Shadow and Bone serisinin kitaplarını 16 yaşındayken okumuştum. Seriye o kadar aşık oldum ki hemen ardından çıkan Kargalar Meclisi serisini de hızlıca alıp çok ama çok kısa bir süre içinde bitirdim. Netflix dizisi olacağı dedikoduları aslında iki senedir etrafta dolanıyordu fakat hiçbirimiz kulak asmıyorduk zira bugünlerde elimize geçen bir bilginin doğruluğunu onaylamak için farklı kaynakları kontrol etmek bile yetersiz kalabiliyor. 2020 yılının temmuz ayında mesela, günlüğüme yazmışım: “Shadow and Bone dizi olacaktı hani? Oyuncular seçildi hani, ne oldu o iş?”

Dolayısıyla bu dizinin gerçekliğine inanabilmem için kafama kafama vurulması gerekliydi. Sitemizin güzide yazarlarından Ruken de sağ olsun, sitemize yazdığı haberlerle bizi diziden anbean haberdar etti. Buna rağmen, böyle bir dizinin gerçekliğine ben ancak izlemeden iki gün önce falan ikna olabildim. Şu yazdığım paragraftan ne kadar büyük bir Shadow and Bone hayranı olduğumu anlamışsınızdır diye düşünüyor, devam ediyorum.

Sevdiği kitap diziye uyarlanan bütün hayranlar gibi benim de bu diziden beklentim nispeten düşüktü. Fena bir şey olmaz herhalde, diyor geçiyordum. Diziyi çok beğenmemin sebebi de beklentimi böyle kontrollü tutmam mı, şu anda bu yazıya başlarken gerçekten bilemiyorum fakat teker teker beğendiğim ve beğenmediğim her şeyi açıklarken ben de sizinle beraber bir yargıya varacağım. Bu yazı spoilersızdır, gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz!

Öncelikle bu dizinin bir adaptasyon olduğu gerçeğiyle göz göze gelelim diyorum. Dolayısıyla, her şeyden önce bu serinin kitaplarının büyük bir hayranı olarak dizinin kitapla olan ilişkisinden bahsetmek istiyorum. Dizinin adı ve konusu tabii ki kitaplardan geliyor ama bu iş biraz karmaşık. Shadow and Bone, Leigh Bardugo’nun Grishaverse isimli kurgusal evren serisinin ilk kitabı. Konusundan kısaca bahsetmek gerekirse Grisha adı verilen, bazı süper güçlere sahip insanlarla dolu bir evrenin içindeyiz diyebilirim, bu evrende biz, yalnızca yetim bir kartograf olan Alina Starkov‘u takip ediyoruz. Yıllar yıllar önce Black Heretic ismindeki bir Grisha tarafından yaratılan ve Karanlık Diyar adı verilen sis perdesini aralamanın sırrının kimde olduğunu öğreniyor, kendimizi entrikalarla, ikiyüzlülükle, dostlukla, aşkla ve sihirle çevrilmiş halde buluyoruz.

Grishaverse aslında hem serinin hem de evrenin ismi lakin kitaplar arasındaki ilişki tahmin ettiğiniz kadar lineer değil. Shadow and Bone yani Gölge ve Kemik isimli kitap ile başlayan bir üçlemeyi, Six of Crows yani Kargalar Meclisi isimli iki kitaplık başka bir seri takip ediyor. Bu iki seri arasında geçen olaylar arasında iki yıl var. Kargalar Meclisi’nin karakterleri, esasında Gölge ve Kemik’te yer almıyor.

Dizi, bu mevzuyu değiştiriyor. İki kitabı da birleştirerek apayrı bir kurgu oluşturuyor. Dizinin işlenişi, kitaplardan çok bağımsız olsa da ortada gerçekten takdir ettiğim bir çaba var, o da iki kitabı da özünden koparmayıp birleştirerek yepyeni bir kurgu oluşturabilmiş ve bunu izleyiciyi yormadan, anlaşılabilir bir şekilde anlatabilmiş olmaları. Dizide, kitaplardaki iki farklı konuyu öyle güzel birleştirmişler ki yaptıkları işi takdir ediyorum, daha iyisi yapılamazdı. Ha bana sorsalar birleştirilmemeli ve iki ayrı seri olarak ele alınmalıydı, orası ayrı. Ama yapmışlar, olmuş.

Kitaptan adapte ederken konu dışında yaptıkları bir diğer değişiklik de karakterler olmuş. Bunu asla kötü anlamda söylemiyorum bu arada, başkarakterler çok tatlı. Bazılarıyla geçmişleri sayesinde, bazılarıyla mizah anlayışları sayesinde, bazılarıyla hırçınlıklarından ötürü, bazılarıyla da dünyaya karşı olan bakışları sayesinde bağ kurabiliyorsunuz. Biliyorum, başkarakterin saçma sapan kararlar aldığı, tabiri caizse “salak” olduğu diziler hiç çekilmiyor, göz devirmekten izleyemiyor insan. Size, bu dizide böyle bir şey olmadığını söylemek için yazıyorum bunları.

