Geldik sona. The Witcher uyarlamasının ikinci sezonunu kapatacağımız ve muhtemelen iki yılımızı daha yeni sezonu beklemeye ayıracağımız bu son inceleme biraz inişli çıkışlı geçecek, en başından belirtmek istedim. Hem iyi ya da kötü, bir sezon finalindeyiz hem bir önceki bölümü olması gerektiği gibi meraklı bir şekilde bıraktık hem de bölümdeki bazı şeyler çok güzelken bazıları “Ben ne izliyorum şimdi?” dedirtti. O zaman her ne kadar ben, bir süreliğine Witcher’a dair yazacağım son yazı bu olduğu için bu yazıyı elimden geldiğince uzatmak istesem de daha fazla vakit kaybetmeyelim ve uyarıların hemen ardından konuşmaya başlayalım.

Okumakta olduğunuz bu yazı, The Witcher dizisinin ikinci sezonuna dair sürüsüne bereket spoiler barındıracaktır. Ayrıca yeri geldiğinde kitaplardan ve serinin oyunlarından spoilerlar da yer alabilir. Önleminizi almadan görselden sonrasına devam etmeyin! Ancak şu açıdan rahat olabilirsiniz, dizinin anlatmadığı hiçbir şeyden bahsetmeyeceğim.

Geçtiğimiz bölümün sonunda Geralt ve Yennefer, witcherların sihirli bir boyutta bulunan kulübesine hapsettiği Voleth Meir’i, acıdan yeterince beslendiği için güçlenip kaçarken görmüşler ve onların değil ama bizim gördüğümüz şekilde Voleth Meir de doğrudan Ciri’nin içine girmişti. Biz bu sahnenin hemencecik devam etmesini isterken ise bölümü ilk bakışta, geriye dönüş içerdiğini düşündüğümüz bir sekansla açıyoruz. Zümrüt gözlü prenses, Fareçuval tarafından uyandırılıyor. Neyse ki tempomuz çok düşmüyor ve Cirilla’nın Kaer Morhen’deki silah odasında gezindiğini görüyoruz. Böylece bunun Ciri’nin zihninde yaşananlara dair bir sahne olduğunu anlıyoruz.

Kaer Morhen

Voleth Meir’in kontrol ettiği Ciri, Kaer Morhen’deki odaları dolaşıp, gördüğü tüm witcherları öldürüyor. Tam Vesemir’in odasına girdiğinde ise kaleye Yennefer ve Geralt varıyor. Belki herkesi kandırabilecek olan Ölümsüz Ana, Ciri’nin gözlerine bakan Geralt’ı kandıramıyor. Buradan sonra Kaer Morhen cephesinde olanlar benim için inişli çıkışlı, yarı kızgınlık ve biraz mutlulukla seyrettiğim bir bölüme dönüştü.

Bir taraftan Vesemir ve diğer witcherların Ciri’yi neden feda edebileceklerini anladım ve özellikle Vesemir ile Geralt’ın Eskel hakkındaki konuşmalarından hareketle Vesemir’e çokça hak verdim. Çünkü Geralt aralarında her ne kadar kader bağı da bulunsa henüz bir yıldır tanıdığı “evladını” kaybetmenin korkusuyla her şeyi yapabilecekse Vesemir, bir anda o evlat yüzünden bir sürü evladını kaybetti. Daha da önemlisi, ehven ile şer arasında bir seçim yapılacaksa bu dünyada her zaman ehvenişer seçilir. Diğer taraftan ise bahsettiğimiz ehvenişer, Ciri’nin öldürülmesini içeriyor ve çekirdek ailemiz başta olmak üzere Ciri’yi evladım diyerek seven herkes bu evrende, düşmanlarının mezarında dans eden bir beyaz aleve dönüşüyor. Ben de onlardan biriyim ve ayrıca az önce ne yaptığımı anladığınızı umuyorum.

Kaer Morhen isimli ikinci bölümde Eskel’in başına gelenler konusunda diziyi ne kadar kınasam da kendi kurdukları hikâye bütünü içerisinde değerlendirmem gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında Vesemir ve diğer witcherların davranışları da en az Geralt, Yennefer ve eminim, buraya nereden düştüğünü en az kırk kez sorgulayan Jaskier’inki kadar haklı. Tüm bu düşünce sürecini yaşadığım için, bölümün aynı mekânda ayrılan iki cephesinde yaşananlar, bölümün “çıkışlı” kısımlarını oluşturdu.

