Bizim buralarda son birkaç yılda çıkan ve bolca sevilen bir sit-com var, The Good Place diye, bildiniz mi? NBC’nin 2016-2017 sezonunda çıkışını yapan, yaratıcılığını Parks & Recreation’da imzası bulunan Mike Schur’un üstlendiği, ölümden sonra iyi insanların gittiği cennetvâri “iyi yer”e yanlışlıkla kabul edildiğini düşünen “kötü” Eleanor’un maceralarını izlediğimiz, 20 dakikalık bir komedi olan The Good Place. Heh, işte onun son sezonu geliyor. Son sezon haberi vesilesiyle kendisini ustalara saygı kuşağına alıp, biraz övelim diyordum. Katılır mısınız bana?
E daha dizi bitmemiş, üstüne birkaç yıl geçmemiş ki sonrasına etkisini görelim; şu hâlde “Ne ustası, ne saygısı, ne kuşağı, NEDEN yani?”, dediğinizi duyar gibi oldum. Cevaplayalım ancak yazının içerisinde izleme zevkini etkilemeyecek düzeyde ufak, minik spoiler’lar bulunduğunu da aklımızda tutalım.
1) Çünkü Ölümden Sonraki Yaşam
Dizinin temel odak noktasını, ölümden sonra yaşamın olduğu inancı oluşturuyor. The Good Place’i bu kadar sevmemizin başında gelen nedenlerden ilki burada devreye giriyor bence, çünkü şimdi dürüst olalım; ölümden sonra yaşamın yahut günah/sevap gibi dinamiklerin konuşulacağı bir ürünü, en başından komedi türünde ekranlara koymanın yanında getirdiği birtakım sorular olacak. Çok mu ofansif olur böyle bir dizinin mizahı, birileri rahatsızlık duyar mı? Birilerinin duyabileceği rahatsızlığı belirli bir düzeyde tutmak için mizahtan kaçınılır mı; yoksa “Aman bize ne” mi denir? Veya söylenecek olan söylendikten sonra iş tatlıya bağlanmak için araya kamu spotu mesajlar mı girilir? The Good Place, bunların hiçbirini yapmıyor. Dizi, herhangi bir dinî inanç yahut sistemi eleştirmeye veya göze parmak bir biçimde sorgulatmaya çalışmadan, tamamen kavramsal düzeyde işliyor temasını ve bence bu büyük bir başarı.
Yalnız böyle deyince hiçbir yere gönderme yapmıyorlar, kimsenin tavuğuna kışt demeyelim tarzında hareket ediyorlar gibi de anlaşılmasın. Her üründe olduğu gibi, burada da verilmek istenen bazı mesajlar yahut bazı göndermeler elbette ki var. Anlatmak istediğim, sadece bunların rahatsızlık vermeyecek şekilde gerçekleştiriliyor olması. Dizi boyunca bizlerin günlük yaşantısında kafasını meşgul eden olguların, bütün ön kabullerimizden uzakta, farklı bir bağlamda işlendiğinin farkında oluyoruz. Ne tamamen kurgusal, ne de tamamen gerçek bir bağlam bu. Oradan sonra alan, almak istediği mesajı; bilen de bilmek istediği göndermeyi seçip yoluna devam ediyor zaten.
Diziyi izleyen başka gözler ne düşünür bilmiyorum ama The Good Place, dünyanın neresinde olursa olsun insanların “hassasiyetlerimiz var” diye çıkış yapma potansiyelinin bulunduğu böyle bir konuyu, ne suya sabuna dokunmayayım diyerek; ne de illa iyi veya kötü bakımdan eleştireyim diyerek yola çıkmaması sebebiyle, herkesin izleyebileceği bir dizi oluyor.
2) Çünkü İyi Senaryo
Tek ve özel bir konu alanına yönelik olarak yazılan dizilerde genelde birkaç sezondan sonra tıkanıklığa girme söz konusu oluyor. Bu da çok normal bir şey tabii ki, kendini bir tema ile sınırladığın zaman, o temanın dışına çıkamıyorsun. Dizi yazarları ya da yapımcılar da hâliyle seçtikleri temaların, yapmak istedikleri işin türüne uygunluğu ölçüsünde başarılı oluyorlar. Komedi türündeki diziler genelde, mizahın içinde olduğumuz hayata dokunduğu ölçüde bir karşılığı olduğu için, böyle tek atımlık kurşunu bulunan özel bir konuyla yola çıkmıyorlar. Bu yüzden hepsinden daha çok insanlar arasındaki ilişkileri temel alan, daha geniş bir kitleye yönelen komedi dizileriyle karşılaşıyoruz zaten.
The Good Place’in durumu, bu diğer dizilerden farklı. Dizi, kendisine konu olarak baya baya özel bir alan sayılabilecek bir şey seçmiş: Ölümden sonraki yaşamda, bir yanlışlık sonucu gitmemesi gereken İyi Yer’e yerleştirilmiş Eleanor’un kendisini açığa çıkartmamak için iyi bir insan olmaya çalışması. Buradan bakılınca böyle bir tema, ilk sezonda olmasa bile ikinci sezonda Eleanor’un iyi bir insan oluşuyla nihayete erecek ve devamı çıkmaza girecek gibi duruyor.
Uygulamada ise dizi, gerek sezon sonlarındaki güzel dönüm noktalarıyla, gerekse de baş role yüklediği kadar sorumluluğu ve ayırdığı zamanı diğer karakterlere ve dünyasına harcamasıyla tıkanmaya gitmiyor. Hikâye şekil değiştiriyor, odak noktası hareket ediyor ancak ana temadan da sapmamayı başarıyor.
