En son “Hobbit : Beş Ordunun Savaşı” ve yorumları sonrasında, uyarlama filmlerle ilgili sayısız makalelere bir tanesini daha eklemeye karar verdik.

Bu yazıda sadece Hobbit serileri ve edebiyat/roman uyarlamalarını değil, çizgi roman ve hatta bilgisayar oyunu uyarlamalarını da ele alacağız.

 

NEDEN BİR ŞEYLER DEĞİŞİYOR?

Bu soruya, kısa bir cevap verelim, çünkü bir takım zorunluluklar var. Bunları kabaca sıralarsak ;

  • Maddi/teknolojik zorunluluklar
  • Senaryo/kurgudan kaynaklı zorunluluklar
  • Hedef kitle belirlenmesi, sunum ve buna bağlı değişiklikler
  • Bireysel, estetik ya maddi kaygılar
  • Orjinal hikayenin yazıldığı zaman dilimi
  • Uyarlama oldukları gerçeği

 

1. MADDİ/TEKNOLOJİK ZORUNLULUKLAR

Bir kaç basit örnek verelim. Eski X-Men film üçlemesinde Beast ve Nightcrawler’ın aynı filmlerde gözükmüyor olduklarını bazılarınız hatırlayacaktır. Buna basit ancak net bir cevap verilmişti :

“Bu iki karakter de hem dış görünüşleri (makyaj, boyama, vücut eklentileri vs…) hem de sıradışı hareket kabiliyetleri (yüksek hız, yüksek çeviklik, ışınlanma / sıçrama) nedeniyle özel ilgi ve kaynak gerektiriyorlar. İkisini aynı filmde kullanamayacağımızı fark ettik. Zaten filmlerde benzer bir diğer karakter olan Mystique’de vardı ancak hikayenin içinde yeri daha önemli olduğu için diğer ikisinden birini çıkarmak zorunda kaldık.”

Evet, o dönemde yapılan açıklama özetle bunu anlatıyordu. Bir izleyici olarak bu konu kaçımızın aklına gelmiştir? Benim o dönemde aklıma gelmediği kesin…

Bir uyarlama olmasa da aynı konu ile ilgili güzel bir örnek olarak “Heroes” dizisini gösterebiliriz. Dizinin en kuvvetli karakterleri olan Sylar ve Peter Petrelli arasındaki efsane dövüşten önce içeri girdikleri salonun kapısı kapanıyor, kapının altından sızan ışıkları görüyorduk. İlk başta “Ulannnnn niye göstermezsiniz o sahneyi alçak adamlar” demişsek bile sonradan anlaşıldığı üzere, bu iki karakterde de sürüyle güç (uçma, rejenerasyon, ellerinden çıkan enerjiler, elektrik güçleri vs.) vardı ve ikisinin kapışmasının gösteren bir kaç dakikalık sahne bile dizinin tek bir bölümünün bütçesini aşıyordu.

What a bunch of a-holes!

Guardians of Galaxy için konuşalım, Groot ve Rocket’in sahneleri, tek başlarına diğer tüm karakterlerin sahnelerinden çok daha fazla bütçeye mal oldu. Hobbit serilerinde Warg’ların ya da Ejderhanın olduğu sahneler, orkların makyajları vs. filmin bütçesinin önemli bir kısmını götürüyordu.

Liste uzar gider, bazen senaryo ya da esas hikaye ne derse desin, teknik ve bunlara bağlı maddi zorunluluklar nedeniyle hikayede, karakterlerde değişiklikler olabilir.

Ayrıca bazen çekim alanını yapılacağı yerlerin bulunamadığı için çekilmediği ya da uygun fiyata getirilemediği için farklı yerde çekildiği açıklanan sayısız film var. Truva filminin Çanakkale’de çekilmemesi bunların en güzel örneklerinden biridir.

