Netflix’in The Witcher uyarlamasında ikinci sezonu bitirmemize, son bir bölümümüz kaldı. Beşinci bölümün incelemesinden beri söylediğim gibi, ilk sezondan itibaren kurup, dallanıp budaklandırdıkları pek çok şey, bu sezonda kattıkları yeniliklerle birlikte çözüme doğru ilerliyor ama bu da bir yandan benim, olan biten her şeyi açıklamamı birazcık zorlaştırıyor. Olsun, görevimin başındayım ve Voleth Meir ismi, belli ki Eski Lisan’dan seçilen yedinci bölümü de şöyle, uzunca bir yazıyla uğurlayacağım. Dear Friend isimli altıncı bölümün sezon arası yahut bir sezon finali gibi tamamlanmasından sonra bu bölüm, tam anlamıyla devamının geleceğini ve bir an önce gelmesi gerektiğini hissettiren bir bölüm oldu. Bu yüzden tek başına ne kadar anlamlıydı, tam olarak çıkartamıyorum. Fakat benimle kalır ve okumaya devam ederseniz, beraber çözeceğimize de inanıyorum.

Görselden sonra başlayacağız fakat öncesinde yine yazıda diziye ve kitaplara dair, hatta yer yer oyunlara dair spoilerlar bulunacağını hatırlatmak isterim. Yine de endişeye mahal yok, yedinci bölümden sonrasına ilişkin herhangi bir spoiler vermeyeceğim!

Yedinci bölümü, Yennefer’in Ciri’yi kaçırmasından hemen sonra açıyoruz. Kısa bir süreliğine bir araya gelen cephelerimiz yeniden dağılmış oluyor. Biz de bu yüzden yine dizinin anlatım şeklini takip edelim ve cephe cephe konuşmaya devam edelim.

Geralt ve Jaskier

Yennefer’in Ciri’yi, Geralt’ın itirazına rağmen portaldan kaçırmasından sonra Geralt’ı, her anlamda ihlal edilmiş olan Melitele tapınağında, Nenneke ile konuşurken buluyoruz. Burada Nenneke, kitaplarda asla yapmadığı bir şekilde Yennefer’i savunuyor. Bölümde dikkatimi ilk çeken şey bu oldu zira bu iki kadın, kitaplarda birbirlerinden asla hoşlanmıyorlar ve birbirlerine birazcık bile kibar davranıyorlarsa da bunun sebebi, Ciri’nin çıkarları oluyor. Burada ise sadece Geralt’ı tanıyan bir Nenneke söz konusu ve Geralt da ona, Yennefer’in Ciri’nin çıkarlarının tam aksine davrandığını söylüyor. Buna rağmen Nenneke, Yennefer’in de iyi niyetli olabileceğini vurgulayarak hem Yennefer’i savunan karakterler arasında bir ilki gerçekleştirmiş hem de bir anlamda, öyle çıkacağını umduğum üzere, Yennefer’in asıl arzuladığı ve eksikliğini hissettiği şeyin, kendisi her ne kadar farkında olmasa da Ciri olabileceğine dair bir hikâyenin önünü açmış oluyor.

Yennefer ve Ciri’nin nereye gitmiş olabileceğine dair herhangi bir fikri bulunmayan Geralt ise Ciri’ye ulaşmaktaki çaresini, Yennefer’in bir önceki bölümde karşılaştığını ve başını belaya soktuğunu söylediği Jaskier’in izini sürmekte buluyor.  Böylece benim için bölümün en güzel yanına, bir bölümlük boşluktan sonra Jaskier’i tekrar görmemize varıyoruz. Jaskier konusunda biraz kayırıcı olabilirim, bunu kabul ediyorum ancak nesnel olarak da diziye fazlaca renk kattığını, tüm sahnelerinde de gözleri üzerinde topladığını düşünüyorum.

Geralt’ın Jaskier’i hapsedildiği yerden kurtarmasına kadarki sürede, bahsetmek istediğim iki şey var. Birincisi, Jaskier’in kodeste fareleri arkadaş edinmesi ve onlara şarkı söylemesi, dördüncü bölümde kendisine kurulan Fareli Köyün Kavalcısı imajını sürdürüyor. İkincisi de gardiyanla konuşma tarzından, karakterin “Damsel in distress” şeklinde tanımlanabilecek tipine artık daha az uymaya başladığını; Sandpiper olarak üstlendiği rol ve Rience’in sorgulamalarının ardından, yavaş yavaş da olsa maceralara atılırken daha fazla savruk olabilecek şekilde geliştiğini görüyoruz. Drama kraliçeliği ise sonuna kadar sürecektir ve sürmelidir, orası ayrı!

