Fantastik eserlerin bizi alıp eşsiz diyarlara götürmesine bayılıyoruz. Yeni evrenler, yeni medeniyetler ve hatta yeni yaşam formları görmek bize umut veriyor. Kimimiz içinde sıkışıp kaldığı karanlıktan kaçmak kimiz de hapsolduğu dar kalıpların dışına çıkmak için hayal gücüyle bunları yeniden yaratıyor. Bunu çocukluğumuzdan beri yapıyoruz. Bu kurguladığımız evrenler de her zaman ideal bir yaşam vaat etmiyor, bazıları muhtemelen uyanmak isteyeceğimiz kabuslardan oluşuyor. Ne olursa olsun yolculuğumuz bir şekilde devam ediyor. Hatta bazen yolculuk yaptığımız araçlar da bizim gibi nefes alıp veriyor. Burada, sürekli sahip olmak istediğimiz hayali, uçan binek hayvanlardan söz ediyoruz. Tabii bazıları her zaman evcil olmuyor. Yine de gerçek olmadıklarını biliyoruz ama süzülüp gitme fikrini içimizde saklıyoruz. Peki o zaman, toparlanın yine göklerde süzülüyoruz.
Ejderha
En kadim, en çok bilinen ve gerçek olduğuna en çok inanılan mitolojik yaratıklardan biri ejderha. Devasa vücutları, kanatları ve ateş üfleyen nefesleriyle ejderhalara, yeryüzünde rastlanmayan bir kültür neredeyse yok. Avrupa hikâyelerinde ejderhalar; hazine toplayan, köye-kasabaya dehşet saçan ve avlanılması gereken yaratıklardır. Uzak Doğu kültüründe de akıl veren, bilgece sözler söyleyen, şans getiren, nihayetinde kıymetli yaratıklardır. “Dragon”, Antik Yunanca’da büyük yılanların hepsini anmak için kullanılır. Türk mitolojisinde de ejderhalara “evreğen” denir, onlar bazen yeraltında yaşayan lanetli yaratıklar bazen de Dünya’nın dönmesini sağlayan, “evren” kelimesinin kökenini oluşturan yaratıklardır. Avatar‘da ejderhalar, ateş bükmenin ilk ustaları ve hocalarıdır, Hobbit’te işgalci ve hazinenin hırsızı Smaug‘dur. Eragon’da ejderha ve süvari telepatik bağ kurarak birlikte savaşır, Game of Thrones ve House of the Dragon’da ejderhalar savaşın ve iktidarın kaderini belirler. Onlar; DreamWork’s Dragons, Dungeons and Dragons, Harry Potter ve daha sayamayacağımız kadar çok fantastik evrenin daimî üyeleridir.
Sihirli Halı
Hayal gücünde hoverboard’ların öncülü diyebileceğimiz uçan halılara, Binbir Gece Masalları’nın varyasyonlarından aşina olduğumuzu sanıyoruz. Muhtemelen orijinal masalda yer alan hikâye hiçbir zaman ekrana uyarlanmadı. Onun yerine bu masallara sonradan eklenen Alaaddin’in lambası ve halısını gördük ki hepimizin bildiği bu hikâye, ilk anlatıldığında Arap coğrafyasında değil; az daha ötede Çin’de geçiyordu. Zaten uçan halının görüldüğü ilk yer de bu masallar değildi. İsrail Krallığı’nda Hz. Süleyman’ın, gökyüzünü kaplayan devasa bir uçan halısı olduğu rivayet edilirdi. Haritada daha kuzeye gittiğimizde ise 15-16. yüzyıl arasındaki Rus halk hikâyelerinde Aptal Ivan’ın bir uçan halısını görebiliriz.
Ejderhalar kadar her kültürde kendini göstermese de uçan halılar oldukça eski araçlar. Bizim gözle gördüğümüz ve bu listeye girmeye sebep olan tek uçan halı ise Disney’in Bin Bir Gece uyarlamalarından olan Alaaddin animasyonundaki halı. Aladdin’in, lambadan çıkan Cin’i bulduğu mağarada edindiği diğer dost da bu halı oldu. Cadıların uçmak için kullandığı süpürgelerden farklı olarak bu halının, Dr Strange’in pelerinininki gibi bir kişiliği vardı. Bir taşıt olarak kullanılmanın ötesinde bu halı; üzülüyor, seviniyor, heyecanlanıyor ve korkuyor. Neredeyse canlı diyebileceğimiz halının bu özelliği, onu da listenin bir parçası yapıyor.
