Bu senenin parmakla gösterilen filmlerinden biri, Parasite idi. Konuşuldu da konuşuldu. Ama kimse durup sormadı, neymiş bu böyle diye. Haklısınız, çok övüldü, çok abartıldı. Peki hak etti mi? Bence evet. Öyle ki, izlediğim filmleri genelde beğenen birisi olduğum için, ‘eğer bu filme de yüksek puan verirsem öteki filmlerin puanlarını nasıl düşürmeyeceğim‘ diye kendimi sorguladığım bir yargı sürecinden geçirdi bu film beni. Hem hazır Akademi ödüllerine de aday olmuşken Parasite ile ilgili bir yazı yazmasaydım kötü hissederdim doğrusu. Kendi düşüncelerimden bahsetmeye geçmeden önce film hakkında biraz teknik bilgi vereceğim, sonra ise kalbimde biriktirdiğim tüm düşünceleri tek tek yazıya aktaracağım. Parasite hakkında çok pozitif düşündüğümü şimdiden belirteyim. Bu yazı bir övgü yazısıdır!
Tabii ki Geekyapar! yazarları olarak 2019’da en sevdiğimiz filmler listesine adını yazdığımız bir film olması Parasite’ı izlemeniz için sizi ikna etmeye yetecek olabilir. Yeterli olmadığını varsayarak söylüyorum, bu film ayrıca Altın Küre ödüllerinde En İyi Yabancı Film ödülünü diğer filmlere kaptırmadı. Parasite’ın yönetmeni olan Bong Joon-Ho, aynı zamanda yine Altın Küre ödüllerinde iki farklı dalda kazanamamış olsa da adaylık aldı. Oscar’a da gümbür gümbür gelerek altı adaylık alan bir film olan Parasite, ödül törenlerinden önce de sonra da kendinden bolca söz ettiren bir film oldu kesinlikle. Bong Joon-Ho’nun ismini Parasite sayesinde önceden duymamışsanız da Altın Küre ödüllerindeki konuşmasına çevirmeni ile beraber çıkıp “Bir inçlik alt yazı bariyerini geçtiğinizde birçok muhteşem film ile tanışacaksınız” demesinden duymuşsunuzdur. Bong Joon-Ho bu sözleriyle ortalama Amerikan sinema izleyicisine hitap etmiş olsa da -zira Amerikan izleyicilerin alt yazı okumamak için farklı dillerde film izlemiyor olmaları sinefiller arasında eleştirilen popüler bir problem- gecenin çok kısa ve çok doğru konuşmalarından birini yaptığını söylemek mümkün.
Parasite, mükemmelliğini sadece hikâyesine borçlu olmayan bir film. Bu başarısını aynı zamanda sinematografisine de borçlu ki sinematografisi geçen senelerde Burning filmiyle adını duyurmuş Kyung-pyo Hong’a ait. Durum böyle de olsa ben buraya bundan bahsetmeye gelmedim, gerilim filmi geekliği yapmaya geldim, o yüzden çoğunlukla hikâyesinden bahsedeceğim. Yine de sinematografik harikalığını belirtmeden geçmek istemedim, filmi izlemeseniz de dümdüz bakması bile keyifli yahu!
Konusuna geçmeden önce minik bir not ekleyeceğim: Ben bu filmi hakkında hiçbir şey bilmeden izledim ve öyle âşık oldum. Eğer siz de film seçerken konusunu bilmemenin film deneyiminize katkıda bulunacağı fikrindeyseniz bir sonraki paragrafı direkt olarak atlamanızı ve resimden sonrasına geçmenizi tavsiye ederim. Parasite’tan hoşlanmanız için konusunu bilmenize gerek yok, önünüze ne çıkacağını bilmeden, kör bir şekilde atlarsanız da çok keyif alırsınız.
