Netflix’in The Witcher dizisi, ikinci sezonuyla izleyiciyle buluştu. Eh, benim de asli görevlerimden bir tanesi Witcher hakkında yazmak olduğu için, hız kesmeden Kaer Morhen ismini taşıyan ikinci bölümün incelemesinin başına oturdum. Eğer sizler de dizinin ilk iki bölümünü izlediyseniz ve şurada yer alan ilk bölümle ilgili yazıyı okuduysanız, her şey hazır demektir.

Sezonu açtığımız ilk bölümün bitişinden sonra artık Witcher serisinin ilk iki kitabını teşkil eden hikâye koleksiyonlarını geride bırakıp, tamamen romanlara giriş yapıyoruz. Yani buradan sonra yolumuza, ilk roman Elflerin Kanı (Blood of Elves) ile devam edeceğiz. İkinci bölümün adı Kaer Morhen ve hepimiz, bunun ne anlama geldiğini biliyoruz. Fakat oraya gelmeden önce, bölümün anlatımına sadık kalalım ve biz de yazımızı, bu sefer iki cepheden kurgulayalım isterim. Başlıkta yazıyordu ancak gene de uyarmış olalım; incelemeleri, bölüm dâhilinde yer alan olaylar için hem dizi hem kitaplar hem de yeri gelirse oyunlar açısından katırlar yüküyle spoiler yazacağım. Sonra “Duymadım, haberim yoktu”, demeyin. Ama şu açıdan rahat olabilirsiniz; bölüm bölüm gidiyoruz. Yani, her ne kadar diziyi tamamen bitirmiş olsam da yazının ait olduğu bölümün ilerisi hakkında herhangi bir şey yazmayacağım. Bu da henüz ikinci sezonu tamamlamamış olanlar için spoiler kaygısına gerek yok demek.

Yennefer ve Fringilla

Geçtiğimiz bölümde bu ikiliyi, aralarında ilk sezonun ikinci bölümü Dört Altın’da tanışıp sonrasında da Nightmare of the Wolf animasyonunda gördüğümüz Filavandrel’in de bulunduğu elfler tarafından esir alınmış şekilde bırakmıştık. İkinci bölümü de buradan açıyoruz. Daha doğrusu bölüm, Yennefer’in Geralt ve doğmamış kızlarıyla yaşadıklarını gördüğü bir rüyayla açılıyor ama olsun, neticede rüyayı, baygın şekilde esir alındığı karavanda görüyor. Hem kafa karıştırıcı hem de sonundaki alev alan beşik sahnesiyle şok edici olan bu rüyaya, bölümdeki başka bir cepheye geçtiğimizde tekrar döneceğim. Ancak şimdi bu rüya aracılığıyla kitaplarda olmayıp diziye eklenen çok büyük bir şeyden bahsetmemiz gerekiyor.

Yennefer ve Fringilla, elflerin de belirli cevaplar bulmak için toplanmış oldukları, eski harabelerinden birinin bulunduğu kampa getirildiklerinde bu rüyanın, üçüncüsü, diziye bu bölümle dâhil olan dünyanın en güzel kadını, Vadili Papatya Francesca Findabair olduğu üç kadın tarafından da ortak şekilde paylaşıldığını öğreniyoruz. Bu noktada konuyu çok dağıtmadan: Francesca ile Yennefer’in tanışmamış olması dizinin eklediği bir şey, kitap serisinde bu kadını tanımayan büyücü yok sanırım, onu belirtmek istedim. Ayrıca hem kitapları okuyanların hem de üçüncü oyunu oynayanların da bildiği üzere Francesca bir süre Aretuza’nın müdireliğini de yapıyor.

