Kabul edelim, birçoğumuz House of the Dragon’un bu kadar güzel olmasını beklemiyordu. Tamam dizinin prodüksiyon kalitesi ortadaydı ve anlatacağı hikâyenin de muhteşem olduğu konusunda hemfikirdik ama Game of Thrones’un ağzımızda bıraktığı kötü tadı bir türlü unutamıyorduk. Fakat House of the Dragon her geçen bölümüyle kötü günleri unutturdu ve bizi tatmin etmeyi başardı. Şimdiden uyarayım, bu bölümü öve öve bitiremeyeceğim. Kendinizi hazırladıysanız House of the Dragon’un, “The Lord of the Tides” isimli sekizinci bölümünü spoilerlı incelemeye başlıyorum.

Oyuncu Seçimi Böyle Yapılır Şekerlerim!

Bu zamana kadar House of the Dragon’da yer alan oyuncuları ayrı ayrı övdük. Rhys Ifans’ı, Milly Alcock’u, Emily Carey’i, Emma D’Arcy’i, Olivia Cooke’u, Ryan Corr’u ve diğer bütün oyuncuları övmelere doyamadık. Ama artık biraz da bu oyuncuları bizlerle buluşturan dizi ekibini övmemiz gerekiyor. Yahu tek bir karakteri bile boş geçmez mi bir dizi? Sadece bir bölüm gözüken karakterler bile aklımızda inanılmaz yer tuttu. Normalde kırk saat eleştireceğimiz zaman atlamalarına sahip dizinin her yaş grubuna öyle bir oyuncu seçtiler ki bir önceki seçimlere üzülemedik. İnanılmaz bir başarı bu ya!

Bu bölüm bize son kez zaman atlaması yaşatan House of the Dragon dizisi hem Rhaenyra’nın hem de Alicent’ın çocuklarının artık koca koca adamlar olduğunu gösterdi. Tabii bu da bir önceki bölümde gördüğümüz küçük oyuncularımızın yerine yeni oyuncuların seçilmesi demekti. Bu seçimleri çok fazla beğendiğimi söyleme gereği duymuyorum. Yine de Aemond Targaryen seçimine bir parantez açmam gerekiyor gibi hissediyorum. Bir oyuncu, ancak bu kadar muhteşem bir şekilde seçilebilirdi. Yani Aemond’un yüzüne ve soğuk duruşuna her baktığımda kitaplardaki sahneleri aklıma geliyor ve tüylerim diken diken oluyor. İzlemekten asla sıkılmayacağım kendisini. Yeni karakter seçimlerinde tek beğenmediğim karakter Aegon Targaryen’di. Zira abisi olmasına rağmen, Aemond’dan en az on yaş küçük duruyordu. Ama artık o da nazar boncuğu olsun.

Ve son olarak kral gibi kral Paddy Considine’dan bahsetmek istiyorum. Dizinin başından beri öyle bir oyunculuk sergiledi ki “Kitapta böyle değil“, diye kıyamet koparan bizler bile suspus olduk, oturduk izledik. Hatta bırakın bizi, kitabın yazarı George R. R. Martin “Normalde kitaplarımda değişiklik yapılmasından hiç hoşlanmam ama Paddy’nin Viserys’i, benim yazdığımdan çok daha iyiydi“, diyor. Biz de ona bu konuda katılıyoruz. Gerçekten tek başına hem bu bölümü hem de tüm diziyi aldı, bambaşka yerlere taşıdı ünlü oyuncu.

Bir Yürüyüşü Var: Devlet Gibi!

The Lord of the Tides bölümü adını, daha önce “Rhaenyra’nın çocuklarının Driftmark tahtı üzerinde hak iddiasına söyleyecek birkaç sözü olacaktır“, diye bahsettiğim Vaemond’un Velaryon Hanesi’ni ele geçirme mücadelesinden aldı. Vaemond’un argümanlarının temelini, dile getirilmese de Rhaenyra’nın çocuklarının gayri meşru olduğu iddiası oluşturuyordu. Vaemond, Viserys’in de yaşlanmasıyla yönetimde daha fazla söz sahibi olan Yeşiller’in desteğine güvenerek Driftmark’ı ele geçirmeye çalıştı. Fakat hesaba katmadığı biri vardı: Adının ilki; Andal’ların, Rhoynar’ların ve İlk İnsanlar’ın kralı Yedi Krallık’ın Lordu ve Diyar’ın Koruyucusu Targaryen Hanesi’nden Kral Viserys!