Soldan sağa – Beren Saat, Kıvanç Tatlıtuğ, Çaycı Hüseyin, Mustafa Sandal ve Odun Herif

 

2. SENARYO/KURGUDAN KAYNAKLI ZORUNLULUKLAR

Yüzüklerin Efendisi daha çekilirken, Tom Bombadil’in olmayacağı açıklanmış ve büyük yankı uyandırmıştı. “Nasıl olmaz, hikayenin özüne ihanettir bu” türünde söylemlerin ardı arkası kesilmedi. Peter Jackson kısaca şunu söyledi :

“Bombadil benim de çok sevdiğim bir karakter ancak hikayenin devamlılığına bir katkısı yok. Sinemada bunu da düşünmek zorundayız, aksi halde film çok daha fazla uzuyor.”

Bir düşünün, Hobbitler Bombadil ile karşılaşmasalardı ne olurdu? “Höyüklü Kişiler tarafından öldürülürlerdi” demeyin. Doğal olarak Höyüklü Kişilerin olduğu sahneler de olmazdı. Yani yolları üzerindeki bir bölge hikayeden çıkarıldı ve hikayede hiç bir şey değişmezdi.

Tabii ki kitapta Bombadil gibi gizemli ancak bir o kadar eğlenceli bir karakterin varlığı, Höyüklü Kişilerin ürkütücü atmosferi, Bombadil’in sıcacık evi ve güzel eşi Altınyemiş’in varlığı hikayeye çok şey katıyordu. Ancak zaten çok uzun olan bir filme buraları eklemek hem filmi uzatacak hem de -daha da önemlisi- bütçeye ciddi bir yük bindirecekti.

Ah Bombadil Vah Bombadil…

Ayrıca Yüzüğün, Bombadil üzerinde hiç bir etkisi olmadığını ve eline alıp, yüzükle oynadığı sahneyi hatırlayın. Sonradan Elrond’un Divan’ındaki tartışmalarda “Yüzüğü Bombadil’e versek mi” diye bazı konuşmalar geçmişti. Bombadil’in hikayeye eklenmesi doğal olarak bu sahnelerin de eklenmesi ve filme “sadece, neden izleyici yüzüğü bu adama verip kurtulmadıklarını anlaması için” 5-10 dakika daha eklenmesi anlamına geliyordu. Film yapımı açısından bakarsanız bu korkunç uzun bir süre.

Bir önceki başlıkta olduğu gibi örnekler çoğaltılabilir. Ancak filmlerin, belirli bütçeleri olduğu gibi belirli de süreleri var. Ama bazı filmler 180 dk sürüyor yapan yapmış abi demeyin, her filmin ihtiyacı olan süre anlatması gerektiği kadardır. Bir kitaba görece olarak anlamsız sayfalar dolusu diyalog eklersiniz ve bu yazara bir kaç saate mal olur ancak film için durumlar değişir. Eklenen her dakika maliyet, iş gücü ve eğer tam doğru bir şekilde yapılmazsa izleyiciyi sıkacak potansiyel bir sahne demektir

Henüz geçtiğimiz haftalarda bir arkadaşım, “Yüzüklerin Efendisi’nin ultra süper extended (adını hatırlayamadım, normal extended değil, daha da uzun) versiyonlarını buldum. Tek film 4.5 saat sürüyor, hafta sonu oturup üçünü birden izledim” dedi. Benim cevabım ne olsa beğenirsiniz?

“Hadi ya, harikaymış ya bana da getirsene filmleri!”

Bizler böyle düşünüyor olabiliriz ancak filmi izlerken bizim biletimizle, yanımızda oturan ve “ooo dayılarda ne biçim sakal var ha bu cüceler delikanlı adama benziyor” diyen arkadaşın bileti eşdeğer. Yani ikimiz de yapımcıya aynı parayı kazandırıyoruz. Hal vaziyet böyle olunca, genel geçer kitleye uygun olmak zorunda kalınıyor.

 

3. HEDEF KİTLE BELİRLENMESİ VE SUNUM

Basitçe, en temel örneklerimizden gidelim. Yüzüklerin Efendisi kitabında, nehir kıyısında Frodo ve Aragorn’u Yüzüktayflarından kurtaran kişi kudretli elf beylerinden Glorfindel’dir. Filmde ise bu karakter Arwen olur.

