2020 pandemisinin ardından küresel çapta hızla kötüleşen koşullar geleceği hiç olmadığı kadar belirsiz ve ürkütücü bir tabloya dönüştürdü. Dünyanın pek çok noktasında tırmanan askeri-siyasi gerilimler, gıda yetersizliği ve büyük göç hareketlenmeleri mevcut. Birçok ülke pandeminin ardından iflasın eşiğine geldi. Dünya, patlamaya hazır bir barut fıçısı. 2023 itibarıyla geleceğe dair umut veren çok az şey var, gerçek anlamda bir distopyada yaşadığımızı söyleyebiliriz. Fakat bu distopya, neredeyse türün belkemiği hâline gelen 1984 ya da Cesur Yeni Dünya’dan alıştığımız distopyalardan çok daha farklı, bir hayli dallanıp budaklanmış durumda. Bu distopyadan kaçmak, tek bir baskıcı rejimi yıkmakla olup bitecek gibi değil, bu distopya hemen hemen bütün hayatın kendisine dönüşmüş durumda.

İşte bu noktada oldukça yakın ama bir o kadar da uzak bir antoloji; hepimizin günlük yaşantısından tedirgin edici izler bulabileceği bir distopya mozaiği, distopya türünü daha önce örneğine az rastlanılan ufuklara taşıyor.

Büyük Biraderler… Antolojideki öykülerin tümü, 1984’te ve daha sonrasında da sık sık rastladığımız neredeyse karikatürize edilmiş totaliteryan bir distopya yerine, günümüzde somut karşılığını bulabileceğimiz sorunları merkeze alıyor. Bu cümleden öykülerin sırf mesaj verme kaygısı taşıdığı zannedilmesin. Çünkü merkeze aldıkları sorunları hem arka plana hem arka plandaki dekora dönüştürebiliyor hem de vermek istedikleri mesajın üzerine dikkat çekici bir elbise gibi giydirebiliyorlar. Dolayısıyla öykülerin estetik bir yöne sahip olduğu rahatlıkla söylenilebilir.

Büyük Biraderler: Her Biri Kendi İçinde Ayrı Dünyalar Vadeden Bir Antoloji

Antolojideki 9 öyküden ikisi Türkiye’den, geri kalanları ise İtalya, Yunanistan, Almanya, Belçika ve Norveç’ten. Bu 9 öykünün tamamı, gerçek anlamda farklı farklı duygulara ve kurgulara sahip. Dolayısıyla distopyalarda hep ürkütücü bir manzara olarak karşımıza çıkan fakat çoğu distopik kurgunun durmaksızın içine düştüğü o “tek düzelik”, Büyük Biraderler’de yok. Bu 9 öykünün her biri kendi içinde ayrı bir dünya vadediyor ve bu dünyalardan her biri sizi kendisine hayran bırakacaktır.

Antolojinin derlenmesini ve yabancı yazarların Türkçeye çevrilmesini Ünver Alibey üstlenmiş durumda. Kendisini Arda Giz Serisi ve derlediği çeşitli uluslararası antolojilerden tanıyoruz. Çevri öykülerin üslubu son derecede hoş; her öykü adeta kendi dünyasını, kendi gerçekliğini yansıtan bir tarza sahip. Çeviri eserlere karşı genellikle ön yargı vardır fakat Büyük Biraderler’de bu ön yargıyı bir kenara bırakmak gerek çünkü antoloji, çevirinin de aslında bir sanat olduğunu bizlere ispatlar nitelikte.

