Denis Villeneuve imzalı Dune filminin ikinci kısmının Hollywood’da devam eden grev sebebiyle 2024’e ertelendiği haberini almıştık. Tabii hem kült bir eser oluşu hem gişedeki başarısı sebebiyle bu erteleme film hakkındaki konuşmaların durması anlamına gelmedi, hatta henüz ikinci film çıkmadan üçüncü filmi dahi tartışmaya başladık. Villeneuve’ün ilk ikisini doğrudan ilk kitabı bölerek uyarladığı, üçüncüsü ise ikinci kitabı anlatacak olan bu filmleri bir üçleme olarak kurguladığını uzun zamandır biliyoruz fakat kitap serisi burada sonlanmıyor, malum. Dolayısıyla hayranlar bu beyaz perde macerasının da üçleme ile sonlanmasını istemiyorlar, yeri geldikçe Villeneuve’e de kalan dört kitabın akıbetini soruyorlar; Villeneuve de her seferinde hikâyesini burada sonlandırması gerektiğini belirtiyor.

Yönetmen geçtiğimiz günlerde Empire’a, Dune Mesihi’nden sonra hikâyenin beyaz perde için fazla ezoterikleştiğini söyleyerek, böyle düşünmesinin arkasındaki sebebi açıklamış. Villeneuve, Dune Mesihi’nin Paul Atreides’in insanlar tarafından bir kahraman olarak algılanmasına tepki olarak yazıldığını ve kendi uyarlamasının da buna daha yakın olduğunu söylüyor ve Dune Mesihi ile Paul’un olduğu gibi kendisinin de Arrakis’teki serüveninin, kitaplar ezoterikleşmeden önce son bulacağını vurguluyor.

Villeneuve’ün Dune filmini bayılarak izlemiş ve üçleme fikrine çok da soğuk bakmayan biri olarak dile getirdiği problemi mantıklı buluyorum. Bir de ayrıca işini çok iyi yaptığında hemfikir olabileceğimiz bir yönetmenin kendi vizyonu bu şekildeyse diretmenin de manası olmadığını düşünüyorum. Fakat haber üzerine yorum yapan kaynaklardan birini okuduğumda bu ezoterikliğin aslında sinemayı ve ana akımı dönüştürebilecek bir fırsata gebe olabileceğine yönelik, yeni bir bakış açısı kazandım diyebilirim o yüzden sizlerle bunu da paylaşmak isterim:

Şurada Villeneuve ve Dune serisinin geleceği üzerine yorum yapan David Crow, temelde hikâyenin filmlerle hikâyeye giriş yapanlar nazarında Paul Atreides ile ilgili olmadığını öğrenmeyi nasıl karşılayacaklarının bir sorun olduğunu, bu sorunu da daha sonrasında Aliya’nın tüm serüveni başta olmak üzere Dune Çocukları ile ikizlerin insanı rahatsız eden zekaları ve soğukluklarının izleyeceğini vurgulayarak, filmlerin devam etmesinin ana akım izleyici için pek iyi olmayabileceğine katılıyor. Benim asıl ilgimi çeken yorumu ise şu oldu: Warner Bros. franchise‘ı devam ettirmek için Villeneuve vizyonlu ya da onsuz, hikâyeyi ana akıma uydurmaya çalışırsa ortaya gerçekten de Mısırın Çocukları gibi derinliği olmayan filmler çıkabilir fakat doğru ellere teslim edersek, yeni bir Regan MacNeil ve The Exorcist’imiz olabilir.

Bir cephesiyle bizzat Dune’dan esinlenilen Star Wars da nesillere yayılan bir hikâyeyi, farklı çağlarda yaşanan hikâyeleri anlatıyordu; seyirci de artık bir dünya multiverse hikâyesi gördükten sonra başkahramanın değişmesi gibi konseptlere çok uzak değil. Ayrıca “elevated horror” dediğimiz tür de aranan olmakta bayağı gelişme kaydetti; din, kehanet, psikoloji, sosyoloji, yazgı, irade, politika, ekoloji ve daha pek çoğunun iç içe bulunduğu bir eser için, özellikle de kitap serisinde karakterlerin kararlarının ve yaşadıklarının çoğunlukla bilinçdışı bir düzlemde gerçekleştiğini göz önünde bulundurursak, daha iyi bir tür bulamayabiliriz sanırım.

Bu türden bir ivme Villeneuve’ün aklında olmasa da tarzına cuk diye oturacaktır bence ve zaten Midsommar gibi örnekleriyle kendi takdirini toplayan yakın tarihli yapımlar varken; eh, biz de Villenueve için başından sona kadar bir ana akım yönetmeni diyemeyecekken neden klasik bir kahraman üçlemesine sıkışıp kalalım? Warner Bros. gişeler için bunu isteyebilir fakat o başka alternatifi bulabilen bir sinema için… Siz ne dersiniz?

