Merhabalar sevgili geekler! “Sosyal medya” başlığı altında dört haftalık yepyeni bir dosya macerası ile karşınızdayız! Eh tabii, geekliği de elden bırakmadan ilerleyeceğimiz bu yolda, sosyal medyanın a’sından girip z’sinden çıkacağımız uzun bir yolculuğumuz olacak, kemerlerinizi sıkı bağlayın. İlk durağımız ise 2018’in en çarpıcı filmlerinden biri olan Eighth Grade.
Tanıştıralım: Baş karakterimiz Kayla. Kendisi, okulundaki yaşıtları tarafından sessiz olarak bilinen, utangaç ve özgüveni düşük biri. Neredeyse tüm film boyunca Kayla’nın kabuğundan çıkmaya çalışma hikayesini izliyoruz. Bu hususta ise filmin en vurucu noktası da, hikaye anlatıcılığı namına gerçekçi çizgisini kaybetmemesi oluyor.
Kayla’nın konfor alanından çıkma çabası, yeni arkadaşlar edinmek için duyduğu istek çok bariz bir şekilde işlenmiş. Karakterimizin sosyal hayatı için bu kadar istekli olması, anksiyete ile karışınca attığı her adım veya kurduğu her cümlenin yanlışlığını görüyoruz. Ancak bunu düşününce dönüp kendi ergenlik çağımı düşündüğümde şunu soruyu sormaktan kendimi alamadım: Benim ergenliğimde kurduğum cümlelerin kaçı anlamlıydı acaba? Kayla’nın yaşıtlarıyla iletişimini izlerken bir yandan ekrana “Ah be kızım!” diye bağırıp battaniyeme gömüldüm; diğer yandan da Kayla’nın yaşadığı stres ve utanma duygusunun inanılmaz derecede tanıdık olmasından dolayı donakaldım. On üç yaşındaki Kayla tabi ki de anlamsız cümleler kuracak, kendini çok rezil olmuş gibi hissedecekti. Çünkü on üç yaşındaydı. On üç.
Konumuz sosyal medyaydı değil mi? Heh, işte şimdi sıra ona geldi. Filmin geçtiği yıl 2017. Haliyle sosyal medyanın filmde önemli bir rolü var. Film, Kayla’nın sosyal medya ile ilişkisini iki yerden ele alıyor. İlk değinmek istediğim konu Kayla’nın günlük sosyal medya kullanımı.
Yukarıda dediğim gibi, Kayla’nın yaşadığı özgüven eksikliği ve utangaçlık aslında çok normal. Bir çoğumuz öyle ya da böyle bu dönemlerden geçtik. Ancak birçoğumuz, sanıyorum ki, Kayla’dan daha şanslıydık; en azından eve dönünce kendimizle, ailemizle baş başa kalabiliyorduk. Kayla ise ergenliğini sosyal medyanın altın çağında geçiriyor. Malum, herkesin her anını paylaştığı yıllardayız. Özür dilerim, düzeltiyorum; herkesin mutlu ve güzel olduğu anları paylaştığı yıllardayız. Gidilen spor salonundan içilen kahveye, tüm hafta sonu kaçamaklarından çıkılan büyük tatillere kadar herkes sosyal medyada kendi şovunu sunuyor. Sosyal medya hakkında en bilinçli olanımız bile en azından bir kez “Herkes benden daha mı iyi yaşıyor ya?” demekten kendini alamıyor bu kapsamda.
Bir de bütün bu sosyal medya çılgınlığının ortasında ergenliğinizi geçirdiğinizi düşünün. Sizin yüzünüzde sivilceler çıkarken şanslı sınıf arkadaşınızın pürüzsüz cildiyle her gün selfie koyduğunu, sizin arkadaşınız yokken sınıfın en popüler kişisinin en yakın arkadaşlarıyla eğlendiğini… Kayla’nın sabah selfiesi koymadan önce özenle makyaj yapmasını, ardından da onlarca hayvan kulaklı filtre arasından birini seçmesini izlerken gözlerinizi devirebilirsiniz. Ancak bunu yapan, daha doğrusu kendini bunu yapmak zorunda hisseden karakter, on üç yaşındaki bir kız. Dış etkenlerden etkilenme olasılığının en yüksek olduğu yaşlarda başkalarına kendini beğendirme üzerine kurulu bir toplumda yaşamanın etkisini, film Kayla sayesinde çok güzel yansıtmış. Hem Kayla bu konuda yalnız da değil, diğer tüm çocuklar da onun gibi film boyunca telefonları başında.