Fakat Voleth Meir’in çözülme yoluna bizi ulaştıran kısımlar için bir sürü itirazım var ki bu kısımların da bölümün yarısından fazlasını kapsadığını düşünürsek inişimiz, çıkışımızdan fazla. Bu sezon Ciri’nin kimliğinin tespiti ve bunun sonuçları üzerine temellendiği için, onun zihninde birden çok kez yolculuk yapmamız bir sorun değil. Aksine yine Ciri’nin zihnine daldığımız Triss’in Dol Durza’sı sayesinde bize gösterilen pek çok şey de hikâyenin gideceği yeri büyük oranda etkileyecek. Fakat bu bölümün yarısından fazlasını orada geçirip, bir taraftan ilk sezonda ölen karakterlerin zerrece ilgilenmediğim son anlarının tekrarını izlemek bir taraftan da bu arada “Gel Ciri”, “Git Ciri” gibi anlamsız ve tekrar eden diyaloglara maruz kalmak sıkılmama neden oldu. Bu sezonda anlatmak istedikleri hikâye bittiği ve sonraki sezona dair de daha fazlasını göstermek istemedikleri için altmış dakikalarının yarım saatini, Ciri’nin baskılanmış zihninde yaşadığı birtakım illüzyonlara ayırdıklarını düşündüm. Doldurma bölümleri hiç kimse sevmez, bu kadarını düşünmeleri lazımdı.

Kaer Morhen’deki madalyon ağacının altından çıkan monolit ve Voleth Meir’in canı sıkıldıkça çığırarak buradan canavar çağırmasını da hoş karşılamıyorum. Bir sürü witcherı öldürüp olayları daha da dramatize etmek için sürekli ciyaklamaya ne kadar gerek vardı, bir tane güçlü canavar yapsalar ve altı tanesinin CGI bütçesini birine adayıp, daha güzel görünen sahneler izletselerdi daha mutlu olurdum. Ciri’nin zihninde gezindiğimiz sahneler ve Kaer Morhen’de Ciri’nin bedeni Yrden ile kontrol edilirken arkada yaşanan mücadeleler arasında eğlendiğim tek kısım, gariban Jaskier’in eline tutuşturulan akikle bir masanın altına sinip kalmasıydı. Hatta bir noktada bölümü izlerken sıcağı sıcağına tuttuğum notlara “Son bölüm tamamen saçmalık” yazmışım, o kadar söylüyorum.

Ama bakın, inişli çıkışlı dedim, gene dönüyorum çıkışa. Voleth Meir’in Ciri’nin bedeninden ayrılmasına buldukları çözüm ve hikâyesinin bağlandığı nokta hem evrene hem de izlediğimiz karakterlerin gelişimine uyumluydu. Haydi, bunu da açayım: Onca Kaynak gücü muhabbeti ve çığlığı, iksirler ve savaşçıları arasında, tıpkı kitap serisindeki gibi hiçbir şeyi sihirle ve savaşla çözmedik. Bu beni mutlu ediyor.

Yennefer’in Jaskier’e verdiği akikten büyülü bir şey çıkacağını, bir ışık patlaması belireceğini yahut bir eski gücün savaşa yardımcı olacağını beklemek, fantastik bir dizi izlediğimiz için normaldi. Fakat o akik Geralt’a sadece ve sadece ne yapması gerektiğini hatırlatmak için gönderilmişti: “Yanlışı doğruya çevir”. Acıdan beslenen bir yaratığa daha fazla savaş, daha fazla çelişki ve daha fazla nefret vermek hepsinin sonucunu, daha fazla kayıp ve daha fazla acıya götürür. Geralt’ın akik taşını görmesi, bu yanlışı algılamasına ve meseleyi anlayışla çözmeye çalışmasına yardımcı oldu. Artık her yapımda üstüne basılarak bize iyi mesajlar verilmeye çalıştığı için, biraz bayat bulmuş olabiliriz fakat bu, gerçekten de Witcher serisinin ana problem çözme yoluna çok uygun.

