Ben ömrümün çok ciddi bir kısmını bu filmle ilgili konuşarak geçirmiş gibi hissediyorum. Ben, ki sadece üç yıldır bu projeyle ilgili yazıp çiziyorum; Terry Gilliam’ın neler hissettiğini hayal dahi edemiyorum. Eski Python’lardan olan, Brazil gibi filmlerle adını tarihe yazdıran efsanevi yönetmen tam on sekiz yıldır bu filmin peşinden koşuyor. Bu satırları okuyan bazılarınız bu denli bir ömür yaşamadı.
2000 yılında başrollerinde Johnny Depp ile çekimlere başlayan The Man Who Killed Don Quixote bu süre zarfında bir sinema filminin başına gelebilecek her türlü badireyi atlattı. Başrolü fıtık geçirdi, başka bir başrolü öldü, kanser olan var, seti sel bastı, jet uçakları yüzünden ses kayıtları çöp oldu, finansman kayboldu, finansman geri geldi, en sonunda yeni oyuncularla bu sefer çekilecek diye düşünüldü; orada da dağıtımcı geri bastı ve bir de Gilliam ilk yapımcı ile davalık oldu. Şurada toplamıştık vakti zamanında. Okuyun, gelin.
Bu sene en azından film Cannes Film Festivali’nde gösterildi. Dünya gözüyle izleyen oldu. Ancak kamuya açılamadı, çünkü kamuya açılması için bir filmin Amerika’da da gösterime girmesi gerekiyor. En azından uluslararası çapta düşündüğünüzde durum böyle. Bu da bir türlü olmuyor, olamıyordu. Şükür ki Screen Media duruma el koydu. 2019 yılında da vizyona sokmayı planlıyor. Orada vizyona o tarihte girse, bir süre sonra da illa ki dijitale ya da DVD’ye gelir. Bir yerden bize de ulaşır diye umuyoruz.
Ama bu umudumuzdan da önemlisi, bir ilham hikayesi bu. On sekiz yıl arkadaşlar. On. Sekiz. Yıl. Bir şeyin peşinden koşmak için ne kadar uzun bir süre olduğunu anlamamız mümkün değil. On sekiz yıl o projeyi aklında tutmak, içinde ukdesiyle bulundurmak, defalarca deneyip başarısız olmak, her başarısızlığın çilesini omzunda yarasıyla taşımak… Yapım süreci zaten iki kez belgesel oldu, ama biri illa ki kitap da yapmalı bunu. Muhtemelen de yapacak. Ve korkarım o kitaptan uyarlanan filmin çekimi, Don Quixote’den daha kolay ve sancısız olacak…