Heh, paylaşılan rüyalar diyorduk. Bu rüyaların senaryoları üç kadının arzularına göre değişse de sonunda ortak bir motife bağlanıyorlar ki bu motif de sonunda, onlara yol göstermek için gelen biri kırmızı, biri siyah ve diğeri de beyaz cübbeli figür. Yennefer ve Fringilla bu kolektif rüyayı kullanarak esaretten kurtulmak için yollar arıyorlar. Fringilla’nın yolu, Yennefer’e göre daha fazla bariz tabii; devamlı olarak göze parmak birtakım politikalardan ve eminim ki kim duysa, deli saçması gelecek bir Beyaz Alev’den geçiyor. Yennefer ise hem elf kimliğini vurguluyor hem de önceki sezonda elf kralı olarak bıraktığımız Filavandrel’in artık bir elf kraliçesi söz konusu olduğu için kaybettiği konumunu kullanmaya yönelik hareket ediyor. Filavendrel’e dair bu bilgiyi de bir yalancı ozanın, “Dünyanın Sonu” isimli şarkısından hatırlıyor. Hem kitap serisinin bir gerçeği olarak Jaskier’in şarkılarının dilden dile dolaşmasına hem de kendi içlerinde anlattıkları hikâyeye gönderme yapmalarına bayıldım.

Frencasca’nın elfleri kurtuluşa götürecek bir yol arayışında, bu kolektif rüyanın aracılığıyla hikâye bizi, kitaplarda olmayan ama evrene eklenen Deathless Mother isimli bir varlığa götürüyor. Kitaplardaki lore içerisinden buna yakın olarak gösterebileceğim tek şey, aslında bir dizi çift yumurta ikizlerini ifade eden ve Ciri’nin de aralarından birinin soyundan geldiği yahut belirli bir lanet sebebiyle kanının etkilendiği Houtborg Üçüzleri. Fakat bu da çok uzak ve şu an için aşırı yoruma giren bir bağlantı noktası açıkçası.

Üç farklı yüzü olan bu kadın figürü, Witcher uyarlamaları içerisinde kalırsak, üçüncü oyundaki Velen arkında gördüğümüz Ormanın Cadıları’nı; yok, eğer oyunları hiç katmayalım dersek de Ormanın Cadıları’na da esin kaynağı olan Hekate’yi de anımsatabilir sizlere. Hekate tanıdık ve mantıklı bir açıklama fakat bence Witcher’ın gerçek dünya masallarını ters yüz etmeyi sevdiğini bildiğimiz için, bu her iki “orman cadısı” imajını, bölümde Fringilla’nın çocukluğundan hatırladığı masal ve kulübe ile birleştirirsek daha ziyade Hansel ile Gratel’e de varacağızdır. Hangisi ya da hangileri olduğu tek başına o kadar da önemli değil çünkü bu gibi figürler gerçek dünyada da hep birbiri ardına gelirler.

Gerçek dünyamızı bırakıp bu figürün evren içerisindeki kullanımına gelirsek daha önce de ifade ettiğim gibi, kitaplarda yer almayan bu yeni güç, üç kadına da kendi arzuları dâhilinde şeyler vaat edip, onlara uygun bir görünüme bürünüyor. Fringilla için, karanlığı temizleyen ve dünyadaki zulmü bitiren Beyaz Alev o siyah cübbenin altındaki; Francesca için ise beyaz cüppesiyle elfleri kurtuluşa götürecek olan ve evrenin yok olup yeniden doğuşu üzerine söylediği kehanetiyle meşhur, Ithlinne. Yennefer’inki ise Geralt ve beraber sahip oldukları çocuklarıyla birlikte bir hayatı gösteren, tanımadığımız, daha genç bir kıza benziyor. Harabeye girip kulübeye dair, belli ki bir çocuk tekerlemesinden alınmış olan büyülü sözleri söylediklerinde bu üçlü figür, üç farklı görünümünde, üç kadına da isteklerine kavuşmalarının yolunu gösterebileceğini vaat ediyor.