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

2 Comments

  1. Göksu Gün Alioğlu Reply

    Denis Villenueve hakkında ne düşüneceğimi bazen bilemiyorum doğrusu. Hem bilhassa bilimkurgu ve polisiye konusunda ona gerçekten güveniyorum hem de bazı ifadeleri beni hayal kırıklığına uğratıyor. Dune özelinde konuşacak olursak benim derdim serinin en fazla üçleme olarak kalacak olması değil. Hatta bazen bazı kült eserlerin uyarlamalarının yapılmaması daha sağlıklı ve hayırlı olabilir. Ancak neden Villenueve serinin geriye kalan filmlerini çekmeyi pek planlamadığına bahane olarak geriye kalan dört kitabın fazla ezoterik oluşunu gösterdi anlamadım. Tek düzgün açıklaması bu mu yani? Bu Dune. Tabi ki de ezoterik olacak. Böyle yazılmış zamanında. İlk roman bile spekülatif kurgu için dahi oldukça ezoterik. Dune’a spekülatif kurgu edebiyatında klasikler arasında yer açan ve onu nevi şahsına münhasır kılan özellik de bu zaten. Frank Herbert en beyin yakıcı ve deli saçması gibi görünen ağır gariplikleri bile ustuplu dili ve kendi içinde tutarlı ve gerçek dünyamıza çok fazla gönderme barındıran argüman ve karakterleri sayesinde ciddiye alabilmememize olanak veren bir biçimde işliyor. Bu da edebi olarak orijinal ve kıymetli olmasının sebeplerinden biridir bence. Zaten tüm o ezoterik ve sindirmesi zor tuhaflıklar işi ilginç kılmak için konulmuş süsler. Onları toplayıp attığımızda gerçek geçmişimize, şimdimize ve geleceğimize ait mesajlar çıkıyor. Zaten Herbert’ın amacı da buymuş anlaşılan seriyi yazarken. Okuyucuyu kurgu kisvesi altındaki iyi bir öyküyle gerçeklerle yüzleştirmek. I will face my fear, I will permit it to pass over me and through me hesabı. Tolkien’in aksine escapist değil (bu Tolkien’e yönelik olumsuz bir eleştiri değil). Ursula K. Leguin gibi. Zaten ikisi de aynı dönemin yazarlarıydılar. Yine de bence Children of Dune uyarlamasını iki part ya da bir tane uzun part halinde yapmalı Villenueve. Çünkü aslında Paul Atreides’in arc’ı (tabi ki de bildiğiniz gibi yalnızca onun değil, daha pek çok önemli ana karakterin arcları) üçüncü romanın sonunda tamamlanıyor. Paul’ün karakter arc’ı üç dönemden mürekkeptir. Onlar da anlayacağımız üzere şunlar:

    1) Paul the Heir (Dune’un ilk kısmı ve ikinci kısmında Müeddib adını alana kadarki bölümler)
    2) Muaddib (Dune’un ikinci kısmında Müeddib adını aldıktan sonraki bölümler, üçüncü kısım ve Dune Mesihi’nin tamamı)
    3) The Preacher (Dune’un Çocuklarının tamamı)

    Dolayısıyla Denis Villenueve’un ileri sürdüğünün aksine Paul Atreides’in arc’ı Dune Mesihi’nin sonunda bitmedi. Sadece o ana kadar bildiğimiz arcları topyekün bir kapanışa ulaştı ve onların yerine yeni bir evre başladı karakter arc’ında. Lakin yine de karakterin ruhunun ve bedeninin materyal alemden çekilmesi tamamına erdi Children of Dune’da. Yoksa tarihsel belgelerde ve bazı insanların hafızalarında Paul Müeddib Atreides Kwisatz Haderach’ın anısı sürdü gitti. Birtakım gruplar ona tapınmaya devam ettiler. Pek çok insan da onun adını kötülük ve diktatörlükle birlikte ağızlarına aldılar. Binlerce yıl içinde iyice metalaştı ve bir birey hariç kimse onu bir zamanların insan ve adam Paul’ü olarak hatırlamaz oldu. Yani karakter hiçbir zaman tamamen özgürleşemedi ve mirası asla huzura eremedi. İsmi ve yaptıları tarihe çok tatsız yazıldı adı ve mitolojisi tuhaf fantazilerle harmanlanıp çorbaya döndü. Kardeşi Alia’nın Dune Mesihi’nin en sonunda öngürdüğü gibi Paul bir şekilde sonsuza dek yaşadı. Ancak yazarın kurguladığı kadarıyla anlayacağımız üzere iyi yaşamadı.