Neden? İzleyici Glorfindel gibi kudretli bir elfin, sonradan kurulacak Yüzük Kardeşliğine neden katılmayacağını sorgulayacaktır, bunu açıklamak tıpkı Bombadil örneğindeki gibi ek zaman alır. Ayrıca Arwen, Arwen’dir işte. Çok güzel bir kadın, en önemli karakterlerden birinin sevgilisi, diğerinin kızı; büyüye, savaşa ve biniciliğe yatkın görünür. Cesurdur. Kısacası, filmde olması gerekir. Hem bayan izleyicinin empati kurabilmesi hem de erkek izleyicinin beğenisine sunulabilmesi için oradadır. Kaba görünebilir ama işin özeti budur.

Aynı sebepten türü Galadriel’in rolü arttırılır hatta kitabında hiç görünmediği Hobbit filmlerinde bulunur. Yine aynı sebepten Tauriel de filme eklenir. Aşk teması, ana akım sinema için olmazsa olmazdır. Bu yüzden ana karakterler ne ise, karşı cinsin de filme eklenmesi elzem bir hal alır.

Arkadan itmesenize olm, yiyorsa siz geçin öne!
Aşk lazım aşk aşk aşk…

Ancak aşk ve karşı cins faktörü, genel bir durumdur. Bazen de bunların dışında, daha spesifik hedefleme yapılabilir. Azınlıkları temsil edecek karakter olsun diye bir Latin, Müslüman, Uzak Doğulu ya da Yahudi eklendiği olur. Irkçılığa karşı bir duruş sergilemesi için önemli karakterlerden biri siyahi hale getirilir. Bayanlara daha sempatik gelmesi için kadın karakterin hikayedeki etkisi ya da kişiliğinin gücü arttırılır. Çocukların sevmesi ve oyuncaklarını satın alması için komik ya da çocuksu bir karakter eklenir.

Kısacası filmin hedef kitlesini daha spesifik hale getirmek ya da bu kitleyi genişletmek adına karakterlerle, senaryo ile oynamalar yapılır. Bu da bir ürünün (bizim konumuzda bu ürün filmdir) sunulabilirmesi satılabilmesi için gereklidir.

Razıl Abi’nin Türklerle İmtihanı!

Uyarlama olmasa da bu başlık için güncel bir örnek verelim. Russel Crowe’un son filmi Water Diviner (Türkiye’de Son Umut adıyla vizyonda) filminin Türkiye afişlerinde arka planda Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan var. Diğer ülkelerdeki afişlerde ise sadece Russel Crowe var.

Yukarıdaki iki isim Türkiye için on numara marka adamlardır. Bir filmde birlikte bulunmaları, belirli bir gişe başarısını garanti eder. Ancak yurtdışında pek az bilinirler ve afişlere konulduğunda izleyicilerde “Bu adamlar kim ya, acaba Russel Crowe’un rolü çok fazla değil mi?” endişesi yaratabilir. İşte sunum tam olarak burada devreye girer ve uygun kitleye uygun sunum yapılmış olur.

Şu afiş yüzünden Razıl Abi’ye demediklerini bırakmadılar, çok afedersiniz Ermeni bile diyenler oldu…

 

4. BİREYSEL ESTETİK YA DA MADDİ KAYGILAR

Çok basit bir örnekle ne demek istediğimizi anlatalım. Eski X-Men üçlemesinde, Storm’u oynayan Halle Berry “oynamaya devam etmek için karakterinin rolünün arttırılmasını” şart koşar ve James Marsden’in canlandırdığı, X-Men çizgi romanlarının belki de olmazsa olmaz tek karakteri Cyclops, Marsden o sırada başka bir projeye (Superman Returns) imza attığı için filmde öldürülür. Başka örneklere ihtiyaç var mı?

Ancak bunlar negatif algılanmış durumlardı. Halle Berry, karaktere bir şey katmadığı gibi seriden de bir şeyler götürmüştür. Bazen bireysel kaygılar, filmi ya da seriyi artıya da geçirebilir. Robert Downey’nin Iron Man’e, Tom Hiddleston’un Loki’ye, Cate Blanchett’in Galadriel’e, Heath Ledger’in Joker’e kattıkları gibi.

Bazı oyuncular da bir şey katmasalar bile, karakteri olması gerektiği gibi oynarlar. Uyarlama bir film için bu yeterlidir de zira zaten oynadıkları karakterlerin içi zaten doludur, bunu doğru düzgün yansıtmak yeterli olabilir. Tıpkı Chris Evans’ın Captain America’sı, Christian Bale’in Batman’i ya da Chris Hemsworth’un Thor’u gibi.

