Sonunda geldi çattı: Genç kızların sevgilisi, samimi erkeklerin idolü Onbirinci Doktor’a veda ettik, Oniki’yle tanıştık. Fakat bunu Onbir’le tanıştığımız bölümün aksine geçmişle bağları soluk bir bölümle değil, hem tematik hem de konu açısından eskiyle pek sıkı fıkı bir bölümle yaptık. Büyük ihtimalle bilinçli olan bu tercihin sebeplerini ise, spoilerdan arınmış tutmamız gereken bu giriş paragrafından sonra, görselin hemen ardından anlatmaya başlayacağız.
Onbir’in ilk bölümü, beşinci sezonun başı, neredeyse tamamen eskiyle bağımsız bir Doctor Who portresi çiziyordu. Yeni yüzüne henüz kavuşmuş Doktor yeni yandaşıyla ilk defa karşılaşıyor, zaman mekan karmaşaları sayesinde bir anda hayatını değiştiriyor, bir sürü maceralara giriyordu. Daha sonraki bölümlerde ve sezonlarda geçmişe göndermeler ve bağlar bu bağlantısızlığı nispeten tamir etse de Onbir’in döneminin büyük bir kısmı kendi içinde bir bütündü ama diğer doktorlardan ayrı duruyordu. Kaptan Jack ile Onbir’i karşı karşıya görmek isteyip de hüsran üstüne hüsran yaşayan Doctor Who severler bunu iyi bilirler.
Oniki ise hem Onbir’e, hem modern sezonlardaki diğer doktor ve maceralara selamını çakıyor, üstüne üstlük bir de klasik döneme bolca atıflarla, göndermelerle, ve ortaklıklarla başlıyor bu yeni döneme. Daha önce güzelce işlenmiş pek çok modern tema daha ilk bölümden kendini gösteriyor. Blink’ten kalma hareket-yapma-hareketin-allahını-görürsün aktiviteleri, The Girl in the Fireplace’te de gördüğümüz kendini insan parçalarıyla tamir eden robotik arkadaşlar, dinozor koşturmacasıyla başlayan macera, karakter olarak da Vastra, Jenny, Strax ve hatta Clara, hiçbir şeyin değişmediğini, zamanda ve mekanda koşturmacaya aynen devam ettiğimizi bize açıkça veya gizliden gizliye anlatmaya çalışan unsurlar. Modern Who’dan tanıdığımız bu temaların yanında klasik dönemden de bildiğimiz yalnızlık teması, ve klasik ya da modern herdaim yanımızda olan “Doktor’un prensipleri” meselesi de oldukça tanıdık.
Bunları Doktor’un yeni kişiliğini göz önüne alarak düşününce, en azından bir kısmının kasıtlı olarak ilk bölüm için seçildiğini düşünmemek elde değil.
Oniki, ciddi. Çok ciddi. Yine yaramaz bir çocuk edasıyla oradan buraya kaçsa bile, artık çok daha ağır bir havası var. Her zaman karakterini süslemiş o ortamda egemen eleman olma isteğine, işini bilir, gücünün farkında bir inatçılık eklenmiş. Sizi tehdit ederse dediklerini yapacağından emin olabilirsiniz. Bu yüzden Onbir’e oranla çok daha karanlık ve biraz da ürkütücü biri Doktor artık. Yaşlı yüzü ve sert tavırlarıyla da bunu sergilemekten çekinmiyor.
Bu noktada, bölümde Madam Vastra ile Clara arasında geçen tül merkezli diyalogdan bahsetmek gerek. “Ben bu tülü başıma neden geçiriyorsam, Doktor da yüzünü o yüzden takıyor” diyor Vastra, ve Oniki’nin bu yeni halinin aslında Doktor’un kendini dünyaya çok daha doğrudan göstermek için takındığı bir tavır olduğundan söz ediyor. On ve Onbir’den aşina olduğumuz ve çok sevdiğimiz, iyicil, şapşal ve eğlenceli adam yine aynı adam – ama gücünü saklamaktan, sahne performansından sıkılmış artık. Kırk yılda bir gördüğümüz, Pandorica’nın üstünde durup bütün uzaya meydan okuyan, Family of Blood’daki tiradıyla yürek titreten o Doktor’u artık daha çok göreceğiz anlayacağınız.
Peter Capaldi’nin aynı sertlikte bir konuşmayı çok daha yalın ve gündelik bir tavırla yapabilecek seviyede bir oyuncu olduğunu da bu bölümde gördük. Bölümün muhtemelen en önemli, en vurucu sahnesi olan Doktor’un evsizle muhabbet edişi, bu muhabbet sırasında da bir yandan da varoluşsal dertlere gark oluşu buna en iyi örnek. Doktor’un neden dönüştüğünü değil, neden bu adama dönüştüğünü dert ettiğini; “neden bu yüz, neden bu hisler, neden bu tavırlar, neden şimdi“ gibi soruların cevabını merak ettiğini görmek, gizem kapısını aralamak, uzun süredir adamakıllı görmediğimiz bir şeydi. Ve en nihayetinde, robotiklerin baş amcası arkadaşımız yükseklerden aşağıya kendisi mi atladı, Doktor mu itti, hala bilmiyoruz.
Sonuç olarak, tüm bunlardan da çıkarabileceğimiz gibi, Doktor’un temel vasıfları pek yerinden oynamamış olsa da, hem Doktor’un kendisi hem de etrafındakilerle ilişkileri bakımından kayda değer büyüklükte bir değişime şahit olduğumuz ortada. Dizinin anlatımı da daha yavaş, daha ağırbaşlı, daha ihtiyatlı artık. Bu yüzden dizinin bu değişikliklere rağmen aynı rayda gittiğini izleyiciye gösterebilmesi için eskiyle bağları sıkı, paralellikleri bol bir öyküyle sezona girişmesi çok normal.
Doctor Who ile veya spesifik olarak sekizinci sezon ve yeni doktor ile ilgili söylenebilecek şeyler bunlarla sınırlı değil belki, fakat ilk bölümün arkasından konuşulacak en anlamlı şeyin doktorun geçirdiği değişim olduğunu düşünerek ona odaklandım. Henüz dizinin seyriyle ilgili pek bir şey söylemedik. O ve daha fazlası da haftaya, bir sonraki bölümle birlikte artık.