Hem kitaplarda hem de oyunlarda Geralt’ın lanetlenmiş biriyle karşılaştığında bu laneti kırma biçimlerini şöyle bir kafanızda canlandırırsanız, derdimi daha açıkça anlatmış olacağım. Oyunlarda oyuncuya mutlaka canavarla savaşma seçeneği de sunuluyordu, bunu kabul ediyorum fakat ikinci ve ileride işinize yarayacak olan seçenek, çoğunlukla savaşmayı veya birine büyü yaptırmayı içermiyordu. Blood and Wine’da “Kaşığın boş dönsün, sofranda yalnız kal”, denerek hem açlıkla hem de yalnızlıkla lanetlenen ucubenin lanetini Geralt, onun sofrasına gönüllü olarak oturup, çorbayı kaşıksız içerek kırıyordu. Hem kitaplarda hem ilk oyunda hem de ilk sezonda gördüğümüz, gündüzlerini kabirde geçirmekle lanetlenen Striga’yla savaşmasındaki amacı onu öldürmek değildi, kabre ulaşmasını engellemekti.  Daha bir sürü böyle örnek buluruz fakat sanırım bu iki örnek, Yennefer ve Geralt tarafından geliştirilen yaklaşımın, Witcher evrenine ne kadar uygun olduğunu göstermek için yeterli gelecektir.

Voleth Meir’e bulunan çözüm yolunun beni neden mutlu ettiğini açıklarken evrene uygunluğun yanında bir de karakter gelişimi demiştim, onu da açayım. Geralt, iki hikâye koleksiyonu boyunca ve roman serisinin başlarında, ehvenişeri tercih etmeyeceğini söyleyen bir witcher. O meşhur konuşmayı seriye dair tüm medyalardan tanıyorsunuz: “Kötü, kötüdür. Azı, çoğu, ortası hepsi aynı. Miktarları göreceli, sınırları bulanıktır. Ben takva sahibi bir münzevi değilim, tüm hayatım boyunca sadece iyilik yapmadım. Ama eğer bir kötüyle başka bir kötü arasında seçim yapmak zorunda kalırsam, hiç seçmemeyi tercih ederim.

Buna rağmen tıpkı kitaplarda olduğu gibi oyunlarda ve dizinin şimdiye kadar olan kısmında Geralt her seferinde bir seçim yapmak istemediği için, kararsız kaldığı için, geç kaldığı için, öyle ya da böyle ehvenişeri seçmek zorunda kalıyordu. Kararsız kalmamayı öğrenene kadar bu böyle gitti. Renfri ve Stregobor arasında seçim yapmadı, Blaviken Kasabı lakabını kazandı.  Buradan ders çıkartmak yerine sürpriz çocuğunun peşine düşmek konusunda kararsız kaldı; onu ilk gördüğünde kaderini biliyordu ama buna rağmen reddetti ve Cintra kıyıma uğradığında Ciri için artık her şey çok geçti. Yennefer’de kararsız kaldı, uzun bir süre öldüğünü düşünerek pişmanlık çekti. Her zaman seçim yapmamak için başka seçeneğinin kalmamasını bekledi, sorunları çözmek için doğrudan bir şeyler yapmaktansa sonuçları erteledi ve elinde kalan tek çözüm, ehvenişer oldu.

Bu sezonda ise dizi tüm bunlardan hareketle Geralt’a, Ciri’nin sorumluluğunu kabullenmesiyle bir karakter gelişimi yaşatmaya çalıştı. Kitaplara göre biraz erken olabilir ama yapılan buydu. Eskel ve Vesemir arasında bu sefer kararsız kalmadı, doğrudan ehvenişeri seçti. Bedenini leşenden ayırabileceğinden emin olmadığı, o süreçte başka birine zarar vermeyeceğine güvenemediği, akıbetinin ne olacağını ise asla kestiremediği Eskel’i feda ederek, yaşamaya devam edeceği ve kimseye zarar vermeyeceği kesin olan Vesemir’i kurtardı. Ama alması gereken dersi burada bitseydi, yanlış bir ders almış olurdu çünkü yine hepimizin, her Witcher medyasından bildiğimiz gibi, Geralt ehvenişeri seçmez. Bu son bölümde Geralt sevdiği tüm herkes aksini söylerken ve içine düştüğü durum da sadece sevdiği çoğunluğu da değil, belki de tüm bir Kıta’yı kurtarmasını gerektirirken o, Ciri’yi kurtarmaya karar verdi. İlk defa ehvenişeri seçmedi.