Ki-Taek, ailesiyle Güney Kore’nin tabiri caizse kuytu köşelerinde, minik bir evde yaşayan, sosyal hiyerarşide de alt sınıftan kendine bir yer bulmuş genç bir çocuktur. Çok samimi olduğu bir arkadaşı bir gün ona malikanede yaşayan zengin bir ailenin kızları için özel ders öğretmeni aradığını ve Ki-Taek’in kendisi yerine başvurabileceğini söyler. Ki-Taek tabii ki bu fırsatı tepmez. Ancak bilmedikleri bir şey vardır; bu iki ailenin hayatı artık sadece birbirine karışmakla kalmayacak, altüst de olacaktır.
Parasite her sahnesiyle bir sonraki adımı merak ettiren ve bir noktada artık her şeyiyle izleyiciyi şaşırtan bir film. Tabii ki izleyicinin aktif rol alması da seyir keyfini artıran bir etken oluyor, adeta bir satranç karşılaşması izlermiş gibi karakterlerin verdikleri kararların sonuçlarını düşünüp kimi zaman kınayarak başımızı sallıyoruz, kimi zamansa onlara gülüyoruz. Hem böylesine gerçeklik barındıran hem de izleyicisini şaşırtmayı başaran Parasite’ın bu konuda birçok filmden daha başarılı olduğunu düşünüyorum. İzlerken bir an olsun gözünüzü kırpmak istemiyorsunuz, her daim daha fazlasını istiyorsunuz. Bütün bunları yaparken 132 dakika boyunca ekran karşısında oturan izleyiciye bir şeyler hissettirmek de kolay bir iş değil, Parasite da size kalp kırıklığından mutluluğa birçok duyguyu birbiri ardına yaşatıyor.
Film; müzikleriyle, renkleriyle, diyaloglarıyla hissettirmek istediği gerilimi sonuna kadar hissettirebiliyor. Gerilim diyorum, korku değil, bunu üzerine basa basa söyleyeyim; sonunda bağırarak çıkan korkunçlu bir figür yok. Böyle ucuz taktiklere takılmıyor Parasite, daha vizyonlu. İyiyi ve kötüyü kesin çizgilerle ayırmadan, bu çizgiyi karakterlerin film boyunca aldığı doğru veya yanlış kararlarla bulandıran ve bu şekilde izleyiciyi geren bir film Parasite. Mutlak iyinin karşısında mutlak kötünün yer aldığı ve ikisinden birinin kazandığı filmlerden kendinize pay çıkartmak kolay, bir de bu açıdan bakın dermiş gibi sanki yönetmen.
Parasite’ı bir gerilim olarak değil de dram olarak ele aldığımızda da gerçekçi ve eleştirel bir film olmasından söz etmek mümkün. Özellikle üst sınıf karakterlerdeki Amerikan özentiliğinin iyi işlendiğini düşünüyorum, hiç kimse birbirine parmak doğrultmasa da o eleştiriyi hissedebiliyorsunuz. Alelade yerlere İngilizce kelimeler yerleştirerek konuşuyor karakterler. Bu, en başlarda güldürüyor fakat elbette bir süre sonra göze batıyor, yönetmenin alttan alttan verdiği bir mesaj olduğu gözümüze iyice sokuluyor. Onun dışında da filmin genelinde bir kapitalizm eleştirisi görmek mümkün, işsizliğin hat safhada olduğu bir Kore profili çiziliyor esasında ve bunun sonuçları anlatılıyor. Spoiler vermemek için filmin konusunu çok üstünkörü geçtim fakat böyle bir filmde gerçekçiliğin dışına delicesine çıkmamak, hatta üzerine böyle bir eleştiriyi de izleyiciyi rahatsız etmeden verebilmek yönetmenin önemli bir başarısıdır diye düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda bilmem.
Filme karşı hissettiğim hemen hemen her şeyi spoiler vermeden kelimelere dökmüş oldum böylece. Aslında her şey bu değil, bir de soru var aklımda. Filmden çıktıktan beri bu soruya farklı farklı cevaplar duyuyorum ve hepsi mantıklı geliyor, belki de kesin bir cevabı yoktur. Ben size de sormak istiyorum bu soruyu. Belki yorumlarda güzelce tartışabiliriz.
Bu filmde bir parazit var mı? Eğer varsa, sizce kim?