Rüzgarın Adı kitabı uzun zamandır kütüphanemde bulunan, kalınlığı gözümü korkuttuğu için bir türlü başlayamadığım bir kitaptı. Özellikle geçen senelerde Lin Manuel Miranda’nın yapımcılığını üstleneceği bir dizi çekileceğini duyunca dizi başlamadan bu seriye başlamam gerektiğini anladım. Trajikomik bir şekilde dizi henüz onu kanatları altına alacak bir kanala bile sahip değilken ben ilk kitabı bu sene bitirmiş oldum. En azından dizisi çıkmadan seri hakkındaki ilk izlenimimi Rüzgarın Adı ile kazanmış oldum.

Fantastik yahut bilim kurgu / fantastik türünde her bir yeni kitap yeni bir evren demek. Ünlü Serilere Giriş Serüveni, bu evrenlere nereden giriş yapacağını bilemeyip bocalayanlar için, herkes bir başkasına tutkuyla bağlandığından hangisine başlayacağından emin olamayanlar için, bütün forumlarda hepsi övüldüğünden hangisini gerçekten seveceğini kestiremeyenler için, sadece ilk kitapları kapsayan birer izlenimin yer aldığı bir serüven. Bu serüvende kitaplarla ilgili arka kapağında  yazılmayacak şeyler söylemiyor, temel ve genel bilgiler dışında hiçbir spoiler vermiyoruz. Bu da bizlerin fantastik serüveni olsun!

Ne Anlatıyor Bu Seri?

Rüzgarın Adı, kimine göre halk kahramanı kimine göre ise bir efsane olarak anılan Kvothe’nin ununu eleyip eleğini astığı yaşlarında anılarını bir katibe anlatmasını konu alıyor. Kvothe’nin çocukluğundan girip daha sadece ergenliğinden çıktığımız bu kitapta, Kvothe’nin bugünlere nasıl geldiği ile birlikte yaşadığı evrendeki çeşitli mitler, yaratıklar, ozanlar ve birtakım sihir içeren meseleleri de Kvothe’nin anıları sayesinde keşfediyoruz.

Dili ve Üslubu Nasıl?

Kitabın en dikkat çeken yanı, hikaye içinde hikaye şeklinde yazılmış olması. Kvothe anılarını anlatana kadar yetmiş sayfa geçiyor biz de oraya kadar kitabı üçüncü tekil şahıs olarak okuyoruz. Ondan sonrasını ise Kvothe’nin dilinden dinlediğimiz için birinci tekil şahısa geçiyoruz. Bu geçişler kitapta sıkça yaşanıyor. Üstelik hikaye içinde hikaye olarak kalmayıp içine bir, hatta iki seviye daha hikaye anlatımı girdiği yerler de oluyor, hal böyle olunca kim neyi anlatıyordu diye birkaç sayfa geriye dönmemiz gerekiyor. Yazarın evreni bize daha iyi tanıtma yöntemi olarak seçtiği bu metot bazen yorucu olsa da en azından orada yaşayan insanların inançları, belli başlı büyü sistemleri veya geçmişte gerçekleşen fakat anlatılan zamanda da önemini koruyan olayları dümdüz okura anlatmanın mantıklı bir kılıfını bulmuş. Her hikaye kitap için önemli olduğundan Kvothe’nin anılarında başkasının ona anlattığı hikayelere de en az Kvothe’nin anıları kadar  önem vermeniz gerektiğini belirtmem gerekir. 

Hikaye içinde hikaye üslubunun getirdiği bir özellik de tahmin edebileceğiniz üzere kitabın “öyle oldu böyle oldu” şeklinde ilerlemesi; tıpkı bir dizi izler gibi birbirini takip eden olayları okuyoruz, yani karakterleri derinlemesine inceleme veya edebi olarak üslubuyla bizi etkileme gibi bir derdi yok. Gerçekten bir duygunun yoğun bir şekilde okura yansıtılmasının zorunlu olduğu birkaç istisna durum dışında gerekenin üzerinde betimleme yapılmıyor. Bu da kitabın dilini basit kılıyor. Kitapta kafa karıştıran sadece bazen birkaç isim aynı kişiye çıkabildiği veya kendi evrenimizde olmayan nesneler bize tanıtıldığında kafamız karışabilir, onun dışında anlatım dili sade ve basit. 

Ne Kadar Uzun?

Kralkatili Güncesi serisinin ilk kitabı 736 sayfa. Serinin ikinci kitabı Bilge Adamın Korkusu ise 1139 sayfa. Üçüncü kitabı ise hala bekliyoruz, Patrick Rufuss’un çok da acelesi yok gibi. 

Söylemeden edemeyeceğim, kitabın ilk yetmiş sayfasında konuya anca giriş yapılıyor, kitabın asıl dönüm noktası ise kitabın yarısından fazlasında karşımıza çıkıyor. Bu sebeple kitap bana biraz olduğundan uzun hissettirdi; kitabın ilk yarısını bitirdiğim hız ile ikinci yarısını bitirme hızım arasında inanılmaz bir fark olduğunu itiraf ediyorum.

Dimağımızda Bıraktığı Tat Nasıl?

Şöyle bir senaryo düşünün: Yeni bir fantastik diziye başladınız, ilk bölümde karakterler ve dünyanın genel olarak lügatını bilmediğinizden bir yabancılık çektiniz ama bir yandan da ne olacağını merak edip ikinci bölümü açtınız. Sonra üçüncü bölüm, sonra dördüncü bölüm derken bir baktınız ki birinci sezon bitmiş bile. İşte Rüzgarın Adı tam olarak bu hissi veren bir kitap. İlk yetmiş sayfa henüz anılar kısmına geçmediğimiz için biraz yavaş ilerlese de asıl kısma geldiğimizde sayfalar adeta kendini çeviriyor. Kitabın kendisi de hem kronolojik olarak bölündüğü hem de anılarını anlatan Kvothe’nin arada verdiği esler sayesinde hali hazırda diziymiş de bölümlere ayrılmış gibi. Bu sebeple Rüzgarın Adı’nı bitirdiğimde en az iki sezonluk bir dizi bitirmişim hissiyatına kapıldım.