İki dostun kavuşmasının hemen ardından bu cephede, bir dost buluşması daha gerçekleşiyor ve ilk sezonun altıncı bölümü olan Nadir Türler’deki ejderha avında karşılaşmış olduğumuz, Yarpen Zigrin’in başını çektiği cüceler, hikâyemize dâhil oluyorlar. Burada da bahsetmek istediğim iki şey var.

İlki, cüceleri görünce ne kadar sevindiğimle alakalı, özellikle de bu evrende dişi cücelerin sakallı oluşunu; daha doğrusu, cücelerin dişileri ve erkekleri arasındaki farklılık kriterlerinin, insanları ayırmakta kullanılanla aynı olmadığını, birkaç saniye de olsa gösterdikleri için mutluyum. Ayrıca Jaskier’in cazibesine yine başvurması, karakterin çizilen portresine uyumlu, ona da sevindim. Etrafta hâlâ oyuncuların kökenlerine takılan insanlar varken böyle hamleler yapabilen bir diziyi takdir ediyorum.

İkincisi ise cücelerin, işlerini güçlerini bırakıp Geralt’ın Ciri’yi arama macerasına katılmalarının beni çok mutlu etmesi ki eminim ki kitapları okuyan herkes, burada aşırı mutlu olacaktır. Hem genel olarak Yarpen ve çocukları böyle karakterler oldukları için hem de roman serisinin neredeyse tamamının, “bir witcher, bir şövalye, bir vampir, bir ozan ve cüceler” den oluşan bir kafilenin yolculuk hikâyesine odaklanması söz konusu, onun için. İleride eksikleri de tamamlanarak, kitaplardaki kadar uzun uzadıya olmasa da en azından bir sezonu, bu yolculuğa ayıracaklarını umuyorum. Bu bölüm yolculuğu sonlandırmış gibi gözüksek de umudum baki ve öyle bir yolculuk için Yarpen ve taifesinin gönüllülüğünün arka planını bu bölümde kurmuş olduklarını düşünüyorum.

Fringilla ve Cahir

Bir önceki bölümde Francesca’nın bebeğinin doğuşuna şahit olduğumuz ve tüm bir elf ırkının kurtuluşuna dair umutların yeşerdiği Nilfgaard cephesinde, ikinci bir önemli olay da Beyaz Alev Emir’in şehre geleceğiyle ilgili bilgi sebebiyle yaşanıyordu. Cintra cephesinde, herkes Emhyr’in gelişine hazırlanırken, elflerin yıllar sonra doğan elf bebek şerefine Nilfgaard ile iş birliğini bozabilecek olması ve bu iş birliğine zaten başından beri karşı olan Nilfgaard askerlerinin de etkisiyle Fringilla, ne yapacağını bilmez bir hâlde etrafta dolanıyor. Redanya adına casusluk yapan Dara’nın ise Francesca ve Filavendrel’e iyice yaklaşmış olduğunu görüyoruz. Ki tam bu noktada Philippa olduğu otuz kilometre öteden belli olan baykuşun, doğrudan Cintra’ya gelmesine rağmen Fringilla tarafından fark edilmemesi biraz garip.

Sonra bu cephede olaylar, ikinci sezonunun sonuna yaklaşan The Witcher dizisinde olmasını beklemediğimiz bir şekilde gelişiyor. Dizi diye özellikle belirttim, serinin tonuna gayet uygun bu arada. Fringilla, Emir’in gelişi yaklaşırken ittifakı alenen bozan elfler ve Cahir’in de aralarında olduğunu düşünebileceğimiz, Fringilla’nın gücü elinde tutmasının karşıtları arasında, ne yapacağını bilemeyip Thanedd’e gidiyor; Nilfgaard’dan kaçması gerekirse diye, ilk sezonda kendisinin yerini alan Yennefer’e karşı ona yardım etmediğini de hatırlatarak, Büyücü Kardeşliği içerisinde otoritesi bulunan amcasından yardım istiyor. Fringilla, bu görüşmeden sonra Cintra’ya döndüğünde ise hem Cahir’e hem de biz izleyenlere, büyücülere neden bulaşılmaması gerektiğiyle ilgili harika bir ders veriyor. Fringilla’nın, aleyhine konuşanları it üzümüyle felç edip, sonrasında da çıkarına hizmet edebilecek olan Cahir hariç hepsini, tek tek öldürmesini izlemek hem şok edici hem de aydınlatıcıydı diyebiliriz sanırım.

Fringilla Cahir’i, öldürdüğü kişilerin bir ihanet peşinde olduklarına ve bu planlarını kendisinin ortaya çıkarttığını söylemeye ikna ediyor.