Öyküler

Leviathan’ın Şarkısı – Viktor Pseftakis

Antolojinin ilk öyküsü Viktor Pseftakis tarafından yazılan Leviathan’ın Şarkısı. Bu öykü yalnızca antolojinin girişindeki bir hikâye değil, aynı zamanda daha büyük bir dünyanın da girizgâhıymış gibi hissettiriyor. Son derece sürreal ama aynı zamanda bir o kadar da gerçekçi bir üsluba sahip. Bu hikâyede binalar nefes alıp verebilir, duvarlar etrafta olup biten olaylardan tedirginliğe kapılabilirler. Hikâyede değişmeyen tek şey adeta değişimin kendisi ve bazen o kadar değişirsiniz ki eşi benzeri olmayan bir şeye de dönüşebilirsiniz; bu iyi mi yoksa kötü mü, öykü bunun yargısına varmayı bize bırakıyor. Fakat derin bir umutsuzluğun içinde de olsa dostluğu, sevgiyi ve mücadele etmeyi bize şiirsel bir güzellikte takdim ediyor.

Yeşil Gemi – Francesco Verso

Bir sonraki hikâye Francesco Verso’dan Yeşil Gemi. Ödüllü bir yazar olan Francesco Verso’nun öyküsü olgun ama aynı zamanda genç, sakin ama aynı zamanda coşkulu bir üslupla yazılmış. Yeşil Gemi’nin ana teması, son zamanlarda hem Türkiye hem de dünyanın pek çok ülkesinde gündemi çalkalayan mülteci sorununu içeriyor. Fakat mülteci sorununu irdelerken, teknolojiyi, siyaseti, insani duyguları hatta müziği de hikâyesine katıyor; böylece canlı, adeta nefesini yanı başınızda hissedebileceğiniz karakterler ortaya çıkıyor. Üç boyutlu yazıcılar, yüzen bir ülke, küçük bir ekolojik harika, doğanın zalimliği ve insanların çaresizliği. Yeşil Gemi, bir kısa hikâye olsa da sizi belki de kendi içinizde uzun bir yolculuğa çıkaracak kadar güçlü.

Patla! – Onur Selamet

Üçüncü hikâye Türkiye’de bilim kurgu ve fantazyaya ilgi duyan herkesin illaki tanıdığı bir isim, Onur Selamet’ten “Patla!”. Bu öykü Love, Death & Robots gibi bir yapımın bölümü de olabilirdi ve muhtemelen izleyicilerin en sevdiği bölümlerden olurdu. Konusu oldukça ilginç, insanlar neyin yasaklanacağını seçiyor ve yasaklanan şey bir müddet boyunca yasaklı hâlde kalıyor. Terlikler mi yasaklandı? Eğer evinizde terlikle yakalanırsanız geçmiş olsun!

İnsanlar tek tek ele alındığında belki de evrendeki en kompleks varlıklar olabilir; insanların sinir sistemi bile başlı başına bir harika fakat insanlar bir araya geldiklerinde ortaya karikatürlerden hallice görüntüler çıkarabiliyorlar. Patla! insanların bu karikatürize hâllerini irdeliyor.

Gece Hayatı – Lou Conradi

Bir sonraki hikâye Almanya’dan Lou Conradi tarafından yazıldı; Gece Hayatı. Antolojideki en zorlayıcı hikâyelerden biri. Antropomorfik hayvanların olduğu bir dünyayı ele alıyor, yani bu dünyada su tankının içinde dolanan bir yunusla karşılaşmanız çok olası. Hikâye bir kabare şovunu ele alıyor fakat birçok açıdan. Neredeyse bir patlama anının farklı açılardan çekilmiş ve yavaşlatılmış görüntüleri gibi bir üsluba sahip. Bu öyküyü okurken sevip sevmediğinize bile karar veremeyecek kadar kafanız karışabilir.

Kabarcık 24 – Stefano Meglioraldi

Beşinci hikâye Stefano Meglioraldi tarafından yazıldı; Kabarcık 24. Bu hikâye yalnızca bir distopya değil aynı zamanda polisiye, aynı zamanda dram. İlk başta, alışılageldik bir siberpunk manzarasıyla karşılaştığınızı düşünebilirsiniz fakat kelimeler aktıkça, bir anda kendinizi hikâyeye kapılmış hâlde bulacaksınız ve belki de uzanıp, hikâyenin başrolündeki ihtiyara yardım etmek isteği duyacaksınız. Fakat her halükârda hikâyenin sonu sizi afallatacak ve insani ilişkilerin her ne kadar ölümsüz olsa da, aynı zamanda kırılgan olduğunu fark edeceksiniz.