Dizinin Yennefer ile ne yapmaya çalıştığı konusunda kafası karışık, bundan pek mutlu değilim. Fakat bu son iki bölümde onun da karakterini, kitaplardakine yakın bir şekle ulaştırmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Ellerinde, anlattıkları hikâye gelişirken Yennefer’in ne yaptığıyla ilgili herhangi bir kaynak materyal yok. Bunu anladığım için kafa karışıklıklarına kızmıyorum. Kitaplardakine birebir olmasa dahi birazcık sadık kalmaya çalışsalar ne ilk sezonda ne de bu sezonda Yennefer’i, bir bölüm haricinde görmeyecektik. Sonra bir sonraki sezonda bir kez daha gelecek ve bir daha belki dizinin finaline kadar kendisinden hiç bahsetmeyecektik. Evet, kendisi kitaplarda bu çekirdek ailenin bir parçası olduğu için önemli bir karakter fakat bu da Yennefer’in değil, Ciri’nin hikâyesi. Yennefer sahneye çıkması gerekene kadar bir yerlerde duruyor, görevini ifa etmesi gerekince tekrar dâhil oluyor hikâyemize.

Bu sebeple her ne kadar “Daha güzel yazabilirlerdi”, diye düşünsem de üzerine bunun bir uyarlama olduğunu, yapılan tüm değişikliklerin de herkesi aynı derecede mutlu etmesi gerekmediğini koyduğumda, kin kusmanın bir manası olduğunu düşünmüyorum. Dizi duyurulduğu andan itibaren Yennefer’i bütün hikâye boyunca bize göstermeye karar verdiler ve buna uygun olarak hareket ediyorlar. İlk sezondaki zaman atlamalarının sebeplerinin başında da zaten bu geliyordu. Geralt ve Ciri’nin karşılaşmasına kadarki kısımda Geralt’ın ne yaptığını gösterebilmek için bir yirmi-otuz yıl geriye gitmeliydik; Yennefer’in Geralt ile tanışana dek ne yaptığını gösterebilmek için ise bunun üzerine bir yirmi-otuz yıl daha eklemeliydik. Ben de onu, ana hikâyeye arka plan oluşturmak için serpiştirilen iki-üç dakikalık politik enstantaneler kısımlarında gibi parça parça, sadece işimize yaradığı kadar görmektense sürekli olarak görmeyi tercih ettiğim için, mutluyum. Tıpkı ilk sezondaki doğrusal olmayan anlatıma kızmadığım gibi burada da Yennefer’e, onu kitaplarda gördüğümüz dengeli, güçlü, kararlı hâline ulaşana değin zaaflarla ve kafa karışıklıklarıyla dolu bir hikâye arkı yazmak istemelerine kızmıyorum.

Nitekim hissettiği boşluğu daha fazla güçle dolduramayacağını, her istediğini yeterince güçlü olsa bile alamayacağını, her zaman daha fazlasını istemesine rağmen bazen o daha fazla olanın, kaos yahut çok güçlü cinler olmayabileceğini idrak ettiği bir noktaya getirdiler onu da. Yaptığı hatanın sorumluluğunu alıp hem Ciri’yle yaptığı yolculuk boyunca kaderin Geralt’a hissettirdiği birçok duyguyu o da hissettiği hem de belki, sonunda aklı başına geldiği için başladığı yere geri döndü. Büyücü olmaya karar verdiğinden beri kaçındığı zayıflığı kucaklayarak bileklerini tekrar kesti ve böylece Voleth Meir’e daha büyük bir acı vermiş oldu. Bu hareketi şimdilik kendisini affettirmedi ama öyle ya da böyle, üçlünün arasındaki bağı mühürledi.

Buradan sonra umuyorum ki hikâye için asıl önemli olan noktadan devralıp bir karara vardırırlar karakteri. Bu karar kitaplardaki ya da oyunlardakiyle aynı karar olmak zorunda değil bence, sadece bir öyle bir böyle davranmayan, oturmuş bir karakter izlemek istiyorum. Üçüncü sezonda bu başarılırsa ben diziden tamamen razıyım.

Kaer Morhen cephesinde son olarak Voleth Meir’in kendi boyutuna gitmesinden bahsetmek gerekiyor sanırım. Bütün bu Voleth Meir hikâye örgüsü, kitaplarda yer almamasına rağmen bence sadece dizinin içerisinde kaldığımızda kendi içerisinde bütünlük sağlayan ve büyük resimde serinin temasına uyan bir şekilde sonuçlandı. Son bölümün doldurma hissiyatı yaşatmasını buradan tamamen ayırıyorum çünkü o hikâyeyle değil, hikâyeyi anlatma biçimiyle ilgili bir tercih.