Ren Geyikleri
Noel Baba hâlihazırda geçmişi karışık bir figür. Aziz Nikolaos’dan ilhamla yaratılan bir figür olsa da Afrika’da, Rusya’da ve hatta Orta Asya Türkler’i arasında da muadilleri vardır. Hal böyleyken onun kızağını çeken geyiklerin de tek bir kaynağı yok. İlk olarak 1821’de bir şiir kitabının kapağında, yalnızca bir geyikle resmedilen Noel Baba’nın dağıtacağı hediyeler arttıkça kızağını çeken geyiklerin sayısı da artar. Bundan iki yıl sonra bambaşka bir şairin yazdığı bir şiirde Noel Baba’nın geyikleri sekize çıkar ve hepsine isim verilir. Geyiklerin en meşhuru, kırmızı burunlu Rudolph da 1939’da bir AVM’de çocuklara dağıtılan bir kitabın kahramanı olarak ekibe katılır.
Ren geyiklerinin listedeki diğerlerinden en büyük farkı; bunların sırtına binemezsiniz ancak çektikleri kızağa oturabilirsiniz. Bunun dışında Diş Perisi gibi folklorik bir figür olan Noel Baba’nın, her anlatıldığında değişen hikâyesine bağlı olarak ren geyiklerini de farklı bir güncellemeyle ekranlarda görürüz.
Uçan Bizon
Listedeki diğerlerine göre en yeni ve belki de en tatlı hayvanlar uçan bizonlar. 2005’te Avatar’ın ilk bölümünde, türünün son örneği olarak Appa karşımıza çıktı ama devam serilerinde Aang’in küçük bir sürü bulduğunu ve türün devam ettiğini öğrendik. Yine de nesli tükenme tehlikesi altında olan uçan bizonlar, sırtlarına 5-6 kişiyi alarak toplu taşıma yapabilecek kadar devasa yaratıklar. Sırtlarında yer olmasa onlarca tonu kaldırabilecek kadar güçlülerdir. Altı ayakları, geniş kuyrukları, kocaman kahverengi gözleri ve kürkünün üzerinde; başına doğru uzanan “ok” şeklinde desenleri vardır. Uçmak için kanatlara ihtiyaçları yoktur, doğrudan hava akımını kontrol ederler. Hava gezginleri tarafından kutsal kabul edilen bizonlar, hava bükmenin ilk kaynakları olarak kabul edilir. Hava bükücüler eğitilirken kendilerine hayat boyu yoldaş olacak bir uçan bizon seçerler, aslında bizon onları seçer. Mesele sadece yolculuk yapmak değil hava bükücü yaşam tarzını tamamlamaktır. Aang için de bu Appa’ydı ve biz bile ona ne kadar bağlı olduğumuzu “Appa’nın Kayıp Günleri”ni izlediğimizde anladık. Bir uçan bizonu çağırmak için bizon düdüğü kullanabilirsiniz. Havalanmadan önce de “yip-yip” demeyi unutmayın.
Hipogrif
Kartal kafası ve at vücudunun birleşiminden oluşan, uçmak için kanatlara sahip hibrit bir hayvan olan hipogrifleri Harry Potter’dan biliyoruz. Azkaban Tutsağı’nda Şahgaga ile tanıştık ve onun maceranın kilit noktalarında yer almasını okuduk/izledik. Modern kültürde pek fazla karşımıza çıkmasa da hipogriflerin tarihi Ludovico Ariosto’nun “griffon”lardan esinlenerek yarattığı 16. Yüzyıldan kalma bir şiire dayanıyor. Onu görmeniz, bir halı veya ren geyiğiyle karşılaşma olasılığından daha düşük olsa da gururlu yaratıklar olduğunu hatırlamanızı ve gördüğünüzde ilk olarak başınızı öne eğerek selam vermenizi tavsiye ederiz. O da başını eğerse yavaşça yanına sokulup sırtına binebilirsiniz eğer vermezse, bunu sonra konuşuruz.