Evet, belki günlerdir bu dizinin reklamlarını orada burada görüyorsunuz ya da sosyal medyada birilerinin bu diziden bahsettiğini okuyorsunuz. Belki ön yargıyla yaklaştınız ve sadece başörtülü bir kadının hikâyesini anlattığını düşündünüz, ilginizi çekmedi. Yine mi bir Türk dizisi dediniz belki de.

Doğrusunu söylemek gerekirse diziyi ilk gördüğümde ben de böyle düşünmüştüm. Sonra sevgili Can Türkdoğan’ın tweet’ini görünce merakım çelindi ve bir an önce izlemek istedim. Oturup izlemeye başladım ki ne göreyim, arka arkaya bölümleri bitirir olmuşum. Dizi öyle güzel aktı gitti ki bir gecede bitiriverdim bütün sezonu. Eh, televizyon dizisi kadar da uzun olmadığı için sekiz bölüm çabucak bitiverdi. Evet, belki girizgah biraz uzun oldu ama gelin başlayalım. Yazıda başlıklar halinde tüm hatlarıyla “Bir Başkadır” nasıl olmuş, insanlara kendisini böylesine sevdiren neymiş bir bakacak, bütün sezonu spoilerlı bir şekilde değerlendireceğiz. Buyursunlar!

Genel Bakış

Berkun Oya’nın yazdığı ve yönettiği Bir Başkadır’ı genel anlamda bir ele almak gerekirse, alışık olduğumuz televizyon dizilerinin anlatım dilinden tamamen uzak bir hava mevcut. Oyunculardaki doğallık, hissettirdiği duygular ve yaşanan tüm psikolojik durumlar, yapılan küçük dokunuşlar, göze batmayan hatta tam tersi memnun bırakan kamera kullanımı derken her yönüyle başarılı bir yapım olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Netflix’in uçuk kaçık kurgulu Türk dizilerinden sonra “Ee, o kadar uçlara gitmeye gerek yokmuş sanki?” dedirtti. Çünkü gayet basit bir anlatımla, ne süper kahraman ne de bilim-kurgu vari acayip yaklaşımlara gerek kalmadan oldukça hayatın içinden bir konu ile bu diziyi tutturmayı başarmışlar.

Diziyle ilgili rahatsız olduğum, memnun kalmadığım şeylerin sayısı neredeyse yok gibi. Oldukça rahat, tamamen doğal bir anlatımla ve bu anlatıma eşlik eden başarılı tekniklerle ortaya keyifle izlenesi bir dizi çıkmış. Açıkçası uzun zamandır bu kadar keyifle bir Türk dizisi izlediğimi hatırlamıyorum. Genel bir bakışla bunları söyleyebilirim.

Sinematografi

Bir Başkadır’ın sinematografisi, kamera kullanımı ve görüntü yönetimi tek kelimeyle tertemiz. Bütün tercihler oldukça başarılı, karmaşık şovlardan veya abartılı efektlerden uzak bir şekilde tamamen sadelik odaklı bir yaklaşım var karşımızda. Yıllardır alışık olduğumuz zoom üstüne zoom kullanan dizilerden uzak, neredeyse sinema filmi veya kısa film tadında kullanılan kamera izleyicide rahatlatıcı bir etki bırakıyor. Sonunda bir oh çekiyor ve insan gibi kullanılan bir kamera görüyorsunuz. Çünkü kamera burada bir amaç olarak değil doğru bir araç olarak kullanılmış ama yapılan bu doğru ve temiz tercihler, aynı zamanda izlerken yavan da hissettirmiyor. Gayet eli yüzü düzgün, ustaca kullanılmış bir sinematografi dili mevcut.

Sanat Tasarımı

Bu dizinin en sevdiğim yönlerinden biri de başından sonuna kadar değişmeden kullanılan sanat tasarımı. Her şey alabildiğine sade, bir o kadar da özenle hazırlanmış. Sadeliği yaratmak kulağa kolay bir iş gibi gelebilir ama sanat konusunda bilgili ve meraklı olmayan birinin sade ama tok dokunuşlar yapması hiç mi hiç kolay değildir. Bu dizide de belli ki sanatla ilgilenen insanlar yer almış çünkü renk paletiyle, genel tasarımıyla, müzik kullanımıyla gerçekten çok güzel dokunuşlar yapılmış. Oluşan sade ama doygun ton o kadar keyifli ki, hem konu öne çıkıyor hem de oluşan atmosferden memnun kalıyorsunuz. Zaten tasarımın iyisi de çok bağırmayan ama bütünlüğü oluşturmada katkı sağlayanıdır. İşte Bir Başkadır’ın sanat tasarımı da sade ama bir o kadar da etkili olmuş, jeneriklerde yapılan tercihler bile bu dizide sanat konusunda ince düşünüldüğünü göstermeye yetiyor.