Ciri’nin zihninde yaşanan gelgitler, bunlar esnasında şahit olduğumuz “Açaydım kollarımı, sarılaydım” sahneleri ve Kaer Morhen’e çığlıklar eşliğinde akın eden bir sürü canavarı ne kadar saçma ve yanlış bir tercih olarak bulduysam Voleth Meir’in, Kürelerin Birleşimi kaynaklı yırtık sebebiyle Kıta’da mahsur kalıp kendi boyutuna dönmeye çalışan bir yaratık olmasını; bu imkânı bulduğunda ise şiddeti sürdürmek yerine yoluna devam etmesini ise bir o kadar beğendim. Vardığımız noktada karşımızda düpedüz kötücül, düpedüz yıkım isteyen bir düşman yok. Acıdan beslenmesi yaratılışından gelen, belki bu yaratılışının da kendi boyutu içerisinde işlevsel olduğu fakat kendi rızası dışında bir başka boyutta mahsur kalan, bu boyutta ise zarar verdiği için kimsenin ona yardım etmeye çalışmadığı; aksine evine dönmesi için gerekli olan acıyı engellemek adına yoluna set döşenip, bir yerlere hapsedilmiş bir düşman var. Hiçbir şey göründüğü gibi olmak zorunda değildir, ormandaki kötü cadılar bile.

Bununla beraber Voleth Meir’in kendi boyutunda Wild Hunt’a katıldığını gördük. Ciri’nin peşine düşen grupların arasına, bir adet Wild Hunt ekleyebiliriz. Uzun vadede bu karakter, doğrudan kendisi olarak olmasa da büyük bir kötücül ağın parçası olarak karşımızda duracaktır. Fakat onun, çekirdeğinde sıla hasreti çeken, sılasına kavuşunca zararı da biten bir yaratık olduğunu öğrenmemiz, sonraki zamanlarda Wild Hunt’ı nasıl algılayacağımızla da bağlantılı tabii ki.

Sılaya kavuşuncaya kadarki kısım için hikâyesi boyunca yaptıklarını haklı çıkartmamız gerekmiyor, sizi temin ederim ki Vahşi Av işin içine girdikten sonra buna niyetimiz de asla olmayacak ama tüm hikâyesini dinleyince onu Striga’dan, Vereena’dan, Renfri’den, Lara Dorren’den ve hatta bu bölümden sonra, Francesca’dan ayırabilir miyiz? Sormamız gereken soru bu.

Redanya

Bu bölümde minicik de olsa gördüğümüz birden fazla cephe var. Hazır Francesca demişken buradan alalım ve önce Redanya’ya bakalım. Aslında Redanya’nın Redanya olduğunu bile sadece Fringilla’nın Cahir’e “Redanya’ya gidiyorlar”, demesinden çıkartıyoruz fakat Francasca ve elflerin yaptıkları, üçüncü sezonun tüm hikâyesini etkileyecek.

Önceki bölümde bebeklerini kaybeden Francesca ve Filavendrel, bu bölümde Dara’nın taraf değiştirmesiyle Redanya’nın aralarına bir casus soktuğunu öğreniyorlar. Kendileri gibi zor durumda olan ve bu yüzden yine kendileri gibi denize düşüp yılana sarılan Dara’ya kızmıyorlar fakat Nilfgaard iş birliklerine zarar vermek amacıyla bebeklerinin ölümünden de bu sebeple Redanya’yı sorumlu tutuyorlar. Zaten en başından beri Nilfgaard içerisinde de sırf elf oldukları için onları hoş karşılamayanlar vardı, birkaç bölümdür Cahir’in varlığı bu karşı çıkışları desteklemişti ve Beyaz Alev’in Cintra’ya ulaşacağı haberiyle bu ittifak sürse bile kundaktaki bebeklerini öldüren bir insan ırkının, onları asla kabul etmeyeceğine dair yargıları güçlendi. Haksız da değillerdi. Ellerinde kalan tek umudu kaybettikleri için, karşılık vermeye karar verdiler.

Önceki bölümde Fringilla’dan hareketle “Büyücüye bulaşmayacaksın” demiştik. Bu bölümde Francesca bu sözü, katıyla onayladı. Francesca’nın intikamı, neredeyse bin yıllık sistematik ayrımcılıkla birleşen evlat acısıyla çoğaldı ve neticesinde, insanların kundaktaki bebeklerini öldürmeye vardı. Stregobor’un Yennefer üzerinden örnekleyerek felaketi getireceğini savunduğu ve bu yolda her an, her saniye insanları doldurduğu elf büyücünün bir örneğine kavuştuk, kına yakabilir kendisi. Bütün hayatını Falka’nın soyundan gelmiş olabilecek yahut Lilit’in lanetinden mustarip olabilecek küçük kızlara işkence edip, elflere nefret kusarak geçiren Stregobor ve takipçilerini şöyle bir düşünürsek asıl felaketi kimin, nasıl getirdiğini de buluruz.