Francesca ve Filavendrel

Bu bölümde, bebeklerine isim ararlarken az kalsın, Ciri’nin ismi olan Fiona’yı koyacaklar diye hafif bir çıldırdığım Francesca ve Filavendrel çifti ve onların şahsında bütünleşen elfler cephesinde de bu dizi bünyesinde daha önce görmediğimiz sertlikte olaylar meydana geliyor.

Uykuyla uyanıklık arasında Francesca’ya malum olduğu şekliyle daha ismi bile kesinleştirilememiş ümit bebek, kundağında, kim olduğu bize gösterilmeyen kukuletalı bir figür tarafından öldürülüyor. Bu figürün kim olduğuyla ilgili şu an için gerçekten hiçbir fikrimiz yok zira yüzünün görünmemesi geçtim, elinde kolunda da bir emare bulunmuyor.

Bebeğin ölümünün müsebbibi için, şimdilik üç adet olağan şüphelimiz var. Biri, pek tabii Fringilla’nın beklenmeyen tehdidine tepki gösteren Cahir olabilir. İkincisi, bu cinayet, Rience’in şahsında toparlayabileceğimiz ve bize şimdiye kadar söylendiği şekliyle Nilfgaard için çalışmayan üçüncü bir cephece planlanmış olabilir. Üçüncüsü ise Aretuza’ya, spesifik olarak da Stregobor’a bir elf bebeğin doğduğunu haber vermeye giden, Dara aracılığıyla Cintra’da ortalığı karıştırmak için elinden geleni yapan Dijkstra’dan hareketle Redanya olabilir. Burası şimdilik bir gizem.

Tissaia ve Triss

Dijikstra’nın Aretuza’ya varışından ve elflerden zaten ölesiye nefret eden Stregobor’a, Kıta’da yeni bir elf bebeğinin doğduğunu haber vermesinden bahsetmişken, Aretuza cephesine de şöyle bir bakalım.

Triss, Dol Durza esnasında Ciri ile ilgili gördüklerini Tissaia’ya yetiştirmekte zaman kaybetmemişti, hatırlarsınız. Fakat onun bilmediği bir şey var belli ki o da Tissaia’nın, geçtiğimiz sezonun son sahnesinde kendi tarafında olan bir askere şiddet gösterirken içindeki kötülüğe şöyle bir bakış atma imkânı bulduğumuz Vilgefortz ile işleri iyice ilerletmiş olması.

Bu önemli çünkü ilk olarak Triss, Ciri ve onun hakkında tanık olduğu kehaneti, kimseye söylememesi şartıyla Tissaia ile paylaşmış fakat Tissaia, Vilgefortz ile arasında romantik bir partnerlik bulunduğu için bu bilginin yayılmasına sebep olmuş. İkinci olarak ise Vilgefortz hem ilk sezondan önce şurada yazdığım şekliyle hem de ilk sezonun sonunda onu gördüğümüz şekliyle Tissaia’nın gördüğü kadar iyi bir büyücü değil. Bu bölümde de zaten göründüğü gibi olmadığına dair bir emare daha göstererek Tissaia’ya sert çıkışlar yapıyor. Vilgefortz’un nasıl biri olduğu, kitaplara dayanarak, sonraki sezonlarda görmeyi beklediğim olay örgüsü için de önemli.

Paragraf içerisinde söylemeye çalıştım fakat gözden kaçmasın diye ayrıca belirtme ihtiyacı duyuyorum. Bu cephede önemli olabilecek bir başka şey de Triss’in, Ciri ile ilgili bilgilerini sadece ve sadece Tissaia ile paylaşmaya çalışması ve bir başkası duyunca, hayal kırıklığını belli ederek doğrudan ortamdan uzaklaşması. Bu bilgi de bir sonraki sezonda Triss’in kimlerle ve neden iş birliği yapacağıyla ilgili arka plan sunabilir bize.

Yennefer ve Ciri

Yennefer’in Deathless Mother’ın ittirmesiyle Ciri’yi kaçırması ve Geralt dâhil hepimizin -pardon, onu savunmakta bir ilki gerçekleştiren Nenneke ve kısa bir anlığına da olsa Jaskier hariç hepimizin– nefretini kazanmasından hemen sonra; ikilinin, yine Yennefer’in Ciri’yi Ölümsüz Ana’ya ulaştırma amacına hizmet eder şekilde yollarını, Cintra’ya çevirmesi söz konusu. Ciri, Geralt’ın bunu istemeyeceğini bilse de sezonun ilk bölümünden beri “Evim” diye sayıkladığı Cintra’ya dönmek ve Cahir’den de intikamını almak istiyor.