Hikaye

Bir Başkadır’ın öyle çok karmaşık bir hikayesi yok. Oldukça sıradan, hayattan bir hikaye ile seyirciyi ekrana kilitlemeyi başarıyor. Çünkü senaryo, sezon boyu süren olayların ve genel hikayenin kurgusu, yaşanan gelişmeler ve çözülen düğümler öyle tatminkar bir etki bırakıyor ki fazlasını aramıyorsunuz.

Dizi, tam manasıyla bir Türkiye tablosunu ortaya koyuyor ve toplumdaki sınıfları, bu sınıflar arasındaki ilişkiyi ve aslında saçma kavgalarımızdan sıyrılınca hepimizin gayet de iyi anlaşabileceğini vurguluyor. Tabii bütün bunları “bakın işte bu a sınıfı çok kötü” veya “işte a sınıfının b sınıfına yaptığı ayrımcılık, tüh yazıklar olsun!” şeklinde gözümüze sokmuyor. Bu tartışmayı karakterlerin iç dünyalarında hatta bazen dış dünyalarında görüyoruz ama bu zaten karakterlerin kendi psikolojik gelişimlerini oluşturduğu için hiç mi hiç sırıtmıyor. Üstelik bu gelişim süresince yaşanan duyguları size bir güzel geçiriyor, sekiz bölüm boyunca karakterlerin gelişimini, aralarındaki ilişkiyi izletiyor ve size de o psikolojiyle bütünleşmek kalıyor.

Ayrıca bu sekiz bölüm boyunca gerçekleşen bütün olaylar, olayların düzeni ve birbirine etkisi, başından sonuna bir nihayete ermesi anlamında da oldukça memnun ayrılmanıza sebep oluyor. Sadece Meryem ile Peri arasındaki samimiyetin zaman içerisindeki gelişimi bile başlı başına keyifliydi.

Ancak diziye başlar başlamaz bir sene öncesine gitmemizden dolayı içimde bir miktar şüphe oluşmuştu, acaba sezon sonuna kadar sadece o bir sene içerisinde olan olaylar mı önümüze getirilecek diye. Aslında tam olarak böyle oldu ama genel işleyiş o kadar akıcı, o kadar doğal ve merak uyandırıcı oldu ki bir bölüm bile şikayet etmedim.

Dizinin finaline geldiğimde ise karakterlerin iç dünyalarındaki savaşlarda yol kat etmelerini, algılarını yenmelerini ve sınıf farklarının gerçekten hiçbir şey ifade etmediğini anlamalarını veya anlamaya çalışmalarını izlemek oldukça tatmin ediciydi. Asla şu da olsaydı veya şu olmasaydı dediğim bir konu olmadı. Dizi, ilk bölümden beri sunduğu dünyayı çok güzel işledi ve yine çok güzel bir şekilde kapattı. Bu açıdan hikaye anlamında ekranın başından tamamen memnun ayrıldığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

Karakterler

Karakterlere söylenecek söz yok desem yeridir. Başarılı oyuncu kadrosuyla herkes hakkını vererek oynamış ve izleyiciye o samimiyeti, doğallığı ve en önemlisi de duyguları geçirmeyi başarmışlar. Öykü Karayel’den (Meryem) Defne Kayalar’a (Peri) , Tülin Özen’den (Gülbin) Funda Eryiğit’e (Ruhiye) kadar tüm oyuncular harika bir performans ortaya koymuş.

Dizinin ana konusu insan psikolojisi olunca oyuncuların işi epey zorlaşıyor ama herkes bu yükün altından alnının akıyla çıkmış, tebrik ediyorum. Özellikle dizinin ana karakterleri diyebileceğimiz “Gündelikçi Meryem” ve “Psikiyatrist Peri”, hem ayakları yere basan bir kurguya sahipler hem de oyuncular bu karakterleri çok iyi aktarmış. Bunu bütün karakter ve oyuncular için rahatlıkla söyleyebilirim. Tam bir hümanist olan ikinci psikiyatrist Gülbin, ara sıra ortaya çıkan ve okuduğu kitapların heyecanıyla ortaya karışık felsefe yapan Hilmi, travmaları yüzünden varlığıyla savaş halinde olan Ruhiye ve bambaşka hayat arzuları olan Hayrunnisa.

