Hikaye boyunca bu ikilimizin çocuklarını savaştan uzakta bir yerde huzur içinde büyütmek için yaşadıkları maceraları takip ediyoruz. Tabi tüm galakside devam eden bir savaş mevcutken, birbirine karşıt iki ırkın ortak bir çocuğu olmasından memnuniyetsiz olanların ikilimizin peşinde taktıkları suikastçiler falan varken, tabii bir de bahsi geçen galaksi savaş dışında da pek huzur dolu bir değilken başlarına gelmeyen kalmıyor kahramanlarımızın.

saga-babycarrying

Çizgi romanın en ilgi çekici yanı, temeline çok insancıl bir konuyu, evlat sevgisinin ve aşkın gücünü almış olması. Evet olaylar çok acayip bir evrende geçiyor, çok çok acayip karakterler var ama bu temeldeki konu sizin dünyayla, karakterle ve yaşananlarla empati kurmanızı sağlıyor ve sizi hikayenin içine çekiyor, onlarla beraber duygulanıp onlarla beraber sevinebiliyorsunuz kolaylıkla. İkinci ilgi çekici yanı da bu acayip evren ve acayip karakterlerimiz zaten. Klasik bilimkurgulara bağlı kalmadan gerçekten yazarın aklına gelen her ilginç fikir bu evrende kendine yer edinmiş gibi görünüyor. Daha da güzeli bu ilginç fikirler yaratılan evrende hiç sırıtmadığı gibi son derece doğal bir uyum yakalamış gibi görünüyor. Yani örümcek vari bir hatunla (The Stalk – Sinsi diye çevrilmiş) bir insanın (Will’den bahsediyorum) sevişmiş olabileceği fikri o kadar normal geliyor ki kendinize şaşırıyorsunuz.

Burası çok acayip bir evren. Kendisini hiç bir şekilde normal normlara indirmiyor. Televizyon kafalı bir prens, yalanları yakalayan bir kedi, gezegen büyüklüğünde yumurtadan çıkan canavarlar, hayaletler, büyüler falan var. Ama yaşananlar, verilen tepkiler o kadar gerçekçi ki hiç yabancılık çekmiyorsunuz. Olaylar anlatılırken de buna özen gösterilmiş, yani karakterler alakasız bir şekilde durup alakasız bir şekilde size bir ağacın nasıl uçabildiğini anlatmıyorlar, yeri geldiğinde ihtiyaç duyulduğunda ya da bir soruna çözüm getirilmesi gerektiğinde siz anlıyorsunuz “haa bu şekildeymiş” diye. Her şey son derece akıcı şekilde ilerlediği için siz de takılı kalmıyorsunuz anlatmadıklarına.

Screenshot_2014-12-09-08-46-47.0

Bunun yanında kendini hiç ciddiye almaması da çizgi romanı bir diğer başarılı kalan unsur. Mizah hikayeye son derece güzel bir şekilde yedirilmiş. Boş zorlama espriler yok, gayet akıl dolu, düşündükçe daha komik olan espriler var ama bunun da suyu çıkartılmamış, yerinde olmuş. Zaten zaman zaman zor ve ciddi konulara (çocuk seks işçisi ticareti, ırkçılık gibi) girmesine rağmen son derece eğlenceli bir anlatım var. Ama yine ilgili konulara güzel bir şekilde değinmesi ayrı, bu eğlenceli anlatımın yanında farklı duyguları da başarıyla vermesi ayrı. Neden ödülden ödüle koştuğunu anlamak zor değil.

Bir kere okunup bırakılacak bir eser değil kesinlikle. Çok fazla -benim kafamın aldığından fazla- altmetin, çok fazla gönderme, çok fazla referans var ve her okuduğunuzda yeni bir şey keşfedip “vaay bunu da düşünmüşler” demeniz çok olası. Şu an için iki cildi Türkçe’ye çevrilmiş durumda, Image Comics 5. cildi de çıkartmış toplama olarak ve aylık olarak da yayınlanmaya devam ediyor seri. Marmara Çizgi’ye baskı yapalım diğer ciltleri de en kısa sürede dilimize kazandırsınlar. Tabi sizden de ricam bir şekilde bulup alın bu çevirileri ki firma da uyansın, bu tip alternatif şeylerin para kazandırabildiğine, yeni ve benzer işler de kendilerine yer bulsun.

robot-son-birth

Bir [Hazır Tükçe Basılmışken] bölümümüzün daha sonuna geldik. Bu çizgi romanla ilgili görüşlerinizi, genel olarak incelemelerimle ilgili fikirlerinizi ve bu köşede yayınlanmasını istediğiniz çizgi romanları yorumlarda paylaşıp katkıda bulunabilirsiniz. Önümüzdeki yazıda buluşana dek sağlıcakla kalın…

Author

A Man Who Walks Alone... @tutkutuzlu

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.