3. Requiem for a Dream
Requiem for a Dream niye birinci değil? Çünkü çok basit bir sebebi var: Bu film objektif olarak birinci, farkındayım. Aronofsky’nin hâlâ en iyi filmi. Ancak nesnel sulardayız. Ve bu taraflarda söylemem lazım, Requiem for a Dream’in aşırıya kaçtığı ve yüreğinize çöktüğü çok fazla yer var. Filmin derdi bir konu değil, bir hissiyat aktarmak. Ancak bu hissiyatı (bağımlılığın getirdiği sesli/sessiz çaresizlik) anlatmaya çalışırken kullandığı araçların bundan bağımsız sebep olduğu duygular, sizi esas meseleden kopartıyor çok sert bir biçimde.
Yani kısaca şunu demeye çalışıyorum: “Ass to ass” sahnesi artık hayvanlık be Darren!
2. Noah
Oh, Noah. Aah Noah. Ne kadar hakkın yendi senin. Gişe olarak Aronofsky’ye en büyük başarısını getirdin, ama övülmedin be Noah. Emma Watson’dan bile duygulu bir performans çıkartmış Aronofsky’nin, seni yaparken gösterdiği özen hiç konuşulmadı be. Müthiş müziğin, nefes kesici görselliğin, çarpıcı çıplaklığın… Halbuki gerçekten tokat gibi, tekme gibi, dirsek gibi bir filmdin. Hakkını veremedik. Affet bizi Noah!
1. The Fountain
https://www.youtube.com/watch?v=vr0NBPRMe2E
Clint Mansell.
Farkındasınız muhtemelen, şuraya kadar koyduğumuz filmlerin hepsini soundtrack’lerinden parçalarla koyduk. Hepsinin de altında Clint Mansell’in imzası var. Darren Aronofsky bu dakikaya kadar Mansell’den başka hiçbir müzisyenle çalışmadı. Ve Mansell de onun yüzünü hiç kara çıkartmadı. İstisnasız olarak Aronofsky’nin filmlerine döşediği tüm soundtrack’ler mühür oldular. Sadece uğruna yazıldıkları filmlere de değil üstelik. Baya ipini kopartıp başka filmlere de mühür olanları oldu.
Ama hepsinin ötesinde duran bir The Fountain var. Tüm maksadı soundtrack’in esas parçasının adında gizlenmiş o başyapıt, o mükemmel film. Death is the road to awe. Ölüm huşuya giden yoldur. Clint Mansell’in insana güzel gelen tüm seslerden derlediği harika parçanın adı. The Fountain’ın kıssası. O şarkının arka planında çaldığı ve görsellikle müziğin kalitesi sağ olsun kendinizi başka bir evrende hissetmenize sebep olacak sekans.
Sırf o sekans değil elbette. The Fountain’ı muazzam yapan başka şeyler de var. Ama işte o sekans ya. O kısım yani. Tüm filmi o kısmı seyretme hakkını elde etmek için ödemeniz gereken bir bedel olarak görürseniz dahi problem değil. Çünkü günün sonunda, Clint Mansell müziğini döşemiş, Aronofsky görsel kudretini konuşturmuş, Jackman ve Weisz da oynamışlar kendi rollerini. Üstüne daha ne denebilir?