Bu cephede son olarak Nilfgaard kaçağı olarak yakalanan Istredd’in, Eski Kan’ın çocuğunu bulduğunu Fancesca’ya müjdelemesi var. Ciri’nin peşine düşen grup sayımız iki oldu.

Temerya

Ateş manyağı Rience ve onu işe alan kişiye çalışan Lydia’yı da ufacık görüyoruz bu bölümde. Temerya’da olmamızın herhangi bir etkisi yok bölüme fakat başlığı böyle açmam hem cepheleri ayırmak için kolay hem de bu karakterleri en son, Temerya’ya bağlı olan Gors Velen’de görmüştük. Temerya’da olduklarından emin olmak için bir sebebim daha var ama spoiler. Kitaplarda böyle deyip geçiyorum o yüzden zaten şu an için ne fark eder? Kuzeyde bir yerdeler işte.

Hatırlarsanız Ciri’nin kanını barındıran örneği Kaer Morhen’den getirdiğinden beri Rience, Lydia’dan işverenini çağırmasını istiyordu. Bir önceki bölüm kanın Eski Kan olup olmadığını anlamak için küçük deneyini gerçekleştirirken yüzü yanan Lydia, Rience’in bu isteğine karşılık vermiş, bu minik cephede de bunu görüyoruz.

Burada değinecek çok bir şey yok aslında. Ama yine de görevimdir, kitaplarda Lydia’nın yüzünü yakmasının sorumlusu Eski Kan değil. Kitaplarda Lydia, en başından beri yüzü deforme olmuş bir karakter olarak hikâyeye giriyor ve bunu da önceki bölümlerde gördüğümüz Stregobor’un elleri gibi bir illüzyon sayesinde gizliyor. Burada karakterin yüzünün özgün şeklini Triss’in witcher mutajenine dönüştürdüğü Ciri’nin kanı ile açıklamışlar. Stregobor’un ellerini göstererek hem Falka’ya hem de buraya arka plan hazırlamaları da tatlı olmuş.

Rience, elfler Redanya’ya saldırıp Nilfgaard savaşı körükler, diğer Kuzey Krallıkları da bir bir oltaya gelirken kendilerinin rahat rahat Ciri’yi arayabileceği konusunda işvereni temin ediyor. İşvereni görmüyoruz tabii ama bu işverenin kimliği ortaya çıktığında, muhtemelen çok kötü şeyler de yaşanmış olacak. Şimdilik burada bırakalım. Giderek River Song’a dönüştüğümden korkuyorum ama gerçekten spoiler.

Ciri’nin peşine düşen grup sayımız üç oldu.

Kuzey Krallıkları

Tissaia, Dijkstra’nın bir önceki bölüm getirdiği haberlerin ve Vilgefortz’un da bastırmasıyla Triss’den öğrendiklerinin ardından Redanya dışındaki diğer Kuzey Krallıklarını Kardeşlik’e davet etmiş. Burada onlara Cintra’nın Aslan Yavrusu Cirilla’nın yaşadığını ve en son bir witcher ile görüldüğünü haber veriyor.

Dijkstra’nın planları tutarsa ve Ciri’ye ulaşırlarsa onu Kral Vizimir ile evlendirecekler ve böylece herhangi bir savaşa gerek kalmadan Redanya, Cintra tahtını alacak. Bunun olmasına izin vermemek için, aralarında Temerya Kralı Foltest, Kaedwen Kralı Henselt, Aedirn Kralı Demavend ile Lyria ve Rivia Kraliçesi Meve’in bulunduğu Kuzey Krallıkları, güçlerini birleştiriyorlar. Tissaia’nın onaylamasıyla gördüğümüz üzere hepsi ve Büyücü Kardeşliği, Ciri’nin de onu koruyanların da ölmesi için ellerinden geleni yapacaklar.

Ciri’nin peşine düşen grup sayımız, büyücülerle iş birliği yapan Kuzey Krallıkları ile dört;
buraya Redanya’yı eklediğimizde ise beş oldu.

Cintra

Bebeğin ölümünden sonra Francesca ve Filavendrel önderliğindeki elfler, Nilfgaard saflarındaki Cintra’yı terk ediyorlar. Beyaz Alev’in gelişi yaklaşırken bu, Fringilla için hiç iyi bir gelişme olmuyor tabii. Önceki bölümden sonra ise Cahir biraz korktuğu ve biraz da kendi hayrına olacağı için Fringilla’ya yardımcı olmaya karar verip, Emir geldiğine ona, bebeği öldürüp elfleri Kuzey’in üzerine salmanın Fringilla’nın planı olduğunu söylemeyi teklif ediyor. Fakat belli ki imparatorlarını, henüz kendisini hiç görmeyen izleyiciler kadar bile tanımıyorlarmış.

