Bak;
Valencia’nın başındayım. Sene 2020. Oyun Football Manager 2012. Kariyerime başladığım Glasgow Rangers’ı dördüncü ligden alıp, UEFA kupasının kıyısına getirdikten sonra kapağı İspanya’ya attım. İlk iki sene kupa gelmeyince, homurdanmalar başladı. İş Güvenliği ibaresi yemyeşil yanarken bir anda bozuldu, kızardı. Üçüncü sene Mart ayında lige havlu atılmış, mutsuzluk had safhaya çıkmıştı. Tek umudum Şampiyonlar Ligi’ydi. Çeyrek finalde rakibim, turnuvanın o seneki favorisi Juventus. Ya olacak, ya olacaktı…
Samimi bir şey soracağım. Hayatının bir döneminde Football Manager oynamış kaç kişinin böyle bir anısı var? Football Manager’ın yılı, sürümü önemli değil. Hatta oyunun adı Football Manager olmak zorunda da değil. Sports Interactive‘in çoğumuz doğmadan beridir çıkarttığı ve adı bir dönem Championship Manager olarak gönlümüze işlenen o muhteşem menajerlik oyununa herhangi bir sene, herhangi bir yerde dokunan kimin yok benzer bir ikilemi, dönemeci, virajı?
Ben 2001 ve 2016 yılları arasında on beş sene düzenli olarak Football Manager oynamış bir insan olarak, Football Manager oynamış başka insanlarla çok kere muhabbet ettim. Bu küme her renkten ve yönelimden insanı kapsıyor. Trabzonlu çocuk da var, almış takımını, Gökdeniz hariç herkesi satıp gençleri oynatmış bir sefer. Bar çıkışı lafladığımız adam da var, Barnet’i almış da UEFA Kupası kazandırmış bir gün, onu anlatıyor. Öte yandan İtalyan çocuk var, “Yav ben bir kere Karşıyaka diye bir takım çalıştırdım sizin ülkeden, çok enteresandı…” diye lafa giriyor.
Çok geniş bir insan havuzundan bu konu üzerine hikaye dinleme fırsatım bu konu üzerine. Ve dinlediğim onlarca hikayenin sonunda, şunu net olarak söyleyebilirim size alem-ül geek. Keramet oyunda.
Keramet gerçekten oyunda. Sports Interactive’in oyunun karmaşık ve iç içse geçmiş sistemlerini kurgularken içine kattığı bir tanrı parçacığı var. Sizin için sadece rakamdan oluşan oyunculara, size sadece çakma bir logo ve anlamsız birkaç istatistik olarak sunulan kulüplere oradaymış gibi bağlanmanızı sağlıyor. Bu ne özel bir kod, ne de gizli bir eklenti, sizi oyuna müptela edecek bir çeşit bilinçaltı yönlendirmesi: Bu sadece dahiyane oyun tasarımı.
Şöyle: Oyunun belli başlı sistemleri var. Oyuncuların yetenekleri ve bu yetenekleriyle yapabilecekleri bir sistem mesela. Öte yandan, oyuncuların verilen taktik ve direktiflerle ilişkileri de başka bir sistem. Bu iki sistemin kesiştiği yerde oluşabilecekleri öngören bir üçüncü sistem var. Bunlardan bağımsız olarak hakemlerin bir sistemi var; bu sistem de diğer iki sistem ve onların oluşturduğu üçüncü sistemle kesişerek farklı sonuçlar ortaya çıkartıyor.
Bunlardan genişe çıkıyorsunuz. Antrenman sistemi var, bu oyuncuların yetenek sistemiyle kesişiyor, taktik ve diziliş sistemleriyle de teğet çalışıyor. Scouting sistemi var, hepsinin biraz dışarısında, ama o da kulübün tesis ve fasilitesini ölçüp biçen sistemle paslaşıyor. Bu sistem aynı zamanda, kısmi de olsa, basın sistemiyle birlikte çalışıyor; ki basın sisteminin oyuncuların moral sistemiyle ciddi bir bağlantısı var. Tabii bu moral sistemi, yetenek ve taktik sistemleriyle de el ele gidiyor. Nasıl, okurken kafalar yandı mı?
İşte oynarken yanmıyor. Çünkü çok iç içe olmakla birlikte bunların hepsi mantık dahilinde çalışıyor. Oyuncuya sağ kanatta, içeriye kat ederek oynaması gerektiğini söylüyorsunuz. Oyuncunun pozisyon bilgisi çok iyi değil. Yanlış koşular yapıp forvetin üstüne savunmacı yığıyor. Siz bunu basında eleştiriyorsunuz. Oyuncunun moral düşüyor, onu seven çocuklar da size küsüyor. Dört farklı sistem birbirine değip kompleks denklemler çarpıştırdı, ama her şey daima izan dahilinde.
Sistemler birbirleriyle böylesi mantık sınırları dahilinde iletişim kurabiliyor, kesişiyor ve paslaşıyorlarsa yaptığınız oyunun üzerine hikaye yazmanıza gerek kalmıyor. Çünkü oyununuz zaten koskocaman bir hikaye jeneratörü. Aynı şeyi benzer “sistemler sistemlerle sistemleri yalasın” tipi başka oyunlarda da hissedebilirsiniz. Breath of the Wild, Civilization, Total War ve elbette Minecraft. Bu oyunlarda büyük canavarın prensesi kaçırmasını baştan bir video ile göstermeniz gerekmez.
Oyuncu bir noktada prensesi savunmasız bırakırsa canavar sistemi hareket edip prensesi kaçırma aksiyonunu uygulamaya geçirir zaten. Sonra sizin önünüzde de bir karar anı belirir:
Juventus‘a karşı çift forvetle oynayıp orta sahadan adam eksiltme pahasına hücumda kalabalıklaşmalı mıyım? Yoksa savunma göbeğini üçleyip, uzun toplarla kontra mı aramalıyım?
Çünkü gerçekten akılda kalan hikayeler, sistemlerin bu kararları kendiliğinden ortaya çıkarttığı oyunlardan doğar.