Bazen de yönetmen ya da senaristlerin, bireysel tercihleri ön plana çıkar. Buna ilk olarak film yerine bir diziden örnek vermek istiyorum.

Superman’in gençliğinin daha doğrusu Clark Kent’liğinin anlatıldığı Smallville dizisini ele alalım. Serinin yaratıcıları “Evet esas hikayeyi biliyoruz ancak biz kendi kafamızdaki Superman’i görmek ve göstermek istedik” dediler. Bu yüzden de diziyi, çizgi roman tutkunları pek az seyrettiler zira Superman, kişiliği, güçler, sınırları, görünüşü ve her şeyiyle çok belirgin bir marka haline gelmiştir ve bunu değiştirdiğinizde Superman olmaktan çıkar başka bir şey olur. Buna rağmen dizinin yayınlandığı dönemdeki izlenme oranları fena gitmez, öyle ki 10 sezon boyunca devam eder. Sürüyle çizgi roman okuyan ben diziyi izlemem ancak Superman filmlerini bile izlemeyen, hayatında çizgi roman okumamış olan annem dizinin fanatiği olur. İşte hem bu kategoriye hem de üstteki “hedef kitle değişimi”ne mükemmel bir örnek.

-Abi bir dizi yapıcaz, Superman var ama uçmuyor ve pelerin giymiyor, ne dersiniz? -İyiymiş lan hemen yapalım!
I am Batmaaaaaaaan! (mi acaba?)

Bir diğer örnek ise Christopher Nolan’ın Batman üçlemesinin son filmi olan “The Dark Knight Rises” olabilir. Filmin henüz başlarında Batman’i, sakatlanmış ve Batman olmayı bırakmış halde görürüz. Hatta o kadar içine kapanmıştır ki doğru düzgün kimseyle görüşmez bile.

Bu noktada durup düşünelim. Israrla Bruce Wayne yerine Batman dediğime dikkat ediniz. Örneğin Peter Parker maske giyerek Spider-Man olurken, Batman tam tersine maske giyip Bruce Wayne haline gelir. Kısacası Batman esas karakteri, Bruce Wayne kurmacadır. Yıllarca Batman çizgi romanlarını okuyan herkes bunu zaten farketmiştir, bilmeyen okuyucular için de sanırım güzel bir anektod olmuştur.

Ayrıca Batman’i tanımlayan en önemli karakter özelliği “zeki, cesur, kahraman, dedektif, ürkütücü, savaşçı vs.” olması değil, obsesif (takıntılı) bir şekilde kendini suçla savaşa adamasıdır. Sayısız DC çizgi roman serisinde diğer karakterler pes etmişken Batman’in tek başına, çoğunlukla da kazanılamayacak savaşlara devam ettiğini görürüz.

Çok iddialı bir şekilde söylüyorum, hatta altını çiziyorum (heh bunu hep yapmak istemişimdir) :  “Filmin başında sakatlanıp hayata küsen, filmin sonunda ise Avrupa’daki sosyetik kafelerde tatil yapan bir karakter Batman değildir”

Bu yüzden üçlemenin son filmi başarısız bir Batman hikayesiyken, harika bir sinema filmi olmayı başarmıştır. Neticede Nolan böyle bir film yapmak istemiş, gerek gişe gerekse de eleştirilerden aldığı yorumlarla başarılı olmuştur.

Pist pist, birlikte Suikastçiler Birliğini yıkalım mı?

 

5. ORJİNAL HİKAYENİN YAZILDIĞI ZAMAN DİLİMİ

İşte sıklıkla gözden kaçan ancak son derece büyük önem taşıyan bir konu. Bununla ilgili en büyük örneğimiz Marvel karakterleri (Hulk, Daredevil, Spider-Man) olacaktır.

Karakterlerin yaratıldığı 1960’lı yıllarda radyoaktivite hem bir öcü hem de belirli bir mistizmin ilham kaynağıydı. Bu karakterlerin hepsi güçlerini bir şekilde radyoaktiviteden kazanırlar.

