Bundan yaklaşık bir hafta önce, dünyanın Avrupa kıtasına düşen bir kısmından çok sonra da olsa ülkemizde vizyona giren Dune filmi, kitapları okumuş olsunlar ya da olmasınlar, izleyenlerin hatırında kalacak çok fazla iz bıraktı. 2021’in en çok beklenen filmlerinden biri olan Dune, Denis Villenueve‘ün yönetmenliğinde beğenildi, yine yaklaşık bir haftadır da hepimiz, onu konuşuyoruz.
Başında zaten kocaman Dune Part 1 yazısı olan filmin, ikincisinin geleceğini gayri-resmi olarak bilsek de resmi açıklama da henüz gelmişken ve bizler de hâlâ Dune konuşmaya doymamışken, filmi ne kadar beğendiğimizi şurada spoilersız ve şurada da spoilerlı olarak paylaşsak da bir türlü yetinemedik. Nihayetinde ise kitap serisini bitirmiş olmanın verdiği yetkiye dayanarak, bu güzel uyarlamada kitaplardan filme, nelerin değiştiğini, şöyle bir listelemek istedik.
Aman diyeyim, uyarısız kalmayalım: Görselden sonra hem serinin ilk kitabı hem de Dune filmi hakkında bolca spoiler bulunacaktır!
1. Arrakis’te Yaşam ve Ekosistem
Dune’un bilim kurgu ve fantastik ögeler taşıyan bir eser olmasının yanında yoğun bir politik tarafı olduğunu biliyorsunuzdur. Bu üç temaya ek olarak Dune, bugünün sorunlarına parmak basacak şekilde ekolojik de bir eser. Coğrafya ve iklim, bugün insanların kaderini etkilediği gibi, günümüz insanlığından yaklaşık yirmi bin yıl sonra, Arrakis’in sakinlerini de etkiliyor.
Kitapta Arrakis, kişileşen bir gezegen ve deyim yerindeyse Dune serisinin ana kahramanlarından birisi. Arrakis’in öne çıkan iki temel özelliği var: İlk olarak Dune, bir çöl gezegeni ve içerisinde su bulunmuyor. İkinci olarak ise gezegende melanj isimli, fantastik özellikler barındıran bir baharat bulunuyor ki bu baharatı da dev solucanlar üretiyor. Bütün bir gezegenin binlerce yıllık serüvenini, içinde yaşayan ve yaşayacak olan herkesle birlikte etkileyen bu iki unsur, seri için çok temel bir noktada duruyor.
Su
Dune’un ekonomisi içte suya, dışta ise bütün bir imparatorluk için melanja dayanıyor diyebiliriz. Su, gezegen sakinleri arasındaki iktidar ilişkilerini, rol ve statüleri, insanların yaşam biçimlerini, kalıp davranışlarını ve yüzyıllar içerisinde oluşturdukları gelenek, görenekleri kendi başına belirliyor. Suyu kontrol edenler, Arrakis’teki en büyük geçer akçeyi kontrol ediyorlar ve mesela gezegenin Seyyar Su Satıcıları Birliği isimli bir kuruluşu bulunuyor, sokaklar bu satıcıların sesleriyle çınlıyor. Dilenciler Arrakis’te su için dileniyorlar ve fakir halk, zenginlerin kapısında, onların daha önce kullandıkları atık sulardan yararlanabilmek için bekliyor. (Buraya Dune, sayfa 178’deki paragraf gelecek). Dük Leto, özellikle bu son geleneği yani su damlatma geleneğini değiştirdiğinde farklı tepkilerle karşılaşıyor.
Atreides Hanedanı’nın yerleştiği Arrakeen’deki idare sarayında bulunan sera, suyun yönetenler ile yönetilenler arasında nasıl bir ayrıma sebep olduğunun en büyük sembolü olabilir. On metrekarelik bir alanda, içerisinde çeşitli egzotik bitkilerin bulunduğu bu oda; yaklaşık 1000 kişinin ihtiyacını karşılayabilecek kadar su tüketiyor ve Fremenler, bir statü göstergesi olarak suyu israf eden bu odadan nefret ediyorlar.
Elbette su, Arrakis’in şehir kesiminin yanında görece göçebe bir topluluk olarak nitelendirebileceğimiz, gezegenin yerlileri olan Fremenler’in hayatında daha büyük bir yere sahip. Fremenler, su kaybını en aza indirebilmek için damıtıcı giysi adı verilen özel kıyafetler giyiyorlar ve gün içerisinde kaybettikleri suyu tekrar dönüştüren bu giysi sayesinde vücut sıvılarını tekrar kullanabiliyorlar. Su israfı, en çok kaçındıkları şey ve bu yüzden hayatta kalmak için yapmak zorunda oldukları bazı şeyler zamanla onların kültürlerinin bir parçası hâline gelmiş. Onlara göre bir insanın suyu, kabilesine ait ve bu yüzden aralarından biri öldüğünde, kendisinden arta kalan tüm su, buna içme suyunun yanında vücut suyu da dâhil elbette, kabilesine miras kalıyor. Eğer birini öldürürseniz, kişisel eşyalarının yanında suyu üzerinde de hak iddia ediyorsunuz. Bu da onların zaman zaman kan içicilikle suçlanmasına neden oluyor. Su, bu denli önemli olduğu için Fremenlerce ağlamak normal zamanda hoş karşılanmıyor ancak bu kültürün içerisindeki birisi, bir başkası için ağladığında bu, aynı zamanda onun vücut sıvısını bağışladığını, yani samimiyetini gösteriyor. Tükürmek de benzer şekilde, sadece Fremenler için, bir saygı ve özveri belirtisi olarak geçiyor.