    Ayrıca yine bildiğiniz üzere üçüncü roman Dune’daki en önemli kavram olan Altın Yol’un ne olduğu hakkında açıklamanın yapıldığı ilk kitap. Altın Yol, Herbert’ın seri boyunca eleştirdiği siyasal dincilik ve karizmatik liderlere sorgusuz bağlanma gibi baş meseleleri da içine alan ve bu meselelerin en temel çıkış sebebinin ne olduğunu açıklayıp buna alternatif çözüm yolları sunarken sundum mu acaba diye bir de kendini sorgulayıp topu bize atan muazzam bir sosyolojik, psikolojik, ekolojik, biyolojik, teolojik, politik, felsefik, tarihsel ve kültürel bir kavram. Kısacası Dune serisinin her şeyi, kalbi ve beyni. Herbert zaten “When I Was Writing Dune” isimli yazısında daha ilk roman Dune bitmeden Messiah ve Children’ın bazı bülümlerini yazıp bitirdiğini şöyle açıklamıştır:

    “It surprises me. I did not expect it. I didn’t expect failure either. It was a work and I did it. Parts of Dune Messiah and Children of Dune were written before Dune was completed. They fleshed out more in the writing, but the essential story remained intact. I was a writer and I was writing. The success meant I could spend more time writing.” (kaynak: https://www.flickr.com/photos/brewbooks/5099579192)

    Yani muhtemelen Altın Yol kavramı en başlardan beri yazarın kafasının içinde dönüp duruyordu. Gerçi Altın Yol’un tam anlamını Frank Herbert’ın anlatmak istediği gibi izleyiciye kavratabilmek için God Emperor, Heretics ve Chapterhouse da uyarlanmalı ancak God Emperor’dan sonraki romanlardaki konuların üzerine son yirmi senedir Brian Herbert ve Kevin J. Anderson “prequel ve sequel romanlarımızla nasıl da kendi kafamıza ve zevkimize göre biçimlendiririz bu seriyi” kitaplarının kara lekesi bulaşmış durumda olduğu için son iki romanı uyarlamak çok problem. Hatta sırf bu kekremsi durumdan ötürü The Sisterhood dizisinin Frank Herbert kendi kitaplarındaki lore’a sadık kalma açısından korkunç kötü olacağını, ama pek çok Dune severin bunu fark edemeyeceğini, fark edenlerden de fanatik Brian Herbert ve KJA biatçısı olanların meseleyi sorun olarak görmeyip orada burada seriyi öveceklerini düşünüyorum. Zaten Dune fanbase’i bu iki yazarın keyfi, mantıksız ve patavatsız politakaları yüzünden ikiyez hatta üçe bölündü, daha da bölünecek. Hatta iş daha da feci olabilir ve Bene Gesseritler Wheel of Time’daki ablaların ve Rings of Power’daki elflerin uğradığı gazaba uğrayabilirler. Dizi tamamen iptal olsa yeridir. Bir Galadriel faciası daha olmasın.

    Tekrar Villenuev’e dönecek olursak, neyden korkuyor? Warner Bros. neyden korkuyor? İzleyici kaliteli ve değişik bir şeyler istiyor aslında hep. Dune serisi de bunun için biçilmiş kaftan. Hem Francis Ford Coppola’nın da dediği gibi sinema risk işi olduğu için bu risk olmadan iyi ürün çıkamaz. Stüdyolar dolar hırsından daha fazla doları kaçırıp bir de ortalığı ortalama ve ortalama altı işlerle dolduruyorlar. Burger King’e döndüler iyice. Villenueve de bazen gereksiz yere bunların ağzından konuşuyor. Üç filme enerjisini ancak verebileceğini ya da henüz Messiah’dan ötesi için bir plan yapmadığını falan söylese o zaman eyvallah derim. Ancak roman serisi Dune’u roman serisi Dune yapan ve gerçekten daha önce pek görülmemiş orijinallikte bir film serisinin çıkabilmesi için gerekli olan ezoteriklikten bir engelmiş gibi bahsetmesini çok yanlış buldum. Film çekmenin dünyadaki en zor işlerden biri olduğunu ve Dune serisinin filme uyarlanması en zor eserlerden biri olduğunun farkındayım. Fakat günümüzün imkanları içinde dikkat, kararlılık, azim, ciddiyet, mantık, disiplin ve sevgi eksik olmadığı müddetçe sinemanın tam teşekküllü bir biçimde sunamayacağı şey yok.

  2. Emin Özdenvar Reply

    İçine sinerek yapamayacağı için, hiç yapmak istememesi güzel bir duruş. Bana Nolan’ın Batman’den sonra bir daha süper kahraman işine bulaşmamasını hatırlattı. Kafalarında bir baş,orta, son var ve devamını da istemiyorlar. Seriye hakim bir insan değilim ve ilk filmi de beğendiğimi söyleyemeyeceğim ama sonda dediğin “biz de Villenueve için başından sona kadar bir ana akım yönetmeni diyemeyecekken” kısmına hem katılıyorum, hem de katılmıyorum. Evet, tamamen gişe yönetmeni diyemeyiz adama ama artık o ne bileyim bir Yorgos Lanthimos ya da Lars von Trier kadar “çemberin dışında” da değil bence Hollywood düşünüldüğünde. Henüz ikinci filmi izlemedik, o yüzden belki görüşüm değişir ama inşallah bundan sonra orijinal yapımlarla devam eder uyarlama başına geçmek yerine.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.