Daredevil, radyoaktif atıklarla kör olur ancak diğer hisleri gelişir ve güçler kazanır. Spider-Man’i radyoaktif örümcek ısırır. Hulk ise gamma patlamasına maruz kalır.

Günümüzde bu tür şeylerle karşılaşan insanların öleceği ya da en iyi ihtimalle kanser olacağını biliyoruz. Ancak bu karakterlerin yaratıldığı yıllarda, radyoaktivite “vooooov olur mu olur hacı” gözüyle bakılan bir fenomendi. Şu yazıda çok güzel bir şekilde belirtilen aşağıdaki diyalog, 20 yıl kadar sonraki çizgi romanlarda belirleyici olur :

Hayranlıkla karışık bir korku, sakinlik ve sükut çöker insanların üstüne. “Atom bizi kurtaracak mı, öldürecek mi?”

Günümüz izleyicisi (hatta bazen okuyucusu da) artık “radyasyondan şey oldu, güç kazandı” gibi basit hikayeleri pek kabul etmiyor. Bu yüzden, karakterlerin, hikayelerin değişmesi, günümüze uyması gerekebiliyor.

Ayrıca, geek diyebileceğimiz adamlar o karakterin sadece filmini izlemedikleri için bu tür şeylere takılmayabiliyorlar. Yani en başında “Spider-Man’in annesi ona hamileyken gözü dışarıdaymış, cinler bunu bir çarpmış oğlu da böyle olmuş duvarlara yapışıyor yaa sorma çok feci” demiş olsalardı bile bile sorgulamayıp kabul edebilirlerdi. Zira geekler için Spider-Man, radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılmış bir karakterden çok daha fazlasıdır. Kendine ait bir yaşamı, gündelik sorunları, aşk hayatı, kaybettiği sevgililer, dostlar hatta kaybettiği düşmanları vardır. Kısacası geek okur/izleyici bazı detayları görmezden gelebilir ancak sinema salonu herkese açık olduğu için gelen izleyici, hikayenin inanılırlığını sorgular. Bu da karakterin ve hikayenin değiştirilmesine yol açar.

Fakat bu sefer de geek okur/izleyici aslına neden uymadığını sorgular, onu da zaten bu yazıda geekyapar okurlarına anlatıyoruz.

Bruce Banner’in süper gücü de atom bombasından ölmemektir!
Superman’i bile öldürdünüz!

Bazen de gündem ve trendler değişir. Örneğin çizgi roman endüstrisi için 1980’lerin ortalarında “Dark Age” denilen bir dönem başlar. Watchmen yazılır, Superman ölür, “Dark Knight Returns” ortaya çıkar ve Batman daha karanlık çizgiye kaymaya başlar, Venom gibi kötü karakterlerin kendi serileri basılır, daha sert mizaca sahip Spawn, Punisher, Cable gibi karakterler ortaya çıkar ya da parlamaya başlarlar.

Doğal olarak bu tür belirgin trendler, sinema endüstrisini de etkileyebilir. Bilindiği gibi 11 Eylül 2001’deki terörist saldırılar sonrası ABD’deki çoğu sektörde bir terör havası esmeye başlamış, o dönemde yapılan tüm işlerde bunun etkisi ve kısa süreli de olsa belirgin bir milliyetçilik akımı başlamıştır.

Günümüze dönelim, son yıllarda yazılmış kaç tane peri hikayesi (bildiğiniz anlamda, ormanda yaşayan küçük, kanatlı perilerden bahsediyorum) görüp duydunuz? Peri hikayeleri, bir çoğumuz sevsek de popülerliğini yitirdi. Çocuklar artık farklı türde hikayeler istiyorlar ve sektörler de buna göre şekil alıyor.

90’lı yıllarda Pokemon ile başlayan Digimon ve diğerleri ile devam eden “yaratık savaşları” teması da iyi bir örnek olabilir. Bir anda alet edevat ya da büyülerle çağırılan yaratıkların dövüşlerini konu alan sayısız oyun ve çizgi film ortaya çıkmaya başlamıştı.

