Zaman hiç akmaması gereken zamanlarda durdurulamaz bir hızla akıp gidiyor, değil mi? Bir yandan yaz son demlerini yaşıyor, bir yandan da sadece 7 bölümlüğüne kavuştuğumuz Game of Thrones, şimdiden yedinci sezonunun yarısından fazlasını geride bırakıyor. Bizim için hızlı geçen zaman Westeros’a da yansıyor olacak ki çok dar bir zamanda çok şey yaşanıyor Game of Thrones’ta. Önceden bir karakter bulunduğu mekanı ancak 3 bölümde terk edip istediği mekana ulaşabiliyorken şimdi sadece bir bölümde ordular, donanmalar, yük araçları oradan oraya hızla yol alıyor. Bu telaş ne yazık ki yanında pek çok mantık hatasını da getiriyor ve diziden alınan tadı nahoşlaştırıyor. Fakat karşımıza The Spoils of War gibi bir bölüm konduğu vakit; mantıkmış, hataymış koyuverip Game of Thrones intro müziğini pencerelerden, balkonlardan haykırasımız gelmiyor desek yalan olur:

maxresdefault
The Spoils of War bölümü açılışını sırayla iki Lannister’ın perspektifleriyle yapıyor. Doğrusu bölümün kalanı yanında bu sahneler çok şey ifade etmiyor ancak hala yapılabilecek bazı çıkarımlar var: Jaime’nin Highgarden zaferi sonrası Bronn’la ettiği sohbetten anlıyoruz ki 5 sezon önce hevesle savaş meydanına çıkan Jaime, kan dökmekten gerçekten bıkmış ve buna hiç bunalmadan devam eden Cersei hakkında canını sıkan bazı düşüncelere sahip. Cersei ise Kızıl Kale’de, Jaime’nin düşüncelerini daha da karartacak planlar peşinde. Demir Taht’taki Kraliçe’den Altın Mürettebat‘ın bahsini duyuyoruz. Altın Mürettebat, Essos’un en büyük ve en yetenekli paralı asker birliği olarak tanınıyor. Bu birlik kitaplarda çok dikkat çekici, bir yandan da bölüm incelemesinde anlatılamayacak kadar uzun bir geçmişe sahip. Eğer Altın Mürettebat gerçekten Westeros’a ayak basacak olursa, birlikten kendine özel bir yazıda bahsederiz. Öte yandan Cersei’nin Tycho karşısındaki emin duruşundan anlıyoruz ki Demir Taht’taki Kraliçe peş peşe gelen zaferler sayesinde kendine olan inancını tazelemiş. Bu da, bölüm sonunda gördüğümüz büyük mağlubiyetinin sonucunda Cersei’nin vereceği tepkiyi merak etmemize sebep oluyor. Bu sezonun sonunda mı yoksa gelecek sezonun başında mı haklılığımızı kutlarız bilmiyorum ama Jaime’nin pasifist tavırlarının hemen üstüne Cersei’nin makyavelist duruşunun vurgulanması, Jaime’nin ikinci kez Demir Taht’ın sahibinin canını alacağını kesin gösteriyor.