Küçük Zodyak Çocuğu – İfestion Hristopulos

Bir sonraki hikâye İfestion Hristopulos tarafından yazıldı; Küçük Zodyak Çocuğu. İnsanların boş vakitlerinde eğlenmek ve acılarını unutmak için ellerinde kalan tek şeyin hikâyeler olduğu, umutsuz bir gelecekte geçiyor. İnsanlar hep toplanıp birbirlerine hikâyeler anlatıyor. Kapalı bir toplumda, otoriter bir yönetimde yaşıyorlar derken bir gün kıyıya bir çocuk cesedi vuruyor. Birbirlerine anlattıkları hikâyelerin konusuna artık bu kaza ve çocuk karışıyor.

Ne olup bittiğini, dalgaların ardında saklanan dünyayı kimse bilemez, uçsuz bucaksız bilinmezliğin ortasında, her gün erirken yapabildikleri tek şey hikâye anlatmak ve dinlemek. Tüm bu dünyayı bize nakleden anlatıcı ise Küçük Zoyak Çocuğu’nun sırrını çözmek uğruna yeni bir hayat buluyor adeta.

Dekameron

Sinekler – Lara Reims

Yedinci hikâye Lara Reims’dan, Sinekler. Hikâye siyasi sistemleri ve insanların iki yüzlülüğünü yeren tek düze bir akışla ilerlerken bir anda karşımıza karanlık bir sürpriz çıkıyor. Ya hep ya hiç. İnsanlığın geleceği tam olarak bu noktada ve buna karar veren bir yapay zekâ. Hikâyeye ismini veren Sinekler’in aslında neye işaret ettiğini anladığınızda içinizde karanlık bir duygu oluşacak.

Üç Boyutlu Kırmızı Fil – Selin Arapkirli

Sekizinci hikâye Selin Arapkirli’den, Üç Boyutlu Kırmızı Fil. Selin Arapkirli oldukça başarılı bir senarist, çevirmen ve yazar. Üç Boyutlu Kırmızı Fil ise adeta bir roman olmak üzereyken hikâyeye dönüşmüş gibi bir hisse sahip. Sabırla okunmayı isteyen bir anlatı. Hikâyenin başlarında önemsiz gibi görünen bir detay, ilerleyen safhalarda tekrar karşınıza çıkma ihtimaline sahip. Hikâye ise genel olarak distopya kavramını sorgular bir hâlde. Distopya olduğuna ikna edildiğimiz bir düzenin, antitezi iddiasındaki bir düzende yaşarken ve her gün biraz daha önceki düzenden nefret ederken yavaş yavaş önceki düzenin daha iyi olduğu şüphesine kapılmak… Üç Boyutlu Kırmızı Fil’in anlatıcısı bu tekinsiz duyguyu, kimseye anlatılamayacak kadar ağır bu hissi başarıyla naklediyor.

Axon – Lasse W. Fosshaug

Son hikâye Lasse W. Fosshaug’dan Axon. Daha açılış paragrafı ile karşımızda özel bir anlatı olduğunu görüyoruz. Bu açılış cümleleri artık insan hayatının önemsiz bir şaka olarak algılandığı bir dünyayı gösteriyor bize. Fakat insan yaşamının sonunu da gösterişli bir şakaya çevirmeye niyetli.

Tüm bu hikâyeler bizlere farklı dünyaları, farklı felaketleri ve farklı mücadeleleri sergiliyor. Benzerine az rastlanır bir distopya mozaiği sunuyor.

Yazan: Tuğrul Sultanzade

Author

Dünyanın en ihtiyacı olduğu anda ortaya çıkarak çeşitli konularda fikirlerini belirten yazarlar. Bir konuk yazar asla geç yazmaz, erken de yazmaz. Onlar, tam yazmaları gereken zamanda yazarlar.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.