Bölümün son sahnesine bırakılan Emir’in gelişinin, sezonun en büyük olayı olması planlanmış. Emir’in kimliğini hem kitabı okuyanlar hem de oyunları oynayanlar biliyorlardı fakat ilk sezonda Ciri’nin babasını Duny olarak görmek, kitapları hiç okumayan oyuncular için yine de bir şaşırtmaca oluşturmuştu. Kitapları okuyan herkes gibi ben de Emir’in Ciri’nin babası çıkmasına şaşırmadım, kimi göreceğimi biliyordum. Bununla beraber dizinin kendini kitap serisindeki en büyük şaşırtmaca olan bu bilgiye dayandırıyor olmasını nasıl karşılarsak karşılayalım, yeterli derecede detay verip yine de Emir’in kim olduğunu gizlemekte başarılı olduklarını söylemem gerekiyor.

Kitapları ve oyunları bilmeyen izleyiciler için yerini bulan bir son sahne şaşırtmacasıydı ve sezon bittikten sonra diziyi bir kez daha izleyenler için, bizi buraya götürmek için dökülen ekmek kırıntıları da toparlanabilecek seviyedeler. Dol Durza’da Ciri’nin babasını üzerine bastıra bastıra gördük fakat bazı sahnelerde Ciri’nin annesi yalnızdı, ilk sezonda Cahir de dâhil olmak üzere bir sürü kişi Emir’in neden Cintra’yı değil, Ciri’yi almaya geldiğini merak ediyordu, Fringilla’nın Emir’in Gaspçı’yı devirmesinden bahsettiği sahneler tekrar dinlenirse birçok ipucu veriyordu, Fringilla ve Cahir Nilfgaard İmparatoru’ndan bahsederlerken sanki dini bir figürden bahsediyor gibilerdi ve bu bölümde Ciri’nin zihninde gezerken ölen herkesin toza dönüştüğünü; babasının ise yok olmadığını gösterdiler. Ekmek kırıntılarından en büyüğü ise her zaman olduğu gibi en göz önünde duranıydı.

İlk sezonda Ciri’nin Cintra’dan kaçışında bir sürü insanı öldürdüğü anda girdiği transtan beri Ithlinne’in Kehaneti’ni birçok kez dinledik, söylemiştim. Bu sezonda ise beşinci bölümde Lara Dorren’den duyduk, en yakını olduğu için oradan alıntılayalım: Eski Kan’ın çocuğu, Nefret Çağı yaklaştı. Dünya don eşliğinde ölecek ve yeni güneşle yeniden doğacak. Eski Kan’dan, ekilmiş tohumdan yeniden doğacak. O tohum filizlenmeyecek ama alev alacak.

Nilfgaard’ın yeniden doğan güneşi, Beyaz Alev.

Bu kehanet ilerleyen sezonlarda bizi nereye götürür veya Beyaz Alev gerçekten Beyaz Alev midir gibi bir sürü sorumuzun cevabının yeri ise bu yazı değil. Şimdilik Emir’i ve Nilfgaard’ı da Ciri’yi arayan gruplar listemize ekleyelim; altı oldu.

Böylece Aile isimli bu son bölüme dair incelememizi de bitirmiş olduk. Malum, uzun bir süre yazacağım son Witcher incelemesi olduğu için unuttuğum bir şey kalmasın diye şöyle bir kafamı tarıyorum, aldığım notlara bakıyorum. Bölümün başındaki logodan bahsetmemişim mesela, Kürelerin Birleşimi’ni ufak bir animasyonla anlatıyordu, çok hoşuma gitmişti. Voleth Meir “Bedel Meselesi” diyordu Geralt’a, Duny’nin yer aldığı hikâyeye öyle bir gönderme vardı. Jaskier’in üçlümüz Kaer Morhen’e döndüğünde Yennefer’in iyiliğini kontrol etmesi ve Yennefer’in gücünü kazandıktan sonra witcherlara yardım ederek kendini sevdirmeye giden yolu açması vardı. Hepsi böyle çok sevimli, üzerine konuşmak istediğim detaylar ve her bölümden en az beş tane böylesini çıkartırım ama büyük resimde herkes için o kadar da önemli olmayacaklar sanırım.