Bölümün nefes kesen sahneler silsilesini asıl başlatan kınından çekilen bir hançer oluyor. Littlefinger bir yandan yağ çekerek, bir yandan da onu denermişçesine Bran’e onu neredeyse öldürecek olan ve Beş Kralın Savaşı’nı başlatan hançeri uzatıyor. Sunulan bu hediyenin ardından Littlefinger’ın yaptığı manipülatif ve yalan dolu konuşmayı, Bran “Kaos bir merdivendir.” diye böldüğünde Lord Baelish’in altına bir miktar kaçırdığını anlamak için Winterfell’de olmamıza gerek yok sanıyorum. “Kaos bir merdivendir.” cümlesi Littlefinger’ın daha ilk sezonda Varys’le girdiği efsane diyaloglardan birinde sarf ettiği bir cümle hatırlarsanız. Belli ki Bran, Littlefinger’in babasının ölümünden ve savaşın başlangıcından sorumlu olduğunu biliyor, daha sonra hançeri Arya’ya vermesi de bundan. Bran, Littlefinger’ın infazını ince ince kurguluyor. Üç Gözlü Öküz cephesinde gerçekleşen bir de Meera vedası var ki hepimizin yüreği hakkı teslim edilemeyen bu kız için burkulsa da bu veda konuşması Bran’in artık katıksız bir odun olduğunu kanıtlamak dışında da değerli kanıtlar içeriyor. Meera’nın Bran’e “Sen o mağarada öldün.” demesi Bran’in gerçekten de o mağarada ölen Üç Gözlü Kuzgun’un kendisi olduğuna bir foreshadowing olabilir. Diğer yandan Meera’nın artık Greywater Watch’a dönmesi Crannogmen ordusunun artık diziye dahil olmasına güzel bir bahane olacaktır. Bilmeyenler için Crannogmen dediğimiz insanlar, bataklıkta yaşaya yaşaya vücutları bulundukları ortama uyum sağlayacak şekilde reforme olmuş bir ırk. Acayip havalılar yani.

MV5BNDA3NjRjOTItOTU4My00NDhiLTk5YjktNzdhMDFhMzY3ZmY3XkEyXkFqcGdeQXVyMjM5NzU3OTM@._V1_SX1777_CR0,0,1777,999_AL_
Arya’nın Winterfell’e dönüşü de tıpkı geçtiğimiz bölüm Jon’un Dany ile karşılaşması gibi bir etki yarattı. Herkes oyuncularının gerçek hayatta can ciğer dost olduğu Arya ile Sansa karşılaşmasının nasıl olacağını merak ederken akla hiç gelmeyen bir karşılaşma iki kız kardeşin karşılaşmasını gölgede bıraktı. Ama biz yine de Maisie Williams-Sophie Turner kankalığını hiç etmeyelim, Stark kardeşlerin buluşmasını da konuşalım: Arya gereksiz uzatılan aptal gardiyanlar komedisinden sonra nihayet Sansa’yla karşı karşıya geldiğinde beklendiği gibi soğukkanlılığını korudu. Sansa da yılların tecrübesinden olsa gerek Arya’ya karşı temkinini korudu. Stark kız kardeşler zaten hiçbir zaman birbirlerine karşı pek sıcakkanlı değillerdi, soğukluğu asıl etkileyici olan Bran ve Arya karşılaşmasıydı. Zamanında yakalamaca oynadığını izlediğimiz iki çocuk bu sefer Üç Gözlü Kuzgun ve Hiç Kimse olarak karşı karşıyalardı. Zaten konuşmaları da bir kavuşmadan çok bir iş görüşmesi gibiydi. Sansa’nın kardeşlerindeki bu değişimler karşısındaki tedirginliği de ortadaydı. Kalan son üç Stark artık birbirleriyle tamamen alakasız gözükseler de kurt sürüsünün bir şekilde birliği sağlayacaklarına inanıyorum, bunaysa üçünün de tehlike olarak gördüğü Littlefinger sebep olacak gibi duruyor.