 

6. UYARLAMA OLDUKLARI GERÇEĞİ

Eski dönemlerde de sayısız kitabın filmi yapılmıştır. Bunların bir kısmı birebir aktarılmışken, çok büyük kısmı uyarlama olarak görülmüştür. Fazla kurcalamaya gerek yok, popüler kültürün her alanında yeri olan Dracula ve Frankenstein temalarını ele alalım. Sayısız kez uyarlanmakla kalmayıp, farklı platformlarda da defalarca kullanılmışlardır. Artık orjinal hikayelerini hatırlayan ya da okumuş olanların sayısı bile oldukça azdır ancak isimleri duymayan kimse kalmamıştır. Sadece Dracula’nın Batman’le karşılaştığını da gördük, kılıçlı seksi bir kadın tarafından öldürüldüğünü de, Fatih Sultan Mehmet’i bizzat elleriyle öldürdüğünü de, ölümlü bir kıza aşık olduğunu da…

Sırf bu iki örnek bile, popülarize edilen malzemelerin nasıl tüketildikleri ve tüketim esnasında hangi değişimlere uğradıklarını çok iyi bir şekilde göstermektedir.

Boyun bosun devrilsin inşallah pis adam seni!
Filmler birer paralel evren mi?

Ana akım çizgi roman evrenlerinde (Marvel ve DC), bir tane esas süreklilikte olan hikayelerin geçtiği evren, sayısız da paralel evren vardır. Örneğin ana evrende Batman ve Superman, büyük kahramanlar olarak Justice League’in başındadırlar. Paralel evrenlerin bazılarında ölmüşlerdir, bir diğerinde kötü karakterler olarak Dünya’yı yönetirler, bir başkasında farklı kişiler Batman ya da Superman olmuştur.

Bu yüzden çizgi roman, kitap ya da bilgisayar oyunu uyarlaması olsun, film ya da dizileri aynı evrende geçen hikayeler olarak kabul etmemek gerekmektedir. Aynı temayı kullanan, farklı hikayeler ve hatta farklı karakterler olarak görmek en başından izleyici için bir artı olarak dönüş sağlayabilir.

 

Ezcümle…

Popüler kültür tanrıları ve onların büyük mabeti olan Hollywood, geeklerin ilgi gösterdiği bilim kurgu, fantastik kurgu, çizgi roman, bilgisayar oyunları ve benzerlerini keşfettikçe daha çok sayıda uyarlama göreceğiz. Zaten çoğu şirket, 2020 yılına kadar olan film ve dizi takvimlerini açıkladılar bile. Hobbit ile Tolkien serileri bitmesine rağmen herkesin aklında Silmarillion var ve onun da ne olacağını göreceğiz.

Yine de bu uyarlamaları, buradaki kriterlere göre değerlendirirsek izleyiciler olarak daha doğru bakış açılarına sahip olabiliriz.

dip not : “Hani yazıda Hobbit’ten bahsedecektin” diye soracak olursanız… 2. Filmi o kadar beğenmedim ki halen 3. filmi sinemada izleyip izlememeye karar vermiş değilim. Buna rağmen yukarıdaki kriterleri bilip, kabul etmek ile izlenen filmi “beğenmek” nihai olarak aynı anlama gelmeyebiliyor. 

 

Author

Bık bık bık bık, bık bık : Bık - bık bık bık? Bık - bık bık... Bık - BIK!!! Bık - Bık, bık, bık, bık bık...

19 Comments

  1. B.Alperen Uslu Reply

    Güzel yazı olmuş özellikle işin para kısmı üzücü ve teknoloji. Bu Avatar’ın çekimlerinde olduğu gibi adamın dediği yanlış hatırlamıyorsam; ” Bu filmi çekebilmek için şu kadar yıl bekledim “. Sırf çekebilmek için. Gerçi o devirleri geçtik artık, sadece işin para kısmı kaldı 🙂 Kendi kişisel sıkıntım ise yeni film ve özellikle oyun sektöründe ortak bir piyasa kaygısıyla oluşan ürünler. İçeriklerini kaybediyorlar herkesi memnun edebilmek ve ortak bir paydada buluşabilmek için Bu birazcık can sıkıyor ama adamlarında ekmek teknesi bir noktada ve yazıdaki örnek cuk diye oturuyor benim param ile başkasının parası aynı.