Shadow and Bone karakterleri bizi diziye bağlıyor. Hiçbir şey için değilse Kargalar ekibi için ve dizimizin başkötüsü için izlemeye devam edersiniz bu diziyi, öyle söyleyeyim. Bir tek karakteri takip ettiğimiz bir dizi olmamasından mütevellit şunu da söyleyeyim: Karakterler arası ilişkilerde de göze çarpan hiçbir sıkıntı yok dostlar. Çok tatlı herkes, aralarındaki ilişki de çok tatlı. “Ben bu ekibin içinde yer almak istemezdim ama siz devam edin, siz süpersiniz,” diyor insan izlerken. Belki de bu konuda yalnızımdır. Siz eğer böyle bir ekipte hayatta kalabileceğiniz konusunda kendinize güveniyorsanız sizi yavaşça alkışlarım.

Artık herkes biliyor ki benim kitaplarda favori karakterim Kaz Brekker. Yani, bunun üzerine bir paragraf ayırmayacağım artık, lakin belirtmeliyim ki dizide benim için en çok parlayan karakter General Kirigan oldu. Spoiler vermemek adına kısa keseceğim zira bütün enerjimi spoilerlı inceleme için saklıyorum ama şöyle diyeyim: KIRIGAN EFSANE BİR KARAKTER! Bunu bağırarak okuduysanız doğru yoldasınız. Teşekkürler Ben Barnes!

Grishaverse çok havalı bir evren. Çok, çok havalı arkadaşlar. Çok daha derinlikli, çok daha bilindik bir evren olmasını o kadar çok isterdim ki! Bu evrenin havalı olduğunu biliyordum ama gözlerimin önünde görünce çok daha fazla ikna oldum. Hani mesela Game Of Thrones evrenine atılacak olanların biraz daha fantastik evrenlere aşina olmasını beklerler ya, Grishaverse’i anlamak için fantastik edebiyata düşkün olmanıza falan gerek yok. Dizi size evreni öyle karmaşık bir anlatımla sunmuyor, zaten öyle köklü bir şey de beklemeyin. Havalı bir evren diyebilirim sadece, dizi de bunu gayet güzel anlatmış. Beni ikna etti. Bunun yanında, ne Ketterdam’da ne de Ravka’da beş saniye hayatta kalabilirdim, bundan da eminim.

Diziyi övme yazısı değil madem bu, biraz da acı konuşalım. Dizinin efektlerinin bir noktadan sonra kötüleştiğini düşünüyorum açıkçası. Bu da haliyle duygusal derinliği yer yer etkiliyor ve bu maalesef ki kötü anlamda. Ben genelde CGI’daki kötü noktaları yakalayan bir insan değilim- Bana bile kötü geldiyse… Bilemiyorum, umarım sadece bana kötü gelmiştir. Diziyi henüz izlemediyseniz demode ve klişe efektlere hazırlıklı olun diyorum, bu konuda başka bir şey diyemiyorum.

Bunun yanında beni rahatsız eden bir diğer kısım da bazı sub-plot mevzuların yeterince iyi işlenememiş, bize umursayacağımız kadar materyal vermeden bırakılmış olmasıydı. Spoiler olmaması adına nelerden veya kimlerden bahsettiğimi belirtmeyeceğim fakat eğri oturup doğru konuşalım, dizide belli ki bazı yerlerde sadece ikinci sezona yol yapmak amaçlı hareketlere gidilmiş. Birinci sezonu kapsayan genel konuyla pek ilgisi olmayan bir sub-plot özellikle beni rahatsız etti ki bu konuda spoilerlı incelemede daha fazla konuşacağım, oraya bekleniyorsunuz şimdiden.

Gelelim, can alıcı o soruya. Bu diziyi kimler sever? İçimdeki Leigh Bardugo hayranı bu diziyi herkese izletmek istediği için “Herkes!” diye bağırıyor şu an. Ama hadi gerçekçi olalım, fantastik evrenlerden hoşlanmayan ve sadece dram arayan birisinin seveceği türden bir iş olmadığı açık. Lakin bütün bunların yanında fantastik türünün dibini sıyıracak kadar bilmeniz gerekmediğini de söylemek istiyorum. Bence bu diziyi, fantastik türüne ilgi duyan herkes güzel bulabilir. Sadece grim-dark seven değil, sadece high-fantasy veya sadece low-fantasy seven değil, büyük başlık olarak “Fantastik” seven herkesin hoşuna gidebilecek türden bir dizi bence.  

Kısacık bir özet geçerek sona erdirelim bu yazımızı da: Bence Shadow and Bone, hayatınızı değiştirmeyecek, sekiz bölümlük, yer yer günahları olsa da büyük ölçüde izlediğinize memnun kalacağınız bir dizi olmuş. Ha, kitabın hayranıysanız, o durum biraz farklı. Kitabın hayranıysanız, çıldıracağınızı düşünüyorum. Tecrübe konuşuyor, evet.

Spoilersız olarak benden bu kadar. Daha ayrıntılı, daha keyif kaçırıcı, daha spoilerlı yazımı yazınca bir daha görüşelim sizinle. Haydi, o zamana kadar, kendinize iyi bakın!

Author

Batı Edebiyatları okur, kedi sever. Bir de buralarda yazıp çizer. @mightbeyagmur

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.