Sosyal medya sadece kendini gösterme yeri değil, aynı zamanda en büyük bilgi kaynağı. Filmin başlangıcında tüm sınıfa zorunlu olduğu bariz olan “ergenlikte vücudumuzdaki değişimler” temalı bir video izletiliyor. Hatırlıyorum da, biz de buna benzer bir etkinlik yapmıştık ortaokuldayken. Ama bizim bu tarzda bilgilere okul veya ailemiz haricinde ulaşmamız düşünülemezdi vakti zamanında. Kayla ise, bu gibi herkesin içinde almak isteyemeyeceği bilgilere gayet internetten ulaşabilir seviyede. Hatta doğrusunu söylemek gerekirse, bundan daha da iddialı bilgilere YouTube sayesinde gayet kolay ulaşıyor. Bu da filme gayet başarılı ve göze parmak olmayacak bir şekilde yedirilmiş. Ha bu arada, YouTube demişken…
Kayla’nın günlük olarak aldığı sosyal medya dozu dışında bir de YouTube kanalı var. Bu kanal sayesinde Kayla’nın olmak istediği kişiyi görüyoruz. Kişisel gelişim temalı videolarının konuları “kendin olmak” ve “daha özgüvenli olmak” gibi; yani tam da Kayla’nın en büyük eksiklik çektiği noktalar. Videolarda da gördüğümüz üzere aslında Kayla, kendinde eksik gördüğü şeylere yönelik tavsiyelerde bulunuyor ve bu konuda da oldukça yerinde bir çabası var.
Bu videolarla bize göstermek istediği şeylerden birincisi, istediğinde gayet konuşkan, dışa dönük ve özgüvenli davrandığını kanıtlayabilmek. İkincisi ise, aslında bu da bir şov, bir çeşit maske. Kayla’yı hiç tanımayıp yalnızca videolarını izleyen biri onu özgüvenli, havalı, çokça arkadaşı olan, konuşkan biri olarak düşünebilsin diye kendisinin sağlamaya çalıştığı izlenim bir bakıma. Anlayacağınız Kayla, videolarında yansıttığı kişiliğini gerçek hayatta da edinmeye çalışıyor bu yöntemle.
Eğer YouTube ve vloglar olmasaydı, Kayla kendi olmak istediği insanı bu kadar rahat ortaya çıkarabilir miydi? Bence bu sorunun cevabı hayır. Kayla, videolarının izleneceğini düşünerek, hatta umarak, her videosunun sonunda izleyenleri videoyu paylaşmaya teşvik ediyor. Herhangi biri, mümkünse sınıf arkadaşları, videolarını izlesin ve Kayla hakkında, Kayla’nın istediği izlenimi edinsinler istiyor. İşte tam da bu arzusu, istediği kişiliği öne çıkarabilmesi için Kayla’yı teşvik ediyor. Filmin sonunda ise Kayla, belki de ilk defa kendine dürüst davranıyor ve “Ben videolarda yansıttığım kişi değilim” deyip kanalına son videosunu ekliyor. Filmde Kayla’nın kendine dürüst davranmasını bu yeni nesil yöntemi olan videolar sayesinde yapması, yine kendi nesline ve filmin geçtiği yıla çok uygun bir hareket.
Değerlendirmemizi şöyle bir toparlayalım, ne dersiniz? Her şeyden önce söylemem gerekir ki kağıt üzerinde klasik bir ergenliğe giriş hikayesi gibi gözüken Eighth Grade, geri kalan gençlik filmlerinden farklı. Film ve diziler tarafından yavaş yavaş daha çok işlenmeye başlanan ortaokul yılları, beraberinde hormonların da getirdiği tüm garip duygular ve günümüz gençliğinin sosyal medya ile ilişkisi Eighth Grade’de kalp kırıcı derecede gerçekçi bir biçimde ele alınmış. Bu sebepledir ki, izlerken başkası adına utanmanın doruğunu yaşarken diğer bir yandan da sadece Kayla’ya sarılmak istedim.
Kısacası gerçekçi bir hikaye ve inanılmaz bir oyunculuk izlemek ya da hayatınızın en utanç verici yıllarını hatırlamak isterseniz Eighth Grade’i öneririm. Özellikle ergenlik çağına girmiş çocuğunuz, kardeşiniz ya da herhangi bir tanıdığınız varsa kesinlikle izleyin derim. Yaşlı bir teyze kalıbıyla ifade edeceğim ama, ‘genç neslin’ neler yaşadığına bir de onların gözünden tanıklık etmek için bu film gerçekten ideal. Ancak şimdiden uyarayım, filmi izlemenin keyifli olup olmadığı çokça tartışılır bir husus. Zira ben Kayla adına gerilmekten battaniyenin altından çıkamamıştım. Yine de bir şans vermeye değer, ha, ne dersiniz?