Yennefer ve Ciri’nin Cintra’ya doğru, Yennefer’in Geralt’ın orada olabileceğine dair yalanlarıyla örülen yolculuğunda, üzerinde durmak istediğim şeyler var. Bunlardan ilki, yıkık köprüden geçme anları ve Yennefer’in beceriksiz eğitimlerini içeren sahneyle ilgili. Burada Ciri, köprüyü yerine getirmek için Kaos’tan fazlasıyla yararlanıp sonunda başarısız oluyor ancak hemen ardından, Yennefer’i ve kendisini nehrin diğer ucuna ışınlayarak, kitaplarda ve oyunlarda da anıldığı şekliyle “Zamana ve mekâna hükmedebilme” yeteneğini, ilk defa sergiliyor. Bu kadar çabuk, hiçbir şekilde eğitim almadan ve herhangi bir şekilde kulelerden yahut dizide geçtiği gibi, monolitlerden yardım almadan bu yeteneği bize göstermelerini garip karşıladım. Bu da beni bahsetmek istediğim ikinci şeye getirdi: Büyü eğitimi.

İlk sezonda da bir yerden enerji alıp diğerine verdiğimiz bilgisi dışında fazla görmemiştik fakat en azından evrende büyü eğitiminin, adı sanı belirli okullar tarafından, uzun yıllar boyunca sürdürüldüğünü öğrenmiştik. Dizide ise iki bölümdür Ciri, Yennefer’den aldığı gazla büyü yapıyor gibi gözüküyor. Bunu elbette Ciri’nin doğrudan Kaynak olmasına, çok güçlü olmasına bağlamak mümkün ama kitaplardan hareketle evrende Ciri’nin dahi, büyü yapmayı öğrenmesi gerekiyor. Özellikle büyüyü yapabilmek için söylenen büyülü sözlerin yanında, uzmanlaşması yıllar süren ve bazı büyücülerin mükemmel hâle getirebilmek için eklemlerini feda ettiği bazı el hareketleri elzem, bunları diziye hiç katmamışlar. Üzücü.

Son olarak ise ikili Cintra’ya, hâliyle de önceki iki bölüm itibariyle de Ciri ile doğrudan bir bağı bulunduğuna emin olduğumuz yıkılan monolite yaklaştıkça, Yennefer’in fikir değiştirdiğine şâhit oluyoruz. Geralt yetişmeseydi bunun herhangi bir önemi olmayacaktı çünkü Ciri, Yennefer’e dokunur dokunmaz onun tarafından kullanıldığını anlamıştı, hatta Rience ile çalıştığını bile düşünüyordu ve buna rağmen monolite girmeye karar vermişti fakat Yennefer’in son dakikada olsa dahi, gücüne mâl olsa da Ciri’yi kullanmaktan pişmanlık duyduğunu bilmek, bizim için önemli. Çünkü Yennefer ve Ciri’nin ilişkisini çok ters bir noktadan başlattılar ve günün sonunda, bu bölümde Ciri’nin ağzından Geralt için dökülerek beni olduğum yere mıhlayan “Baba” kelimesinden sonra, bir aile hikâyesi izlediğimizi tekrar hatırladığımız bu dizide, üçüncü ve tamamlayıcı parçayı oluşturan Yennefer’den nefret etmek istemeyiz.

Geralt ve Yennefer

Ciri’nin monolite yaklaşması ve çığlık atarak yırtığı açması ve içerisinde Nilfgaard’ın hükmettiği Cintra şehrini galeyana getirmesiyle eşzamanlı olarak Geralt, Jaskier ve cücelerden oluşan tayfamız, olay yerine varıyor. Geralt, Ciri’yi tehlikeye atanın Yennefer olduğunun bilinciyle kılıcını gırtlağına dayıyor ama bir taraftan da onun açıklamalarını dinlerken witcherlığından ödün vermeyip, Voleth Meir sorununu çözmeye karar veriyor.

Ciri’yi Jaskier ve cücelere emanet ediyor, Kaer Morhen’e gitmelerini söylüyor. Burada araya girerek Jaskier ile Ciri arasında etkileşim görmediğim için biraz üzgün olduğumu belirtmem lazım ama olayların gelişimi gereği burada ikisi arasında tatlı ve esprili sahneler olsa, saçma dururdu. Öte yandan Geralt’ın henüz bulduğu Ciri’den ayrılmayı ve onu, yapmakta oldukları herhangi bir şeyden zerrece haberdar olmayan ozana emanet etmesi de bir o kadar saçma tabii. Olsun, en azından böylece Jaskier’e evladını emanet edecek kadar güvendiğini çıkartmış oluyoruz, buna da sevinebilirim.