Yani işin özü, bütün karakterler iyi tasarlanmış, eh bir de üstüne güzel oyunculuk sergilenmiş ve ortaya bütünüyle hem samimi hem etkili bir sahne çıkmış. Hatta başlangıçta “Hoca” karakterini bildiğiniz üfürükçü tarikatçı bir tip zannediyordum ve bu yüzden biraz tadım kaçmıştı. Ancak o da oldukça sıradan ve kendi halinde bir imam çıktı. O an anladım ki “Hoca” tarikatçı olmanın yanından bile geçmezken onu büyük bir figür haline getirenler belli ki yerel halkın ta kendisiydi. Zaten bu da kendi içinde bir eleştiriydi.

Tesadüfler

Diziyi pek çok yönüyle bütünleştiren, izleyicinin kafasındaki kurguyu ve bütün karakter ilişkilerini bir noktada şekillendiren yegane unsur tesadüfler. Eğer “Yok artık, bütün olaylar ve karakterlerin yolları nasıl böyle birbirine kesişebilir!” diye katı bir tutumunuz yoksa çok rahatsız olmazsınız bu durumdan. Ancak böyle birbirine bağlı tesadüfler gözünüze batıyor ve rahatsız ediyorsa bu diziyle ilgili şikayet edebileceğiniz en büyük unsur bu.

Tesadüfler benim çok da gözüme batmamakla birlikte yer yer onları sorguladığım oldu ama bütünü ele aldığımda başarılı bir yapı gördüğüm için, dizinin tadını çıkarmaya baktım. Bir yandan da bu tesadüfler olmadan dizinin genel mayası oluşmuyor ama Türkiye perspektifiyle baktığınız zaman, bu tesadüflerin çok da zorlama olmadığını hatta günlük hayatta rastlanmasının olası olduğunu fark ediyorsunuz. Diziden örnek vermek gerekirse; Meryem’in yolu Peri ile nasıl kesiştiyse, Gülbin’in yolu da Melisa ile, Yasin’in yolu da Hayrunnisa ile öyle kesişiyor. Sonuçta hayatın kendisi de biraz böyle değil midir?

Sınıf Farkları

Dizinin özellikle vurguladığı, “bakın işte sınıf farklılıkları nasıl da kötü” diye gözümüze soktuğu bir husus olmamakla beraber; bu farklılıkların sonucunda oluşan toplumsal etkiyi yedire yedire anlatan bir yapısı var. Karakterlerin zaman içerisinde bu sınıf farklılıklarına bakışlarını, kendi iç dünyalarındaki çatışmaları gördükçe siz de ikna oluyorsunuz ve hem mesajı alıyor hem de ağzınızda kamu spotu tadında bir burukluk olmadan ayrılıyorsunuz. Çünkü karakterleri ayrıştıran sosyo-ekonomik geçmişler arabesk bir temayla veya plaza soğukluğuyla size servis edilmiyor. Bir yandan az eğitimli ve dar gelirli sınıf bütün gerçekliğiyle resmedilirken, daha entelektüel olan yüksek gelirli “aydın” kesimin yaşadığı iç dünya öyle güzel anlatılıyor ki; hepsinin aslında sadece insan olduğunu, sınıfların verdiği etiketler bir kenara bırakıldığı zaman nasıl da anlaşabildikleri meydana çıkıyor. Hatta bazen karakterler bu sınıf farklılıkları yüzünden kendi aralarında bir çatışma bile yaşıyor. Tıpkı Gülbin’in ablası Gülhan ile yaşadığı uzun ve gergin tartışmalarda gördüğümüz gibi. Hele ki yedinci bölümde Gülbin’in ablasına “Bizi birbirimize nasıl düşürdüklerini görmüyor musun?” diye küçük bir sistem eleştirisi yapması, bu sınıf kavgalarının içinin aslında ne kadar boş olduğunun da altını çiziyordu.

Psikoloji

Bir Başkadır’ı Bir Başkadır yapan şey nedir diye sorsanız, muhteşem insan psikolojisi anlatımı derim. Evet sınıf farklılıklarından, toplumsal ayrışmadan bahsediyor ama en merkeze psikolojiyi aldığını ve insandaki ruhsal çatışmayı, duyguların yönetimini ve bunların dışavurumunu işlediğini düşünüyorum.

Psikiyatrist ve danışan ilişkisi, hem danışanın hem psikiyatristin iç dünyasındaki psikolojik çatışmalar ve psikiyatristin bile bir psikiyatriste danışan olabilmesi durumu genel olarak çok beğendiğim noktalar oldu. Düşündüklerimizin ne kadarının algılardan ne kadarının öz benliğimizden kaynaklı olduğu üzerine, ön yargıların ve zaman içerisinde şu veya bu şekilde oluşmuş toplumsal sınıfların aslında içinin boş olduğu üzerine sürekli bir düşünce yoklamasıydı benim gözümde. Bu psikolojik alt yapıyı bir de bölüm bölüm gelişen, ayakları yere basan bir senaryoyla birleştirince ortaya harika bir bütün çıkıyor. Bireysel psikoloji desen var, toplumsal psikoloji desen var.