Bu nokta da bizi üç yeni hikâyeye gönderiyor. İlk olarak Francesca’nın hamile olduğunu öğreniyoruz ki bu bilgi, Kıta’daki elflerin kısırlıkları sebebiyle çok önemli. Daha önceki çocuklarını kaybeden Francesca’nın çocuğunun yaşaması ve elflerin eski konumlarını kazanması için Francesca’nın Ithlinne kılığındaki bu figürden bir dilek dilemesi gerekiyor. Karşılığında ise Ithlinne ona, elflerin çok uzun zamandır dağlarda, mağaralarda kaldıklarını ancak şimdi, insanların arasında yaşamayı öğrenmeleri gerektiğini söylüyor. Fringilla, Beyaz Alev’e hizmetinin üzerinde duruyor, Nilfgaard’ın hem insanlara hem de insan olmayanlara barış getireceğine inanıyor. Karşılığında Emir kılığındaki bu figür de ona, Kuzey Krallıkları’nı dize getirebilmek için Kıta’nın ormanlarını, dağlarını bilen sakinleriyle iş birliği yapmasını söylüyor. Böylece elf kraliçesi Francesca ve Cahir’in yokluğunda rütbesi yükselen Fringilla aracılığıyla Nilfgaard ile elflerin iş birliği yapması sağlanmış oluyor.

Yennefer’in görüsünün sonuçları ise biraz daha karışık. Çünkü onun, eline vurulan dimetrium prangalardan kurtulsa dahi büyü yapamadığını öğreniyoruz. Kaos’un tehlikesinden ötürü yasaklanan ateş elementine başvurduğu için, büyü gücünü kaybetmiş. Genç kız figürü, kendinden istemesi şartıyla kendinden alınan gücüne ve hâliyle en çok istediği şeye kavuşması için ona da yol göstereceğini söylüyor. Yennefer ise diğer iki kadının aksine bu teklifi kabul etmiyor. Güçlerini kaybeden Yennefer’i bölümün sonunda Fringilla’nın yol göstermesiyle Güney’e, Nilfgaard’a doğru giden elf kafilesinin arkasından güçsüz bir şekilde bakarken, hatta bana biraz komik gelen, yağmurun eşlik ettiği koşma, düşme, tekrar koşma, bağırma sahneleriyle cebelleşirken bırakıyoruz.

Geralt ve Ciri

İkinci cephemiz olan Geralt ve Ciri cephesinde, tertemiz bir şekilde Kaer Morhen’e varıyoruz. Gördüğümüz Kaer Morhen’in oyunlardakine ne kadar benzediğini benim açıklamama gerek yok, sizler çoktan gördünüz. Kaleye yaklaşırken Geralt, Ciri’ye en son saydığında yirmi kadar witcher olduklarını söylüyor, bu hem oyunlarda hem de kitaplarda gördüğümüzden çok daha fazla bir sayı fakat en son saydığımda dediği ve o arada belli ki her kış gibi, bazı kayıplar yaşanmış olabileceğini de akla getiriyor.

Kim Bodnia’nın Vesemir’i, Paul Bullion’un Lambert‘i, Yasen Atour’un Coen’i ve en sonunda, bir leşen ile savaşından henüz çıkmış olan Basil Eidenbenz’in Eskel’iyle tanışıyoruz. Burası bir baba ve evlatlarının buluşma sahnesi, herkes birbirini kucaklıyor, dönüp bir-iki laf sokuyor, sonra yine kucaklıyor falan. Bu kadar witcher’ı bir arada görmek ve onları izleyen Ciri’ye bakmak, serinin hayranı olarak beni mutlu ediyor tabii. Fakat witcher’lar bir taraftan Ciri ile ilgili sorular soradursun, bir taraftan da Geralt, Ciri’ye orada kaldıkları süre boyunca yapacakları şeyleri, Eskel’in öldürdüğünü söylediği leşenin bir dalı üzerinden anlatadursun, ortada garip bir şeyler var. Bu garip şeylere geçmeden önce Ciri’nin Kaer Morhen’de kendisine seçtiği odanın, Yennefer’in rüyasında gördüğü oda olduğunu ekliyorum, buraya döneceğim demiştim hem sözümü tuttum hem de Yennefer’in en çok istediği, arzu ettiği şeye nasıl kavuşacağını da biraz önden anlatmış oldum bence.

