DC Comics, bir zamanlar DC Comics‘di. Bir ismi vardı. Bir haşmeti vardı. Özellikle 1980’ler ve 1990’larda, çizgi romanın hasını DC Comics basardı. Onlarca sayısız mühür hikaye geçti DC’nin o muhteşem logosunun altından. Bazıları Vertigo etiketliydi, bazıları ise olağan şüphelileri konu alıyordu. Çok azı kötüydü. Çoğu iyiydi. Bazıları muhteşemdi. DC Comics hayranı olmak, o zamanlarda onur verici bir şeydi. Marvel Sue Storm’a meme penceresi açarken, DC Kingdom Come ile gönülleri döşüyordu mesela. İyiydi her şey. Büyüleyiciydi.

Sonra bir şeyler oldu. Tam olarak işlerin nerede yanlış gitmeye başladığını tespit etmek zor. Şahsi fikrimi soracak olursanız, Grant Morrison’a gereğinden fazla hürmet gösterilmeye başlaması bana DC’nin kırılma noktası gibi geliyor; ama bu dediğimin sübjektif olduğunun da farkındayım. Sorun her neyse, bir reboot gerektiğini düşündü DC. Flashpoint attı evrene. Her şey sıfıra döndü. 1938’den beri aynı numaralandırmayla devam eden Action Comics’i bile #1’e döndürdüler. Bütün kahramanların hikayeleri sıfırlandı. İlk başlarda iyiydi her şey. Büyüleyiciydi. Sonra o da tepetaklak aşağıya gitti.

DC Universe Rebirth 4

Şimdi de buradayız. Rebirth. Şahsen yazıp çizdikleri asırlardır beni pek etkilememiş olan Geoff Johns’ın, Green Lantern için yazdığı meşhur hikayeden ismini alan; o hikayenin şiarları –karakteri özel yapan şeyleri tespit edip, onlara dönme– üzerine kurulan, DC Comics’in yeni reboot’u. İlk sayısı da geçtiğimiz hafta çıktı. Eğer vaktiniz varsa, baya spoiler’lı bir şekilde, dilimiz döndüğünce anlatmak isteriz. Anlatılacak çok şey var çünkü.

Evveliyatla şunu söyleyelim, öykü az çok Flashpoint ile geride kalan orijinal Wally West’in, kırılmış zamandan geri dönme çabaları üzerine kurulu. Bu da akıllıca bir karar. Zira Wally West, bilerek ya da bilmeyerek, DC’nin 1960’lar sonrası Gümüş Çağ ile başlayan ve bugün DC olarak kabul ettiğimiz şeylerin temelini oluşturan pek çok olayın bizzat şahidi. Çizgi roman da ilk bölümlerinde bütün bunların özetini güzel bir şekilde çıkarıyor. Aynı şekilde, DC Comics’in son birkaç ayında olan şeyleri de güzelce özetliyor. Her ne kadar Darkseid War‘ın zamansal olarak nerede durduğu, Jim Gordon’ın Batman’lik nöbetinin ne ara yaşandığı, gün be gün çizgi roman takipçisi olmayanlara biraz karışık gelecek olsa da. Kısaca, DC evrenine dair okuyacağınız ilk şey buysa, sizi çok da üzmeyecek bir gidişat izleniyor hikayede. Hem uzak, hem de yakın geçmiş ayaklarınızın altına seriliyor.

DC Universe Rebirth 3

Hikaye bunu yapıyor, çünkü derdi DC Comics’in altın çağında bulunan, ama New 52’da kaybedilen şeylerin tespitini yapmak. Daha doğrusu, bir tespiti var, ama öncelikle bunu paylaşmak istiyor hikaye. Bu noktada şunu söylemem lazım, Wally’nin ikaz etme sürecine “Batman’den başlamalı” diyerek girişmesi, sarhoşken yazılmış bir öykü örgüsü değil elbette. Hikayesel olarak, Thomas Wayne’in mektubu Flashpoint’in duygusal finalini oluşturuyordu ya hani? İşte o mektup üzerinden dönüyor mevzu sözde, ama esasında yazarların söylemek istediği şeyi de anlıyorsunuz. Bizim fırtınamızın gözünde, Batman var. 