Viserys’in sadece taht odasının kapısından Demir Taht’a yürümesi, bölümü başlı başına en sevdiğim bölümlerden biri yapmaya yeter hatta artardı bile. Bunu daha önce House of the Dragon incelemelerinde iki kez söylediğimi biliyorum fakat bu sahnede her bakışın bir anlamı vardı demekten kendimi alamıyorum. Uzun ama bir o kadar da etkili olan bu sahnede belki de diyaloglarla anlatılamayacak kadar fazla ayrıntı gizliydi.

Babasının kapıda görünmesiyle bir anda yeniden doğan Rhaenyra bir tarafa dursun, tüm planları altüst olan Vaemond, Alicent ve Otto’nun hayal kırıklıkları görülmeye değerdi. Viserys’in hastalıktan iki büklüm olan vücudunu sürüklemesini izleyen ve bir zamanlar kendisine ait olan tahtı ele geçirdiği için ona öfke besleyen Rhaenys ise Demir Taht’a oturmanın sandığı kadar güzel olmadığı gerçeğiyle yüzleşti ve belki de tahta oturan kişi kendisi olmadığı için Tanrılar’a şükretti. Rhaenyra ise babasının gelişiyle

Yine de en anlamlı ve en duygusal sahne Daemon ile Viserys arasında geçti diyebiliriz. Başından beri Demir Taht’ta gözü olduğunu düşündüğümüz, her seferinde abisinin sinirlerini zorlayarak Kral Şehri’nden kovulan Daemon, kendisinden hiçbir şekilde vazgeçmeyen ve her seferinde onu affeden abisi Viserys’e destek olarak, onun tahta oturmasını sağladı. Sadece bununla da kalmadı, ayaklarının dibine düşen tacı kaldırarak abisinin başının üzerine yerleştirdi ve o da son dakikalarında bile olsa abisinin hükümdarlığına olan saygısını gösterdi. Özellikle bu “tacı düşürme” sahnesinin senaryoda yer almadığını, bir kaza sonucu ortaya çıktığını ve yapımcıların, tamamen bir doğaçlama şekilde ilerleyen bu sahneyi dizide tutmaya karar verdiklerini öğrendiğimde iyice kötü oldum.

Kısa da Olsa Huzur!

İlerleyen zamanlarda House of the Dragon’da birçok etkileyici sahne izleyeceğiz. Ölümler, yıkımlar, ayrılıklar, kavuşmalar görüp kâh güleceğiz, kâh ağlayacağız. Fakat Viserys’in “son akşam yemeği” sahnesi var ya, kalbime bir ok gibi saplandı desem yeridir… Yeşiller ve Siyahlar adını verdiğimiz, gelecek bölümlerde birbirleriyle ölümcül bir savaş verecek olan Targaryen ailesinin üyeleri, Viserys’in etrafında toplanarak son bir kez mutlu ve huzurlu bir akşam yemeği yediler. Jacaerys ile Helaena dans ederken Daemon ile Rhaenyra’nın gülüşmeleri, Alicent ile Viserys el ele tutuşurken Otto’nun kibarca el çırpışı, hiç aklımdan silinmeyecek. Artık ne zaman kötü bir şey olsa, ne zaman bu karakterlerin başına bir şey gelse bu küçük ama mutlu anı hatırlayacağım. Ve tabii ki çok üzüleceğim.

Her ne kadar davete katılanların çoğu bu etkinlikten fazlasıyla mutlu olsa da mutlu olmayan iki kişi vardı: Aegon ve Aemond. Jacaerys’e sataşmaları sonuçsuz kalan Aegon, bir de eşi Helaena’nın konuşması ve Jacaerys ile dans etmesiyle iyice sinir küpüne döndü. Siyahların Kral Şehri’ne gelmesinden itibaren bir gözünü onların üzerinde tutan Aemond ise Lucerys’in imalı gülüşünü bir hakaret kabul etti ve gerginliğin yükselmesine neden oldu. Neyse ki Daemon, tek bir bakışıyla olayı kontrolü altına aldı ve daha fazla tatsızlık çıkmasına engel oldu. Bu adam gittikçe çok daha büyük bir yer kaplıyor gönlümüzde.