Bir Başkadır aynı zamanda bütün bu psikolojik çatışmaların, toplum içindeki algıdan ibaret o yapay mesafenin ortadan kalkması için gerekli çözümü de aslında sekiz bölüm boyunca bize veriyor. Meryem’in Peri ile yaptığı konuşmalar ve iç dünyasını dökmesi, Peri’nin Meryem’i dinleyerek kendi iç dünyasında verdiği savaş ve zaman içerisinde kendi öz benliğini, vicdanını dinlemesi; yani konuşarak anlaşmanın ve hem karşındakini hem de kendi iç sesini dinlemenin önemine vurgu yapıyor. Hatta altıncı bölümde Peri’nin Gülbin’e ağlaya ağlaya içini dökmesi dizinin bu psikolojik sürecinin çözümlenme anlarından biriydi diyebiliriz, izleyici olarak bu psikolojik savaşın doruk noktasına ulaşmasını seyretmek çok keyifliydi doğrusu.

Jenerikler

Bir Başkadır ile ilgili değinmek istediğim ufak bir konu da jenerikler. Her bölüm özenle tasarlandıkları, ince ince düşünüldükleri ortada. Kimi bölüm İstanbul sokaklarından eski arşiv görüntüleriyle, kimi bölüm Ferdi Özbeğen klipleriyle jenerik akıyor ki diziye ayrı bir hava katıyor. Bazen de üçüncü bölümde gördüğümüz gibi dizinin son sahnesinden akmaya devam eden bir jenerik bizi karşılıyor. Kamera kapanmıyor ve bizi karakterlerin o sıkıcı gündelik hayatlarıyla baş başa bırakıyor dizi. Bir iki bölüm hariç bütün jenerikleri sonuna kadar izledim diyebilirim. Öylece isimleri yazmak yerine küçük dokunuşlar yapmayı tercih etmişler ve bu tercihlerden de memnun kalmanızı sağlamışlar. Takdir ettim doğrusu.

Özet

Eh, bu kadar konuştuktan sonra şöyle bir üstünden geçelim. Özet birkaç cümle ile bu incelemeyi sonlandıralım.

Bir Başkadır, bütün sadeliğiyle, yapılan ufak tefek ama şık dokunuşlarıyla, doğal oyunculuğuyla, oldukça hayatın içinden olmasına rağmen ilgi çekici senaryosuyla ama en çok da ustaca işlenen bütün psikolojik anlatılarıyla benim en sevdiğim Türk dizileri listesine rahatlıkla girdi. Bakın Netflix’in en iyi Türk dizisi demedim, en sevdiğim Türk dizilerinden biri olmayı başardı dedim. O derece söylüyorum. Baktığınızda sinemaya yeni bir şey mi katıyor, hayır. Görülmemiş bir senaryo ile ağzınızı açık mı bırakıyor, hayır. Ancak böylesine basit ve sade bir konuyu öyle iyi işliyor öyle iyi anlatıyor ki kendinizi her bölüm psikolojik bir savaşın içinde buluyorsunuz.

Yani demem o ki Bir Başkadır gerçekten bir başka olmuş -çok kötü espri farkındayım ama durum böyle- dostlar. Dizi film tavsiye etme konusunda çok titiz olmama rağmen bu diziyi herkese öneriyorum. Öyle güzel bir dizi olmuş Bir Başkadır. Emeği geçen herkesin eline yüreğine sağlık!

Author

tasarımcı, fotoğrafçı, oyuncu, teknolojisever, soundtrack delisi. her türlü online mecradan ulaşmak için: @mfurkanakyuz

1 Comment

  1. “Bu dizide de belli ki sanatla ilgilenen insanlar yer almış”. Bence dizinin en güçlü yanı bu. Berkun Oya’nın tiyatrodan gelmesi her sahneyi, özellikleri evleri tiyatro sahnesine çevirmiş. Müzikler deseniz, altında bir Büyük Ev Ablukada üyesinin imzası var. Kurgu tarafında da Şahsiyet dahil birçok kaliteli işte yer alan Ali Aga var. Böyle herkesin kaliteli olduğu bir karmanın çıkardığı bir iş Bir Başkadır.

    Tesadüf kısmında ise şu detayı çok beğenmiştim. Hayrünnisa’nın arkadaşı olan kız, (hatırlayamadım şu an:) “bu şehir büyüdükçe küçülmüş sanki” demişti. Bunu kafa yapısı için söylüyor olsa da, dizi boyunca gerçekleşen tesadüflerin justify edilmesi adına küçük ve hoş bir eklenti gibiydi.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.