  2. stormshield Reply

    korkunç hobbit reviewunuzdan sonra iyi bi özeleştiri olmuş.

    • Can Sungur Reply

      İnanıyorum ki bu sitenin okurları bir gün bu sitede birden çok yazar olduğunu fark edecek.

      • stormshield Reply

        yok biz geekyapar’ı tek kişi sanıyoduk. hatta adı geek soyadı yapar değil mi?her eleştireni fikirsiz diye etiketlerseniz, asıl fikirsiz kim olur?

          • stormshield

            bu kompleks uzmanlık sorusunun cevabını veriyorum: “siz”

          • Can Sungur

            Uzmanlığınıza güveniyorum, faturayı ofisime gönderin. Şimdi ben fikirsiz olarak etiketlendiğime göre, beni fikirsiz diye etiketleyen ne oluyor?

          • stormshield

            tebrikler argümanın içini dışına çıkarınca otomatikman haklı oldun. kahvede evrim teorisini çürüten amcalar hiçbişeymiş. 6-12 yaş grubu cevaplarınla her atışta karavana sıktığın gibi marka değerinizi de yok ediyosun. eleştiriye katlanamıyosan internette işin ne? komik olan ilk yorumum eleştiri bile değildi.

          • stormshield

            kriz yönetiminiz harikaymış. eleştireni ezmeye çalış, altından kalkamayınca Geekyapar editör adını “guest”e düşür. derp.

  3. batman kısmına çok katılıyorum. herkes filmi sever el üstünde tutar ama yönetmenin fantazileri karakteri aşmıştır, biz çizgi roman okuyucularının ya da en azından benim C.Nolan filmlerini sevmeme rağmen batman özelinde beğenmediğim bi film. hep gişe kaygısı bunlar 😀

  4. alp demirkabız Reply

    yazı güzel eleştirim sizinle ilgili değil. la şu düşünceyi anlamıyorum ben: kitleyi genişletecez diye işlevi olmayan karakter/hikaye ekleme olayını. o tauriel-cüce aşkı için giden var mıydı filme çok merak ediyorum. eklediniz de noldu ey yapımcılar? iki salak feministin gösterisinden mi çekiniyolar acaba. velev ki hiç kadın karakter olmasın napak yani tolkien abi öyle yazmış. eleştirenler de adam olsun ursula le guin i filme çeksin. içinde karı kızın peşinde koşacağı boş bi jigolo karakter yok diye erkekler tepki mi gösterecek, kafaya bak la. adam gibi çeksinler izleyici kitlesinin yüzde doksanı erkek olur.

  5. Shadow in the Dark Reply

    Yazıda gerçekten güzel noktalara değinmişsiniz ama keşke sonlara dogru spoiler patlatmasaydınız.(Fatih Sultan Mehmet)

  6. dediklerine tamamen katılıyorum. bu işe genel ön yargı sebebi çoğu değişikliğin çok ucuz değişimlerle yapılması yoksa geçmişe dönüp bakarsak tdkr yazıldıgı dönemde de batmane ihanet etmiş gibi görünen bi seri ama bugun bakınca aşırı iyi.

    dipnotun olan hobbit 3 konusunda da kesinlikle gitme extended ını izlersin. ama hobbit 2 filminin smaug-bilbo sahneleri için hobbit 3 e ve 4 e bile parar verirdim cumberbaby ve martin abinin karsılıklı sahnesi tüm seriyi gözümde kurtarıyo 😀 birde 2. filminde extended ını izle bi ara harbi extended sahnelermiş ama kitabı okuyana güzel geliyo bence. zaten inanıyorum 3 filmi 4 saate indiren bi cut ı biri hazırlayacak o zaman rahatalayacak herkes.

  7. Hamit Gökalp Reply

    10 numara 5 yıldız bir yazı ama DKR’ın sonu hakkında yazdığınız şey “olmamış”, sadece onu söyleyeyim.

  8. Gerçekten çok aklı başında bir yazı olmuş, tebrikler, büyük keyif alarak okudum ve hislerimin artık bir tercümanı var

  9. Kardaş batman ve superman eleştirine hayran kaldım sağolasın.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.