İspanyol korku sinemasından bir kere bile film izlemiş olanlarınız varsa şunu çok iyi bilirler ki buradaki korku filmleri, Hollywood yapımlarından çok farklıdır. Hollywood’un klişeleşmiş jumpscare unsurlarının, gerilim dolu müziklerin ve tabii, olaylar başladığında bulunduğu ortamdan kaçmayı akıl edemeyen karakterlerin olmadığı İspanyol korku filmleri, Hollywood korku filmlerinden farklı bir yöne doğru sıyrılır. Üstelik bu filmlerden birkaçını ele alırsak bu sinemanın Amerika’daki örneklerinden daha çok ön plana çıktığını anlayabiliriz. İspanyol korku sinemasının ilk akla gelen örneklerinden olan The Others, El Espinazo del Diablo, El Laberinto del Fauno ve El Orfanato filmlerine baktığımızda, hepsinin aslında tematik olarak ortak bir yönünün olduğunu görebiliriz. Bu ortak yön de bu filmlerin hepsinde karakterlerin geçmişten gelen ile mücadele ediyor; ya geçmişteki bir ihanetin bedelini ödüyor ya da hatalarıyla yüzleşiyor olmaları.

Peki, İspanyol korku sineması alanındaki işler arasından bu kadar sıyrılabiliyorken, korku unsurları içeren İspanyol dizileri de kendi alanında aynı başarıyı gösterebiliyor mu? Kendimi bir İspanyol korku sineması geeki saydığım ben, bu soruya doğru bir cevap bulabilmek için kutsal bir yolculuğa başladı. Bu yolculukta yolun başında olduğum için tek bir dizi izlemiş olsam da yukarıdaki sorunun cevabını biraz olsun tahmin edebilmeniz için, bu diziyi incelemeye karar verdim. Bu kutsal görevi tamamlamak için daha çok yolum olduğunu biliyorum ama yine de az sonra anlatacağım diziden sonra bu görevi bitirmeye gücüm yeter mi, emin değilim? Neyse, biz dizinin incelemesine geçelim.

İspanyol korku dizilerinden ilk izlediğim 30 Coins, orijinal adıyla 30 Monedas, yönetmenliğini İspanyol sinema endüstrisinde önemli bir yeri olan Alex de la Iglesia’nın yaptığı, senaryosunu ise Iglesia ve çoğu filmde dizinin yönetmeniyle birlikte çalıştığı senarist Jorge Guerricaechevarría’nın yazdığı, gizem ve korku ögeleriyle dolu bir televizyon dizisi. Dizi, bütün bir sezon boyunca birçok karakterden bahsetse de aslında üç ana karakterimize odaklanıyor: Şeytan kovucu ve eski mahkûm bir rahip, Peder Vergera; bilgili ve becerikli veteriner Elena ve kasabanın belediye başkanı, Paco.

Her şey, bir şeytan çıkartıcı olan Peder Vergara’nın İspanya’nın küçük bir kasabasına rahip olarak gönderilmesiyle başlıyor. Peder, kasabaya geldikten sonra ise halk arasında şüphe ve korku tohumlarının ekilmesine sebep olacak tuhaf şeyler yaşanıyor. Bu tuhaf olaylar da veteriner Elena ve belediye başkanı Paco’yu bir araya getiriyor ve birlikte, bu doğaüstü olayları çözmeye başlıyorlar. Doğaüstü olayların tümü ise tek bir ortak noktada birleşiyor: Küçük bir gümüş para. Bu para, İncil’de de geçen Yahuda’ya, İsa’ya ihanet etmesi için verilen paralardan biri. Karakterlerimizin eline bu paranın geçmesiyle de kendilerini bir anda büyük bir mitolojinin içinde, iyiyle kötünün savaşının tam ortasında buluyor.

Yaşanan tüm olayları ile bizlere gizemi ve korkuyu hissettiren dizi, bir sezon boyunca Hristiyan mitlerini, Lovecraft esintileri ile birleştirerek hem bizleri dindarlığı, mitolojileri sorgulamaya itiyor hem de korku severlere eğlenceli dakikalar yaratıyor. Lovecraft esintileri diyorum çünkü yönetmenin kendisi Cthulhu’nun Çağrısı’ndan etkilendiğine dair açıklamada bulunmuş.