Bu sonra, yapılan tespit üzerinden de iyice ayyuka çıkıyor. Wally’nin devamlı altını çizip çizip durduğu bir şey var: İlişkiler. Kaybolan ilişkiler. Kendisinin Flash ile olan abi-kardeş ilişkisi, Linda ile olan aşkı, süper kahramanların kendi aralarındaki sevgi, dillendirilmese de hissedilen Clark-Lois birlikteliği… Hepsi New 52’da kayıp, ya da zayıflar. Wally, ve dolayısıyla DC Comics eşrafı, bunu vurgulayıp vurgulayıp duruyor. Geri dönmek istedikleri en önemli şeyin de bu olduğunu anlıyorsunuz, bu, ve karakterlerin mirasları, mitleri, efsaneleri. Karakterlerin “titan” statüleri yani. Wally, bunların kaybının, kasti bir zarar olduğunu düşünüyor. Birisinin bunu onlara yaptığı kanaatinde. Haksız da değil. O birisinin kim olduğunu da öğreniyoruz sonradan ki… Bu da metaforik fırtınamızın gözündeki, ikinci şeyi açık ediyor bize: Watchmen.

DC Universe Rebirth 1

Açıkça dillendirilmiyor, ama DC Comics, tüm evreni yaratan ve New 52’ya geçilmesini sağlayan kişinin Dr. Manhattan olduğunu ima ediyor. Batman hikayenin sonunda duvarda Comedian’ın amblemini görüyor, öykü de Mars’ta bir saatin üstüne Ozymandias’a “Hiçbir şey asla bitmez” diyen Manhattan tiradıyla sonlanıyor. Hayranlar buradan, Manhattan’ın Before Watchmen‘de “ya tutarsa” diye evren yaratmak üzere bıraktığı yapılanmanın, aslında DC dünyası olduğu sonucunu çıkarttılar. Haksız da olmayabilirler. Hikaye çok net bir Watchmen imasıyla bitiyor zaten.

Peki bu anlamlı mı? Olumlu mu? Nereden baktığınıza göre değişir. Geoff Johns ve ahalisinin, Rebirth’i kurgularken kendisine Watchmen‘i feyz aldığı anlamına geliyorsa, hay hay. Üstlenmesi kolay bir post değil yalnız Watchmen’inki. Eğer onun kadar sert, dürüst, acımasız ve güçlü olacaksa Rebirth, ayağına kapaklanıp, elini öperim. Her türlü coşkunun parçası olmaya da hazırım. Yalnız bu, evren içerisinde değerlendirecek olursak, biraz da meh bir hareket. “Meğerse Dr. Manhattan yaratmış” demek, bana lüzumsuz bir sıkıştırma gibi geldi okurken. Hatta dürüst olayım, Wally olan bitenin özetini çıkartıp, dönmeye çalışırken keyifliydi her şey.

DC Universe Rebirth 2

Sonra kendimi sonlara doğru, yine bir reboot’a yaratılan kılıftan sıkılırken buldum. Marvel geçen sene bu zamanlar, tüm yaz aylarını reboot kılıflandırmaya harcamıştı. Şimdi de DC’nin aynısını yapacak olma ihtimali, beni yordu, ne yalan söyleyeyim. Bir de bunların üstüne, meğerse Manhattan çıkınca, çok etkilenemezken buldum kendimi. Samimi bir şekilde, Wally geldikten sonra, “abi biz bu evrende sıçtık, gel senle koşarak baştan yapalım, içine sevgimizi katalım” diye her şeyi karsalardı, daha mutlu olurdum. Şimdi bir de, işin içine gereksizce Watchmen karakterleri, ve o karakterlerin ucuz ucuz kullanılma ihtimalinin gerginliği girdi…

Yani esasında, Rebirth gayet iyi. Buna kızmayın ama, ben özellikle DC’ye dair okuduğu tek şey Injustice olduğu için, evreni fena hâlde yanlış tanıyan genç çizgi roman okurlarına dağlar, bayırlar dolusu öneririm ilk sayıyı. Hakeza, DC’yi Snyder zannedenlere de samimi önerimdir. Öncekilere dalmadan, temiz okunabilir. Okunaklıdır da aynı zamanda. Sadece, artık kaşarlanmış bazılarımıza, “hadi bakalım, aslında Manhattan’mış?” twist’i, pek twist gibi gelmeyecek, bilakis kaş kaldırıp, omuz indirecek bir hareket olacak; o da bilinmelidir…

Author

Geekyapar'ın yazı işleri şövalyesi. Uluslararası İlişkiler okudu, okula girmeden önce yaptığı işi yapıyor. Küçükken "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diyenlere yazar diyordu. Tüm internette bulmak için: @acyberexile.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.