Yani bölümün bir yerinde bir ejderha ve aksiyon içinde bir khalasar olmasa Arya ve Brienne talimine gördüğüm en havalı şeydi diyeceğim. Elbette, Hound’ı deviren kişiye karşı Arya’dan bir tepki bekliyordum ama bunun bir talim olacağı asla aklıma gelmezdi. Bu sahne için hem yazarları hem de dövüş koreograflarını tebrik etmek gerek. Neredeyse Oberyn Martell ve Mountain karşılaşmasının kadın versiyonunu izliyormuşuz gibiydi. Karşılaşmanın beraber bitmesi de ayrı tatlıydı. Çünkü galibi Arya yaparak fanlara oynamak senaristlerin kolay düşebileceği bir hataydı. Ayrıca görsel zevkinin yanında hikaye için de önemli şeyler ifade ediyordu bu sahne: Arya’nın Westeros’taki en güçlü şövalyelere meydan okuyabilecek bir kıvama geldiğini gözlerimizle görmüş olduk. Sansa’nın, Arya’nın özellikleri karşısında otorite endişesine düşmesiyse taht oyunu kokusu salıyordu. Littlefinger’ın Arya, Arya’ya verilen hançer, Sansa’ın endişesini sırayla süzüp gülümsemesine gelirsek, sonunda eski taht oyunu ustasının kız peşinde koşmayı bırakıp bir hamle yapacağını gösteriyor.

MV5BNDU5YzhjN2YtZDViMy00YjZhLTg5NGYtZjg5OWExMGQ3ZTdiXkEyXkFqcGdeQXVyMjk3NTUyOTc@._V1_SY1000_CR0,0,1268,1000_AL_
Dany ve Missandei’nin arasında geçen, olmasa da olurdu dediğim ama bu kadar eleştirilmesini anlamadığım kız muhabbetinin hemen ardından Jon’un ejderha camı madeninde ilginç duvar resimler olduğunu bulduk. Asıl eleştirilmesi gereken kısım bence burasıydı. O kadar ani ve dayanaksız bir olaydı ki bu resimlerin bulunuşu akla Jon’un bunları kendi çizdiği gibi komik bir ihtimali bile getiriyordu. Neyse ki Dany bir iki karalama gördü diye hemen fikrini değiştirmedi. Belli ki Dany’nin Kuzey’in özerkliğini kabul etmesi için o toprakları ziyaret etmesi ve hatta Sur’un ardını şöylece bir süzmesi gerekecek. Yalnız Dany duvar resimlerine kolay tav olmasa da Jon’a yavaştan tav oluyormuş gibi gözüküyor. Mağaradaki yakınlaşmalar, süzüşmeler bariz romantik bir amaca hizmet ediyordu. Bu tip romantik jestlerden şikayetçi değilim, kabullendim. Fakat Jon ve Dany romantizmini ana konulardan biri yapmamaları lazım. Neyse ki Davos’un erkek muhabbeti çevirme çabasına Jon “Ya bir dur gözünü sevdiğim, işimize bakalım hele.” diye köstek oldu da içim biraz rahatladı.

Davos demişken, bu adam her bölüm daha bir sempatik olmuyor mu yahu? Stannis, Davos’un içindeki sempatik amca tipini sürekli bıçaklıyormuş belli ki.

Ejderha Kayası sahillerinde önce Dany’nin Tyrion’ı fırçaladığını gördük. Bunun haklı bir tepki olmakla beraber bir senarist hatası olduğunu da düşünüyorum. Güç dengelemek adına Tyrion’ın yaptığı bütün planları hiç etmek, karakterin gelişimine derin bir yara açtı. Bu andan sonra Dany, Tyrion’a neden güvensin? Güvense sevinmeli miyiz, yoksa saçma oldu diye üzülmeli miyiz? Bekleyip göreceğiz. Sahilde bir de Jon-Theon karşılaşması yaşandı. İnanın artık karşılaşma yazmaktan yoruldum ama böyle kalabalık bir dizinin sonuna yaklaştıkça onlarca karşılaşma yaşanması normal. Jon ve Theon arasında geçen konuşma gayet olağandı. Hatta Jon, Theon’u azıcık pataklasa bile abartılı bir sahne olmazdı. Theon’u istisnasız her karakter karşısında tavşan gibi görmek, bu karakterin -benim de inandığım- Euron’u öldüreceği teorisine inanmayı çok güç hale getiriyor.