Gariplik diyorduk. Eskel, önce Kaer Morhen civarında yıllardır rastlanmayan bir leşen ile karşılaşmış, sonra onu nasıl öldüreceğini tam anımsayamamış, sonra da acılar içinde olmasına rağmen yakınlardaki bir genelevden, bir sürü kadını tutmuş, Kaer Morhen’e getirmiş. Bunlar, bölüm boyunca garip olan şeylerdi. Neticesinde ise Eskel’in genel itibariyle ters ve kötü ruh hâlinin arkasında ne olduğunu çok geçmeden öğreniyor ve söz konusu leşenin normal bir leşen olmadığını, kavgalarının ardından Eskel’in içerisinde bir parça bırakmış olduğunu anlıyoruz. Bu kısımlarda Nightmare of the Wolf animasyonuna bolca gönderme var, onu izleyenler için çok daha anlamlı gelecek olanlar.

Leşen, Eskel’i tamamen ele geçirdiğinde, Vesemir ve Geralt’a sırt sırta verip savaşacakları bir sahne yaratılmış, hepimiz fazlasıyla mutluyuz bundan. Hemen sonrasında ise artık leşene dönüşmüş bir Eskel’in, Vesemir’i öldürmeye çok yaklaşmasıyla Geralt’a bir ehvenişer ânı daha verilmiş. Geralt da bu ânı, bence harika bir igni kullanımıyla değerlendirip, Vesemir’i kurtarmayı tercih ediyor. Bizler de Eskel’e böylece veda ediyoruz.

Burasıyla ilgili bir sürü itirazım var. Ehvenişer meselesi, herhalde Witcher serisinden haberdar olan herkesin aklına kazınmış bir mesele ama sırf bunun için, Eskel gibi bir karaktere bu kadar erken veda etmekten biraz mutsuzum. Bir de bu karakterin oyuncusu, çekimler salgın sebebiyle sarktığı için iki kere değişmişti, bunun için miydi diyorum kendi kendime. Hatta bence, Vesemir’i kurtarmak için bir tane başka hamle de denenebilirdi. Tamam, bir kitap-sever olarak Eskel’i izleme isteğimi bastırıp, biraz daha nesnel bakmaya çalıştığımda bile henüz Geralt ile aralarındaki ilişkiyi tam yerine oturtamayan bir izleyici için, olayların böyle gelişmesinin ve sayılan yirmi rastgele witcher yerine neden Eskel’in seçildiğinin anlaşılır olmayabileceğini düşünüyorum. Fakat bu bahsi daha fazla da uzatamayacağım çünkü hemen sonrasında Ciri, Geralt’a sarıldı; böyle olunca ben her şeyi unuturum. Oyunlarda “Ciri’ye sarıl” diye bir komut olmamasına aşırı üzülen biriyim; benim zayıf noktam burası dostlar, siz bensiz devam edin.

Genel itibariyle itirazlarıma rağmen beni mutlu eden bir ikinci bölümdü. Kitaplarda yer alan ve almayan bir sürü yeni unsur katıldı hikâyemize. Nilfgaard ile elflerin iş birliği için Ölümsüz Ana diye bir varlığın ortaya atılmasına gerçekten ihtiyaç var mıydı, eklenen bu varlık neye hizmet edecek? Yennefer’in güçlerini kaybetmesi bizi nasıl bir hikâyeye sürükleyecek, başka yeteneklere mi gebe bu hikâye veya ertesi bölüm bu güçler geri kazanılacak ve oyalandığımızla mı kalacağız? Yoksa hem Deathless Mother hem de Yennefer’in gördüğü rüyadaki odanın mahiyeti, bir şekilde Ciri’ye mi bağlanacak? Sizin bölümle ilgili ehvenleriniz ve şerleriniz neler?

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.