Kralkatili Güncesi’nin evreni çok büyük ve biz Rüzgarın Adı’nda bunun daha çok azını görüyoruz. Evreni lojistik olarak keşfetmesek de en azından bulunduğumuz lokasyonları ve evrende bulunan öğleleri belli bir derinliğe erişiyoruz. Kvothe’nin anılarındaki hikayeler, Kvothe’ye başkası tarafından anlatılan hikayeler, Üniversite’de öğrenilen dersler ve şarkılar bize elle tutulur bir evreni fazlasıyla hissettiriyor. 

Özellikle çeşitli doğa bilimleri, matematik, tıp ve büyünün akademik olarak bir arada öğretildiği Üniversite’nin varlığı nostaljik sebeplerden ötürü bana Hogwarts’ı hatırlattı. Her ne kadar Harry Potter serisinde Hogwarts’ın altını üstüne getirecek kadar bilsek de Üniversite için aynı şeyi söylememiz pek mümkün değil. Fakat Harry Potter evrenini genişletmek için Pottermore’un kurulduğu gibi Kralkatili Güncesi için de pekala kitapların dışında evren genişletilmeye müsait. Örneğin Sessizliğin Müziği adlı nispeten kısa kitapta Rüzgarın Adı’nda tanıştığımız bir karakterle birlikte evreni biraz daha keşfediyoruz. Hani potansiyel var mı, var. 

Kimler Sever?

Genel olarak evren yaratma konusunu seven birinin bu kitabı seveceğini düşünüyorum. Sınıf kavgasından büyülere, farklı ırkların ilişkilerinden din ve mitlerle ilgili meselelere kadar genişleme potansiyeli olan bir evrenin temelleri Rüzgarın Adı’nda atılmış. Her ne kadar anlatılan hikayelerin kökenine baktığımızda kendi evrenimizden parçalar görsek de Kralkatili Güncesi evreni içinde bir bütünlük oluşturacak kadar güzel bağlanmış. 

Ortaçağ’ı andıran şehirleri, “hancı bana şarap ve kadın getir!” diyebilecek karakterlerle dolu bir han ortamını, üstüne bir de bu hanlarda anlatılmaya layık kahramanca hikayeleri sevenler de bu kitabı sever. Çünkü bu saydığım şeyler bu kitapta bolca bulunuyor. 

Kimler Sevmez?

Yazar bana anlatım diliyle şov yaptırsın, sırf hikayesinden dolayı değil de yazarın anlatım dilini de takdir edeyim diyen arkadaşlar bu kitapta hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Yazarın okuru da işin içine kattığı kitapları sevenler de hayal kırıklığına uğrayabilir. Kitabın önceliği Kvothe’nin anılarını anlatmak; okurların yorumlarına pek de yer yok. Her şey kitapta anlatılan gibi gerçekleşiyor, doğaçlamaya yer tanımayan bir senaryo kadar sıkı. Bu edebiyatta estetik dili arayanları biraz üzecek bir durum olacaktır.

Bir de spoiler sayılmayacak ama kitabın ana karakteri hakkında size izlenim kazandıracak bir tabir söylemem gerekirse “Mary Sue” diye tabir edilen, elinden her iş gelen karakterleri sevmiyorsanız bu kitabı alırken bir daha düşünün derim. 

İkinci Kitabı Açtırır Mı?

Yukarıda söylediğim gibi, eğer bir dizinin bölümlerini ard arda izlemeyi, yani “binge watching” yapmayı seviyorsanız ilk kitap biter bitmez ikinci kitabı açacağınza eminim. Çünkü henüz yolun çok başındayız, bu çok belli. Üstelik yazar biraz adilik yapıp kitabı hiç olmayacak bir yerde bitirmiş. Bence ikinci kitap açılacaksa ilk kitap ile arayı çok da açmaya gerek yok.

Eğer binge watching hissiyatını almadıysanız veya bu şekilde içerik tüketmek size göre değilse, ikinci kitabı biraz daha bekletirsiniz diye tahmin ediyorum. Sorun değil, ilk kitap demlendikten, araya birkaç içerik daha girdikten sonra ikinci kitabı açmak istemeniz gayet normal. Hatta belki de böylesi daha iyi. Sonuçta 736 sayfalık bir içerik tükettikten sonra bir o kadar daha aynı içeriği tüketmek kolay değil.

Kralkatili Güncesi serisinin ilk kitabı Rüzgarın Adı hakkında arada kalanların aklında az da olsa yer edinmiş, bu seriyi hiç duymamışlara bir katkıda bulunabilmişsem ne mutlu bana. Yahu şöyle bir kitap serisi var ama başlamaya üşendim, bak bakalım sence başlamaya değer mi dediğiniz seriler olursa ses edin, yorumlara yazın. 


Serinin Diğer Yazıları:
Dune
Yerdeniz
Kara Prizma

Author

Dizi bağımlısı bir beyaz yakalı. Kedisine çekmiş, en büyük zevki miskin miskin yatmak. Kendisi ve kedisini sosyal medyada bulabilirsiniz. @asliozkeles

2 Comments

  1. Enes Çelik Reply

    Üçüncü kitabı beklerken ilk ikisini unuttum malesef. Keşke seri bittikten sonra başlasaydım dicem ama o zaman da mahrum kalırdım. Umarım çıkınca yeni kitapta çok yabancılık çekmem.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.