Yönetmen, kutsal metinleri mitlere dönüştürerek mükemmel bir şekilde kullanıyor ancak dizide bundan daha da öteye gidiyor: Lovecraft eserlerinde görebileceğimiz görüntüleri ve atmosferi mitoloji ile birleştirerek, Hristiyanlıktaki dehşeti gözler önüne seriyor. Örneğin, Peder Vergara, İncil’deki yeni doğan Mesih’e getirildiğinden bahsedilen ama tarif edilmeyen hediyelerin aslında onları kullananlara güçler veren sihirli parşömenler olduğunu öğreniyor. Bu güçleri de Mesih’i gördüğümüzde ona, fantezi türünde parlaklık vererek açıklıyor. Aslında dizide kötülüğün Lovecraft tarzında tanımlanması, modern hikâye anlatımında klasik mitosların en görkemli şekilde önemsizleştirmesidir.

Dizi, Lovecraft eserlerinin yanında kült korku sinemasından da esintilerle dolu. Karakterler rüya görmeye başladığında A Nightmare on Elm Street filmindeki gibi yere doğru çekiliyor. Bazı canavar tasvirlerinde The Thing filminin etkileri bariz şekilde görülebiliyor ve eski korku filmlerini anımsatırcasına olaylar başladığında kasaba, bir sis bulutunun ortasında mahsur kalıyor. Yönetmen, tüm bu eski korku ögelerini başarılı bir şekilde bizlere hissettirirken bir yandan da aklımızda şüphe uyandırıyor. Dizide yaşanan tüm olaylar, insanların korku ve paranoyaları sonucu mu oluşuyor, yoksa tüm iğrençlikler en korkunç kötülüğün yarattıklarından biri mi?

Bu sorular ile birlikte gizem ve korku dolu dakikalar yaratan 30 Coins, tüm bu eski kült filmlerden esinlenilmiş tasarımları ve atmosferiyle Iglesia’nın ne kadar iyi bir iş çıkardığını bizlere gösteriyor. En azından korku sineması bağımlılarına eğlenceli dakikalar yaratıyor.

Peki, 30 Coins’i izlediğim en kötü diziler listeme sokan şey ne? Dizi, her ne kadar kült filmleri hatırlatsa da günümüzde aynı tasarımları görmek, aynı tasvir yöntemlerini kullanmak çok da işe yaramamış bana göre. Üstüne, dizi bütçesine göre kült korku filmlerin atmosferini yakalanmaya ve oradaki tasarımların benzerlerinin yapılmaya çalışılması nedeniyle olaylar sezon sonuna doğru tüm inandırıcılığı yitiriyor. Özellikle kullanılan efektlerin çok göze batması ve yapay durması, bu inandırıcılığı yok eden başlıca sebeplerden biri. Durum böyleyken son bölümlere doğru dizi, iyice izlemesi zor bir hâle gelmeye ve biraz da komediye dönüşmeye başlıyor. Sonuç olarak Iglesia’nın yapmaya çalıştıkları, anlatılan konular, senaryo ve eskilerden esintiler olması, bir yerden sonra tamamen etkisini kaybediyor.

Tüm bu sebeplerden yola çıkarak 30 Coins, izlemeye değer bir dizi miydi? Yazının en başında bahsettiğim kutsal yolculuk için aslında değerdi. Ancak böyle bir merakım olmayıp izlemeye başlasaydım büyük ihtimalle bütün İspanyol dizi sektöründen şu anda soğumuş olmalıydım. Yine de ben başka korku dizileri araştırıp, yolculuğuma devam edeceğim. Umarım yolculuğumun ilk adımını anlattığım bu yazımı keyif alarak okumuşsunuzdur. Korku sinemasının iyiye doğru gitmesi dileğiyle!

Yazan: Melis Gizem Akkaya

Author

Geekyapar okurları Yazı Çağrısı altında toplaşıyor, belirlenen konularda kalem coşturuyor. Sen de parçası olmak istiyorsan, duyuruları takip et!

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.