Son bölümü, görmek istediğim kırık aile tablosuyla kapattık. Buradan sonra Ciri’nin peşinde olan tüm bu gruplardan ötürü üçlümüzün, bitmek bilmeyen bir yol hikâyesine girişeceklerini düşünüyorum. O yolda nelerle karşılaşırlar, tekrar ayrılırlar mı, aralarında neler olur, bilemiyorum. İkinci sezonun ardından, dizinin geride bıraktıklarına baktığımda Witcher’ın kitap serisinde anlattığı hikâyeyi sevdiyseniz bu diziyi de izlemeniz gerektiği sonucuna varıyorum. Kitaplarda anlatılanlar sizi içine çekiyorsa, bir noktada dizide karakterlerin görünüşlerinin değişmesini veya eklenen bazı yeni hikâye örgülerini beğenmeseniz bile nefret kusmuyorsunuz. İlk sezona kıyasla daha iyi yapılan pek çok şey var bu sezonda, hatalarından ders aldıklarına yönelik koca bir sahne bile koymuşlar.

Sezon incelemesinin her bölümünde, dizinin kitaplara hangi noktalarda sadık kaldığını hangi noktalarda ise ayrıldığını yazdım. İki bin kelimelik o yazıların her birinde de beğenmediğim, farklı olması gerektiğini düşündüğüm kısımlar olsa da aradığım temalar bakımından tatmin olarak bitirdim yazılarımı. Bu yazı da şu an itibariyle üç bin kelimeyi geçti; hâlâ dizi hakkında konuşmak istiyorum ve konuşmak istediklerimin çoğu, kötü şeyler değil. Bence bu, bir uyarlama için yeterli bir başarı. Gerisi ise bir geek bünye olarak gerçekten hiç sevmediğim “zevkler ve renkler” meselesine giriyor.

Üçüncü sezona dair ümitlerim çok yüksek. Sizde durumlar nasıl? Katılmadığınız yerler var mı, eksik bıraktığım şeyler oldu mu? Witcher konuşacak birini ararsanız gelin beni bulun n’olur, muhtemelen sonraki bir ay Burn Butcher Burn dinleyerek içleneceğim.

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

2 Comments

  1. Öncelikle bölüm incelemeniz sayesinde anlamama büyük katkı sağladığınız için teşekkür ederim. Ben kitaplarını okumadığım oyunlarını oynamadığım için dizi gayet güzel geliyo fakat aklımda oturtamadığım birkaç şey var onları sormak istiyordum. 1- Ciri nin babası kirpi gibi lanetli olan kişi mi oluyor?
    2-Ciri nin anne babasının ölümüne neden olan kişi kimdi? ( Gemi batması, deniz öyle birşeyler hatırlıyorum ama doğruluğu hakkında emin değilim ) . Sanki bir yerde kim olduğu açıklanmıştı ya da gösterilmişti hatırlayamadım.
    Diziyi tek seferde izleyemediğim için muhtemelen tekrar izleyip buradan tekrar incelemelerle anlamaya çalışacam. Ve tabiki kitaplarla tam hikayeye göre gitmediği yerler olmadığını yazsanız da hikayeye hakim olacam. Birde oyunlar, çoğu oyunu oynayıp witcher serisini oynamamış olmam da büyük kayıp benim için. İnşallah 2 yıl bekletmeyerek 2022 kışında çıkar dizinin yeni sezonu. Ama Blood origin dizisi çıkacak o yüzden 2023 çıkar gibi.

  2. Her bölümden sonra gelip sizin incelemeleri okumak çok zevkliydi, birbirini tamamladığını hissetmiş oluyordum böylelikle. Kendi adıma teşekkürler güzel incelemeler için 🙂

    Genel olarak ikinci sezonu çok beğendiğimi iddia edemeyeceğim. Senaristlerin kitaplara, oyunlara gönderme yaptıkları küçük noktalar çok güzel olmakla birlikte büyük noktalara ters davranmalara iyi olmuyor. Ciri’nin Kaer Morhen’de Witcherlar uyurken öldürebilmesi, Vesemir’in Rienche ile mücadele edememesi, Kaer Morhene rahat rahat girip çıkması falan Witcherları çok zayıf göstermiş. Tissia’nın Ciri’nin öldürülme kararını desteklemesi kitaptaki Tissia’ya da aykırı geldi. Oyunculuklar da ilk sezona göre yapaylaşmış gibi. Bunları göz aldı edersek fena değildi

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.