image
En zor anlardan birini atlattık farkında mısınız? Belki de ilk ve son kez iki tarafa da sempati duyduğumuz bir savaş izledik Game of Thrones’ta. Çok da güzel idare edildi bu ilginç savaş. Aynı anda hem Daenerys, Drogon ve khalasar‘ın ihtişamı karşısında gurur yaşadık, hem de Jaime, Bronn ve Lannister askerilerinin haline acıdık. Ne Daenerys’in ölümünü izlemek istedik (tam burada size yalan söyledim), ne de Jaime Drogon’un alevleri içinde kül olsun istedik. Dizinin ilk sezonundan beri taraf tutmadığım bu tek savaş beklediğim ama beni bu derece etkileyeceğini düşünmediğim bir savaştı. “Ne var yani? Tabii ki Lannisterlar kaybedecek, olay bitecek.” diyordum. Fakat -onun kadar olmasa da benzer biçimde- Battle of Bastards’taki gibi savaşın vahşetiyle burun buruna gelince ve o vahşeti sezonlardır sevdiğim karakterlerin yaşama ihtimali gelişince ekrana kilitlenip bir sonraki karede ne olacağını merakla izledim. Bronn’un zıpkına ulaşma sekansının kesilmeden çekilmesinden, askerlere yapılan close-uplara, hayranlıkla baktığımız ejderhanın yol açtığı mide kaldıracak ölümlerin görüntülerine kadar hakkı verilerek çekilmiş bir savaş izletti bize The Spoils of War.

Hikayesel yönüyle de en az kurgusu kadar etkileyiciydi. Dickon’ın Tyrell askerlerine, Tyrion’un Lannister askerlerine üzülmeleri bu kadar büyük bir maceranın gerekli trajedilerindendi. Dothrakilerin Westeros askerlerini küçümsüyor oluşu ileri yaşanabilecek iç anlaşmazlıklara yol açan bir detaydı. Bronn’un para yerine Jaime’ye sadakatini seçmesi, Jaime’nin bir ejderhaya mızrakla koşması maceralarına bencil başlayan bu karakterlerin ne kadar yol kat ettiğine kanıttı. Savaş alanının seçimi ve Daenerys’in mahsulleri yakması Aegon’un fethinde yaşanan Ateş Tarlası Savaşı‘na harika bir göndermeydi. Kendimi Tyrion ile beraber Jaime’ye bağırırken bulmak ise tüm kusurlarına rağmen hala bu dizinin çok içinde hissedebildiğimi gösterdi bana. Tüm bunların sonucunda Ejderha ilk kez Aslan’ın başını ezdi. Westeros Dothraki çığlığını, ejderha alevini tatmış oldu. Artık hiçbir şeyin aynı kalmasını bekleyemeyiz. Gücün tadına ilk kez ilk elden varan Daenerys, neyle karşı karşıya olduğunu ilk kez gören Jaime, kurduğu planların hedefinde sevdiklerinin de olduğunu fark eden Tyrion ve Westeros’ta gözü gören her bireyin vereceği tepki çok önemli. En azından dizi kendi yaptığı güzel bir şeyin sonuçlarını iyi idare edebilirse öyle olacak.

Haftaya Eastwatch bölümüyle Westeros’ta bir saat vakit geçireceğiz. Bölüm isminden anlaşıldığı üzere Sur’da önemli olaylar yaşanacak. Ayrıca ben sonraki bölüm Samwell’i, Jorah’ı, Hound’ı tekrar görmeyi bekliyorum. Belki Euron ve Yara’nın da olduğu sahneler görebiliriz. Ama en merak ettiğim karakter kesinlikle mağlubiyet yaşamış Cersei’den bir başkası değil. The Spoils of War hakkındaki yorumları Muhit’e bekliyorum. Valar morghulis.

Author

Lord olmak için yola çıkan gariban geek kendini bir anda yazar olarak buldu. Geek kültürüyle küçük şakalaşmalarını, sinemayla flörtlerini yazıya dökmek için burada. Muhitte Geek_Lord olarak bulabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.