Filmde Arrakis’te suyun yokluğu ve suyun öneminden bahseden birkaç sahneye şahit olduk. Paul’un Arrakis’e gelmeden önce rüyalarında gördüğü, Arrakis’te ilk kez giydikleri ve tüm Fremenler’in üzerinde olan damıtıcı giysi, en başta geliyor elbette.
Suyun kültürel etkilerine dair en bariz sahne ise Javier Bardem’in Stilgar’ının Dük Leto’nun huzuruna gelip, onun önüne tükürmesiydi. Dük ve maiyeti en başında bunu bir saygısızlık olarak algıladılarsa da Jason Momoa imdada yetişerek, Fremen kültüründe bu hareketin tam aksine bir saygı belirtisi olduğunu açıkladı. Bu sahne, birebir kitapta da yer alıyordu.
Suyun bir statü göstergesi olması ve saraydaki seraya da Paul’ün bahçıvanla hurma ağaçları hakkında konuşması esnasında şahit olduk. Burada ağaçların, gezegende erişimin kısıtlı olduğu suyu israf ettikleri hakkında birkaç cümle geçiyordu. Fakat bu bahçenin sembolik anlamından, sokaklarda su satanlardan, su için dilenenlerden ve gücü elinde bulunduranların atık sularını fakir halkla paylaşmasına yönelik aşağılayıcı âdetlerden bahsedilmedi.
İkinci olarak ise Jessica ve Paul’ün kaçışları esnasında Fremenler ile karşılaşması ve Fremenler’in, Paul’ü işlerine yarayacağı için yanlarına kabul etmeleri ancak Jessica’yı kabul etmeyip, suyunu almakla tehdit etmeleri söz konusuydu. Bu ‘suyunu alma’ meselesi filmde çok net açıklanmadı ancak Leto ve Stilgar sahnesi ile damıtıcı giysi hakkındaki konuşmaların ardından, neyin kastedildiği yeterince açıktır sanırız. Ancak Paul’un en azından bu film süresinde, kitaptakinin aksine Fremen rakibini öldürdükten sonra ağlamaması, onun Fremenler’in arasına kabulü için eksik kalan bir detay olmuş.
Melanj
Dune’un ikinci temel unsuru Melanj yahut baharat hem iç hem de dış ekonomide büyük bir öneme sahip. Baharat, yetisi olan insanların geleceği görmelerini sağlıyor, kendisini kullananların yaşlanmasını geciktiriyor ve bir uyaran işlevi de görüyor. Baharatın tüm bu özellikleri, imparatorluk sakinleri için önemli zira baharatın sağladığı görüler olmadan uzay gemileri rotalarını çizmekte zorlanıyorlar, bürokrasi oyunları baltalanıyor yahut Bene Gesserit gibi daha sihir-vari işler yapan zümreler, yeteneklerinden yoksun kalıyorlar. Bunun yanında her uyaranda olduğu gibi melanjın da bağımlılık yapması söz konusu, bu da tek başına onun piyasa değerini artırmak için yeterli. Melanj bağımlılığı, gözlerin mavileşmesiyle kendisini fiziksel olarak da belli ediyor.
Melanj’ın kaynak gezegeni, içerisinde barındırdığı ve ancak o gezegenin şartlarında yaşayabilen solucan nüfusuyla Arrakis. Dolayısıyla Arrakis’i kontrol etmek bir anlamda siyaseti, ticareti, ulaşımı, eğlenceyi, yaşamı kontrol etmek demek. Bu da hanedanlar arasındaki güç dengelerini yakından etkiliyor elbette.
İçte ise melanj üzerinden dönen bu ekonomi, Arrakis’in bilerek çölleştirilmesine ve içerisindeki halkın, sömürgeleştirilmesine; yerlilerin çöle çekilip, içine kapalı ve dışarıdan ‘vahşi’ olarak nitelendirilebilecek bir hayat tarzıyla yaşayan milis güçlere dönüşmesine sebep oluyor. Fremenler, böyle doğuyor. Hikâye aslında tanıdık; Amerika, Ortadoğu, petrol. Bu yüzden Dük Leto’nun solucan tehdidi karşısında depodaki baharatı, çalışan insanlar için feda edebilmesi de onun karakteriyle ilgili hem bizlere hem de Arrakis’tekilere çok fazla şey söylüyor.