Küçük Detaylar, Göndermeler…

Hemen hemen her bölüm olduğu gibi House of the Dragon’un bu bölümü de küçük ayrıntılar ve foreshadowingler barındırıyordu. Bu ayrıntılardan ilki, Alicent’i bilgilendirmeye gelen bir şövalyenin ta kendisiydi. Alicent’in kendisine Sör Arryk diye hitap ettiği fakat daha sonra kendisinin Sör Erryk olduğunu söyleyen bu karakter, başlangıçta sıradan bir figüran gibi gözükebilir fakat hiç öyle değil. Lucerys ve Jacaerys, eğitim alanına inerken tıpatıp birbirlerine benzeyen Sör Arryk ve Sör Erryk, ilerleyen sezonlarda çok önemli roller oynayacaklar dizimizde. Ve hepimizi çok duygulandıracaklar.

Öte yandan küçük bir spoiler yuvası olarak etrafta dolaşan Helaena bu bölüm de yine foreshadowing vermeden duramadı. Tam kadehini kaldıracakken “Beware the beasts beneath the boards“, yani “Tahtaların altındaki canavarlara dikkat edin“, diyerek bana göre yine gelecek bölümlerde göreceğimiz olaylara atıfta bulundu. Aslına bakarsanız Viserys son nefesini vermeden önce Helaena ve Aegon’un, üç çocuğa sahip olduğunu görmeliydik. Helaena da bu sözleriyle kitapta kendisi ve çocukları için çok önemli olan “Blood” ve “Cheese” lakaplı iki karakterden bahsediyor bence. İlerleyen sezonlarda kendilerini göreceğimizi düşünüyorum.

Sonlara doğru tatlar kaçsa da yemek daveti sırasında barışan Alicent ile Rhaenyra arasında geçen bir konuşma da geleceğe göz kırpan bir diyalog barındırıyordu. Oğlu Aemond’un yaptıklarından üzgün olan ve eski dostuna kavuşmak isteyen Alicent, Rhaenyra’ya gitmemesini teklif etti fakat Rhaenyra gitmesi gerektiğini iletti ve “Bir sonraki gelişinin ejderha sırtında olacağını” belirtti. Bahsettiği bu gelişin hiç de düşündüğü gibi olmayacağını söylememize gerek yoktur herhalde.

Ardından Fırtına Koptu ve Ejderhalar Dans Etti.

Kral Viserys yatağında son nefesini verirken, Alicent’e daha önce Rhaenyra’ya da anlattı ve ne yazık ki istemeden de olsa tüm diyarın mahvına sebep oldu. Buz ve Ateş’in şarkısındaki vadedilen prensin Aegon olduğunu duyan Alicent, Viserys’in bahsettiği bu Aegon’un, kendi oğlu Aegon olduğunu düşündü. Öte yandan bazı seyirciler de vadedilen prensin, Rhaenyra’nın oğlu olan Aegon olduğunu zannetti. Oysa Game of Thrones izleyen bizler biliyoruz ki Buz ve Ateş’in şarkısında bahsedilen Aegon, Jon Snow’dan başkası değil…

Açıkçası dizinin hem Siyahlar hem de Yeşiller’in taht motivasyonlarını biraz yumuşattığını düşünüyorum. Kitapta çok daha acımasız ve bencilce çıkarlar üzerine kurulu bu gruplar, dizide daha insancıl gösteriliyor. Örneğin Alicent, muhtemelen gelecek bölümde eşi Viserys’in son sözlerini yanlış anlayacak ve Rhaenyra ile arasındaki köprüleri bir kez daha yakacak. Ah be Viserys, biraz daha açık konuşsan ölür müydün?

Kitapta Viserys’in ölümünden sonra “Ardından fırtına koptu ve ejderhalar dans etti“, yazıyor. Bu da size gelecek bölümlerde ne beklememeniz gerektiğine dair küçük bir ipucu veriyor. Fakat gelecek bölümlere geçmeden sormak istiyorum, siz bölümü nasıl buldunuz?

Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.