Ciri’nin Jaskier ile Kaer Morhen’e gönderilmesinden sonra biz de sezonun ikinci bölümünden itibaren kitaplarda olmayıp da eklenen Ölümsüz Ana meselesindeki gizemleri çözmeye başlıyoruz. Yennefer, Ölümsüz Ana’ya ulaşmak için kullanılan çocuk tekerlemesini söylediğinde Geralt, bu yaratığın, Kıta tarihinde ilk kez, bu yaratığı yenmek için görevlendirilen witcherlar tarafından kulübesine hapsedilen Voleth Meir olduğunu açıklıyor. Ayrıca Voleth Meir, acılardan beslenen bir varlıkmış. Burada araya girip onun, sezonun başından beri aklıma gelen Hekate benzeri yahut oyunlardaki Ormanın Cadıları değil de yine oyunlarda gördüğümüz bir başka canavara öykünerek diziye katıldığını söylemem lazım.

Üçüncü oyunun Skellige yan görevlerinden birinde, Cerys an Craite’in başa geçmesi için ona yardımcı olmak isterseniz, bir bebeğin ocağa atılmasını içeren bir göreve doğru yol alıyordunuz. Burada da Hym isimli, insanların suçluluklarından beslenen bir çeşit şeytani ruh ile mücadele etmeniz gerekiyordu. İki seçeneğiniz vardı, ya Cerys’in planına uyup, yaratığın dadanmış olduğu Yarl Udalryk’ten daha pişman ve suçlu hissedeceğiniz bir başka eyleme girişecektiniz ya da doğrudan Hym’i ortaya çıkartıp savaşmaya çalışacaktınız. Bu bahsi, henüz oynamayanlar için ne kadar mantıksız gelse de Cerys’in yolunu takip etmenizi tavsiye ederek kapatıyorum zira tekrar Voleth Meir’e dönmem gerekiyor. Göründüğü kadarıyla Voleth Meir’in varoluş şeklini, oyunda yer alan bu Hym isimli yaratığa oldukça benzer şekilde kurgulamışlar, sadece suçluluk ve pişmanlığı, acı ve üzüntüyle değiştirmişler ki zaten ikisinin birbirini takip ettiğini de kolaylıkla söyleyebiliriz.

Bölümün son sahnesinde ise ekranın başında kendini tutamayarak “Neden ayrılıyorsunuz!” şeklinde bağıran Deniz’e varıyor; Voleth Meir’in witcherlar tarafından hapsedildiği kulübesinden, kendisini neredeyse bin yıl sonra bulan üç büyücü kadın aracılığıyla hem Fringilla hem de büyük oranda bebeğini kaybeden Francesca’nın acısıyla yeterince beslenerek kaçarken görüyoruz. Voleth Meir serbest kalıyor ve doğrudan, Yennefer sayesinde ulaştığı Cirilla’nın bedenine giriyor. Ah be. Kıta’nın en güçlü kaynağı olan manevi kızın, bir drama kraliçesi ozana emanet edilir mi be Witcher?

Böylece Voleth Meir, Ciri’nin bedeni içerisinde, en başında kendini hapseden witcherların evine, yani iki bölüm önce Geralt ve Istredd Cintra’daki yıkılan monoliti araştırırken, Dol Durza esnasında Kaynak’a ve Kaos’a erişmesiyle açık edilen Kaer Morhen’deki monolite doğru yola çıkıyor ve bölümü kapatıyoruz.

Son tahlilde yedinci bölüm, Ciri’nin büyü kullanımına fazlaca itiraz ettiğim ancak erken de olsa mekânda, anlık olarak hareket edebilme gücünü görmemize vesile olan, bir yandan da cücelerin katılacağı olası bir yolculuğa kapı açması ve Jaskier’in bayıldığım nehir sahnelerini gözlerimize sunmasıyla genel olarak beğendiğim bir bölüm oldu.

Siz bölümü beğendiniz mi? Kalan son bölümde, sizce bütün hikâyeleri bağlayabilecekler mi? Anlaşılmayan yahut eksik kalan yerler varsa zaten yazacağınıza güveniyorum, yorumlarda buluşalım.

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

1 Comment

  1. Anlatım tarzınız çok güzel. Kitapları henüz okuma fırsatı bulamamış olsam da anlatımınız sayesinde olay örgüsünü çok daha iyi anlayarak bağlantıları kurabiliyorum. Dizi incelemeniz için teşekkür ederim, emeğinize sağlık 🙂

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.