Yüksek müsaadenizle sizlere bir soru yöneltmek istiyorum: Kalıcılık denince aklınıza ne geliyor? Çünkü önümüzdeki dört hafta boyunca dosya konum olduğundan ötürü inceleyeceğim “kalıcılık” konusu, ilk düşündüğümde aklıma Disney‘i getiriyor da, sizin de aynı mı diye sormak istedim.
Yazıya girmeden belirtmeliyim ki, ben bir Disney geekiyim. Kahramanları hakkında bulduğum her teoriyi ve açıklamayı okurum ve filmler yapılırken neleri atlattığını muhakkak öğrenmeye çalışırım. Hastalandığımda evde yüzüncü kez Lion King‘i ya da Tangled‘ı açar izlerim. Bunları söylememin sebebiyse şu: Yapımlarına bu kadar gönülden bağlı olduğum Disney’i eleştirmek, özellikle kalıcılık çerçevesinde mercek altına almak, benim en doğal hakkım.
Bunu netleştirdiğimize göre gelin Disney’in kalıcılık denince akıllarda o iki kulağıyla belirmesinin, bir yandan da paracıkları götürmesinin en başarılı formüllerini inceleyelim. Bunun için bir tutam Disney tarihi, biraz da pazarlama bilmek gerekir. Merak etmeyin, hepsi bende.
Kısa Disney Tarihi – Disney Rönesansı ve Sonrası
Walt Disney, Snow White & Seven Drarves filmiyle sinema tarihini değiştirdiğinde sene 1937’di. İlk uzun metrajlı animasyon filmi olan Snow White, Disney imparatorluğunun temellerini attı. Yetmiş seneyi aşan tarihiyle Disney, yüzlerce animasyon filmle paraya para demedi. Ancak bariz bir şekilde her filmi aynı kalitede değil. Kalitedeki bu dalgalanma belli tarihlerde öbeklendiği için Disney’in upuzun tarihini dönemlere ayırabiliyoruz. Bunlardan en kritik olanı, Disney’i bugünkü yerine getiren dönem ise 1989-1999 yılları arasında yaşadığı Rönesanstır.
Walt Disney’in 1966 yılında vefat etmesiyle takip eden yirmi sene boyunca Disney, liderlik yoksunluğundan dolayı yönünü kaybetmişti. Finansal sıkıntılar içinde, orijinal fikirler geliştirmeye ve ayakta durmaya çalışıyordu. Gişelerde başarı yakalayamayan bu orijinal fikirler neredeyse Disney animasyonlarının sonu olmak üzereydi. Derken 1986’da The Great Mouse Detective filmi şaşırtıcı bir başarı yakaladı. Buradan gazı alan Disney 1989’den itibaren art arda hit filmler çıkardı. 1989 yılında çıkardığı Broadway müzikali tarzındaki Little Mermaid, on senelik Rönesans döneminin başlangıcı oldu. Onu takip eden Beauty and the Beast, Aladdin, The Lion King, Pocahontas, The Hunchback of Notre Dame, Hercules, Mulan ve Tarzan filmleri, Disney’e imparatorluğunu kurması için gerekli finansal başarıyı sağladı.
1999’a kadar giden Disney, Rönesansını ise yine kısa bir duraklama dönemi takip etti. Pixar ile baş etmeye çalışan Disney, orijinal hikayelerle gündemde kalmaya çalışıyordu. Ancak bu rekabet ortamında kaybeden taraf olmaya mahkumdu. Pixar’ın Toy Story’si bile Disney’le baş etmeye yeter ve artardı. Disney’in, Pixar’ı 2006 yılında satın almasıyla bu rekabet bitti; bunun yerine Pixar, Disney’e ilham kaynağı olmaya başladı. Bu satın almadan itibaren çıkan Princess and the Frog, Tangled, Zootopia ve Frozen gibi büyük gişe filmleri sayesinde Disney bir duraklama dönemini daha geride bıraktı. Küllerinden doğmuş olan Disney, animasyon dünyasının en büyük imparatorluğuna dönüştü.
Disney’in Başarı Formülü
Tarihi bilmek önemlidir sevgili geekler. Zira tarih, geçmiş hatalardan ders çıkarıp gelecekteki rotayı belirlememize yardımcı olur. Disney ne zaman çöküş yaşasa, direktörler ve animasyon ekibi köklerine geri dönüş yapıyorlar. Misal, 1989’da Disney’i ölümden döndüren The Little Mermaid, Walt Disney’in 1937’de yaptığı formülü birebir takip etti. Aynı şekilde 2008 yılında da Pixar’la ortak yapılan animasyonlar hariç yine aynı formülün elementleri filmlere dahil edildi. Disney’in kalıcılığının ve paracıklarının kaynağı olan formül tam da gözümüzün önünde duruyor: Bilindik masallar, prensesler ve müzik.