Şimdiye kadar baymadan üç sezon geçiren dizinin, dördüncü sezonuyla biteceğini de eklersek buraya, tıkanıklığa meydan verilmeden, ayarında bitirileceğini; hâliyle senaryo yazımının başarısının eksilmeyeceğini de vurgulamış oluruz sanırım. Nereye ilerleyeceğin kadar, nerede duracağın da önemlidir çünkü.
3) Çünkü Yapay Zekâ
The Good Place bir bilim-kurgu ürünü değil; ancak başlığı yanlış okumadınız, evet, dizide tüm olayların odak noktasında bulunan bir yapay zekâ var. Herhangi bir dizide yapay zekâ olarak gösterilen bir karakterin oluşu, tek başına belki bir şey ifade etmeyebilir ama The Good Place’te yapay zekâ olarak tanıtılan bu karakterin üzerinden, ciddi teknoloji açıklamalarına falan zerre yer verilmeden, gayet normal bir biçimde güzel bir mizah dönüyor.
Bununla da kalınmıyor, dizide vicdan, iyilik-kötülük, etik, ahlak gibi birtakım soyut ve metafizik konular çok konuşulmasına rağmen hiçbir olayda, herhangi bir ‘ölümden sonra yaşam’ temalı eserden beklediğimiz gibi öyle ilahi müdahaleler, ahlaki teraziler, büyüler, peri tozları kullanılmıyor. Bütün bunların yerini, yapay zekânın kabiliyetleri alıyor. Yapay zekâ, bunca soyut değerin arasında, somut puanlarla çalışan bilgisayarlardan verilerini alıp seçiyor insanları; sonra da ciddi ciddi somut planlarla çalışan mimarların çizimlerini alıp inşa ediyor bu insanların yaşayacakları dünyayı. Her sistemde sorun olduğu gibi, bu sistemde de sorunlar olabiliyor. İnsan ve makine ilişkisi bir yandan böyle işleniyor; onların arasında kurulan bağlantı da işte az önce saydığımız o soyut ve metafizik kavramların yer aldığı sistemlere yansıtılıyor.
4) Çünkü Janet
Janet, bir önceki başlıkta bahsettiğimiz yapay zekânın adı. Neden o zaman önceki başlıkta bahsetmedik de, ayrıca bir başlık açtık derseniz şöyle bir cevabım var; çünkü burada yapay zekânın özel bir görünümü olan Janet’ten bahsediyoruz. Şöyle ki, adı üstünde yapay zekâ, bir kişi, bir ruh yahut bir maddesel form değil bahsettiğimiz şey. Hâliyle aynı kaynağa bağlı birçok görünüme sahip birçok Janet var. Dizide bunlara İyi Yer’in sürekliliğinde görevli olan İyi Janet veya Kötü Yer’den sorumlu olan Kötü Janet olarak hitap ediyorlar. Ayrıca hâliyle bunun sürümleri de var, arada resetlenip yeniden başlatılabiliyor. Her seferinde farklı bir Janet geliyor ancak tamamen yeni de değil, sürüm güncellemesi hâlinde oluyor bu değişim, Janet’in önceki bilgilerine her seferinde yenileri ekleniyor; dolayısıyla her Janet bir önceki sürümünden daha iyi performansa sahip oluyor ancak sistemin hata verme olasılığı da her seferinde artıyor. Şu kadar cümlenin her bir parçasından da, hâliyle, dizide yeni bir mizah çıkıyor.
Evet, dizi, yapay zekâ hakkında ciddi bir teknolojik bilgi ortaya atmıyor dedik ama bu demek değil ki Janet sadece bir mizah aracı olarak sunuluyor bize. Janet’in diğer karakterlerle iletişimi ve dizideki yerini göz önünde bulundurduğumuzda, aslında dizinin ufaktan bir yapay zekâ duyguları hissedebilir mi, mesela âşık olabilir mi gibi konulara da temas ettiğini söyleyebiliyoruz. Sizi bilmem ama bence bu tarz meseleleri, kendimizi çok ciddiye almadan ama aklımız da çok bir karış havaya kalkmadan, daha hafif bir atmosferde düşünebiliyor olmak güzel.
Son olarak belirtmeliyim ki, Janet’i canlandıran oyuncunun başarısından bahsetmeksizin Janet bahsini kapatırsam yapay zekâlar üzerime ateşler salacaklar gibi hissediyorum. D’Arcy Carden öyle bir oynuyor ki rolünü, gerçek hayatta gelip karşıma çıksa, beni yapay zekâ olduğuna ikna edebilir.
Duyguları ancak bir çay kaşığı kadar hissetme kabiliyeti bulunan ama öte yandan da insan duyguları ve insanların duyguları algılayış biçimi hakkında okyanus havzası kadar bilgi sahibi olan bir karakteri canlandırıyor D’Arcy Carden, altından da kalkıyor. Özellikle yapay zekânın kapatılmasının gerektiği bir bölüm var, o bölümde Janet hem yapılması gereken bu olduğu için karakterlerimizi yapay zekâ olduğu ve asla hiçbir şey hissedemeyeceğine dair ikna etmeye çalışıyor; hem de programlanması bu yönde olduğu için bir yandan insan duygularını taklit ediyor. Beş dakika içerisinde şekilden şekle giriyor, hepsi de üzerinde duruyor kadının. Tebrikler, saygılar, sevgiler kendisine.