İzninizle önce müzikal kısmına değinmek istiyorum. Walt Disney’in ölümünden sonra müzikaller, Disney animasyonları için bitmişti. Rönesans dönemi ise animasyonda müzikali tekrar hayatımıza getirdi. The Little Mermaid’den önce çekilen müzikal Sleeping Beauty’di, arada ise neredeyse otuz yıl gibi uzun bir süre var. Bu dönemde çıkan şarkılar Broadway müzikallerini aratmayacak seviyede. The Little Mermaid’den “Under the Sea”, Pocahontas’dan “Colors of the Wind”, Aladdin’den “Whole New World” şarkıları Disney’nin müzikal kalitesini ortaya koydu. Hatta Beauty and the Beast ve Lion King filmlerinin müzikleri o kadar kaliteli ki Broadway şovu olarak defalarca sahneye uyarlandılar. Özetle Disney başarı formülü için birinci madde, Broadway kalitesinde müzik.
Gelelim formülü oluşturan en basit ve en etkili elementine: bilindik hikayeler, özellikle de masallar. Disney’in ölüm döşeğine geldiği yıllara baktığımızda neredeyse tüm fikirlerin orijinal fikirler olduklarını görüyoruz. Bir sonraki cümleyi söylemek kalbimi kıracak ama gerçeklerle yüzleşmek gerekir: Orijinal fikirler Disney’in en büyük hatası. Çocuk masalları gibi bilinen hikayeleri yaratıcı bir biçimde uyarlamak ise mutlak başarı kaynağı. Disney bunu tekrar tekrar öğrenip, tekrar tekrar unutuyor. Rönesans döneminde uyarlanan filmlere bir bakın: The Little Mermaid, Hans Christensen tarafından 1837’de yazılmış, Beauty and the Beast’in dayandığı hikaye 1740’a kadar uzanıyor. Pocahontas gerçek bir karakterin hikayesinden uyarlanmış, Hercules’in esin kaynağı ise Yunan mitolojisi. The Lion King‘in Hamlet‘ten uyarlandığı ise bu örneklerden en bilineni. Rönesans dönemindeki hikayelerin hepsi halihazırda bilinen öykülerin yumuşatılmış, aile dostu şeklinde getirilmiş hali. Risk yok, zarar yok, alın size Disney. Zaten Pixar’ı satın aldıktan sonra Disney, orijinal hikaye işini Pixar’lı yetkililere devrediyor. Bildiği işi yapınca herkes mutlu, paralar gani gani.
Gelelim formülün son elementine: Pazarlama. Prenses diyeceğim sandınız, değil mi? “Disney Prensesleri” denen kavram, pazarlama dersinde oturup çalışılması gereken bir konu. Sadece daha fazla ürün satmak için yaratılan bir pazarlama stratejisi olduğunu, “Disney Prensesleri” markasının arkasındaki deha Andy Mooney açık açık söylüyor. Yani marketlerde olur olmadık her şeyin üzerinde bu prensesleri görmenizin sebebi bu beyefendi. Eh, insanların Disney prenseslerine benzemek için harcadıkları çaba da çok bariz ortada. “Disney Prensesleri” gibi şemsiye bir markanın varlığı, Disney parklarından süpermarketlere kadar her yerden Disney’e para gelmesini sağlıyor. Bir yandan Disney’e şelaler gibi para akıtırken bir yandan da Snow White veya Sleeping Beauty gibi unutulası filmlerin jenerasyonlarca hatırlanmasını sağlıyor. Pamuk Prenses dediğimiz şahsın filmini ne zaman izlediniz? Peki ya Uyuyan Güzel’in gerçek adı ne? İsmi Aurora olan kızımızı pek hatırlayamayabilirsiniz, ancak hikayesi ve yüzünü unutmamız pek mümkün değil diye düşünüyorum.
Disney imparatorluğuna gönül vermiş biri olarak söylemeliyim ki, Disney için kalıcılığın formülü tamamen paradan geçiyor sevgili geekler. Risk almadan, bilindik hikaye formülleriyle ilerlemek mutlak para getirisidir. Tabii bu formülün kırıldığı noktalar yok değil. Son birkaç yılda Moana ve Merida gibi modern prensesler ve Wreck It Ralph ile Zootopia gibi orijinal fikirler de Disney’e başarı getiren filmler arasında. Her ne kadar giderek modern filmler yapsa da kanımca Disney kendi formülünden katiyen vazgeçmez. Üstüne bir de Pixar’dan orijinal fikirler geldi mi, eh değmeyin benim gibi Disney fanlarının keyfine…