Melanjın Jessica ve Paul’un hikâyesinde, Paul’un bir peygamber olmasında, ona Kuizatz Haderah denmesinde çok büyük bir yeri var. Fakat şimdi konumuz bunlar değil. Melanjın Arrakis sakinleri için bu fantastik özelliklerinin yanında bambaşka bir önemi de var, onların başlıca besin kaynağını oluşturuyor. İçerisinde suyun çok az bulunduğu, hâliyle yaşamın da az bulunduğu bu gezegende baharat, mutfaklarında da azami önem taşıyor. Bunun üzerine melanjın fantastik özelliklerini eklediğinizde, Fremenlerin ekosisteme olan bağını en temel noktadan nasıl tahsis ettiğini daha rahat anlıyorsunuz.
Beslenmek için melanja bağımlı olan, melanjın da kendisine bağımlılık türettiği Fremenler’in inanç sistemi, yine melanja göre şekilleniyor. Melanjı üreten Solucan’a Şeyh Hulud adını veriyorlar ve onu yaratıcının dünyadaki yansıması olarak görüyorlar. Solucan besin, solucan enerji, solucan para, solucan hayat demek. Solucan dişinden yapılan bıçakların bu kadar kutsal olmasının sebebi de burayla ilgili.
Filmde izleyiciye melanjın ne olduğu, uzun cümlelerle açıklandı ve yine hem Paul’ün rüyalarında hem de karşılaştığımız Fremenler’in gözlerinde ona dair fazlaca iz bulduk. Burada iki temel eksik var; birincisi melanjın yeteneği olan kişilere bağışladığı güç ve ikincisi ise muhtemelen ikinci filme sakladıkları için, melanjın diyetin bir parçası oluşu. Geleceği görme gücü Paul’un solucan saldırısı esnasında baharata fazla yaklaşması ve burada, bu sefer uyanıkken bir rüya görmesiyle biraz verilmek istenmiş. Ancak bu iki konunun açıklanmaması, melanjın yaratıcısı solucanları birden çok kez görsek de onlara yüklenen kutsallığın sebebinin ve Şeyh Hulud isminin, billurbıçağın önemiyle birlikte biraz havada kalmasına neden olmuş.
Paul ve solucanın karşı karşıya geldiği sahne ise kitapta bulunmamakla birlikte Paul’a yüklenen peygamber vasfını böylece temellendirmek için yazılmış sanırız. Solucanla Paul arasında organik bir bağlantı kurup, kendisine tapanlar da dâhil herkesin korktuğu devasa bir solucanı, Paul’a bir nevi saygı duyarak gösterdikleri bu sahnenin eklenmesinin sebebi, bu olsa gerek.
Bununla beraber melanj ve filmin sonunda solucan süren birini gördüğümüz sahnenin de bir kanıt oluşturduğu üzere solucanlar, ilk kitabın henüz uyarlanmayan ikinci kısmında daha yoğun bir etkiye sahip olacaklar. Bu yüzden tüm bu eksikliklerin ikinci filmde kapatılabilmesi de mümkün.
2. Arrakeen’deki Yemek Daveti
Kitapta yer alıp da filmde es geçilen bir kısım var ki hemen herkesin dilinde, burayı görememiş olmanın hayal kırıklığı dolaşıyor. Atreidesler’in Arrakis’e varmasından çok kısa bir süre sonra, malikanelerinde gezegenin güç sahiplerinden seçilmiş insanların davet edildiği resmi bir yemek düzenleniyor. Filme dâhil edilmeyen bu yemek daveti, Arrakis’teki aktörleri yakından tanımak, gezegenin genel işleyişini öğrenmek, burada yaşayan halkın kültüründen haberdar olmak, iç politik dengeleri tartmak, Dük ve Jessica arasındaki ilişkiyi anlamak ve özellikle de Liet Kynes’ın neden onlara yardım etmeye karar verdiğini vurgulamak için önem taşıyor.
Yemeğe davet edilenlerin arasında su nakliyatçısı Lingar Bewt, gezegen bilimci Liet Kynes, Lonca Bankası temsilcisi, damıtıcı giysi imalatçısı ve Esmar Tuek isimli bir kaçakçı da bulunuyor. Yemek esnasında hepsi kendi çıkarlarının gerektirdiği şekilde birbirleriyle konuşan davetlilerden Arrakis hakkında pek çok şey öğreniyoruz. Davetlilerden birinin bir Harkonnen ajanı, ikisinin ise serinin sonraki kitaplarını yakından etkileyecek kimseler olması da konuşmaların önemini artırıyor elbette.
Taht Oyunları gibi pek çok sevdiğimiz, politika ağırlıklı, küçük hesapların, sivri konuşmaların ve hazırcevaplıkların yapıldığı bu yemekte gerçekleşen konuşmalardan en önemlisi, şüphesiz ki Liet Kynes’ı ve kaçakçıyı Atreidesler’e yardım etmeye ikna eden, malikane içerisindeki limonluğa dair konuşma. Arrakis’teki damlatma geleneğini artık kaldırdığını açıklayan Dük Leto’ya hitaben sorulan “Peki ya evinizdeki limonluğu ne yapacaksınız? Orayı elinizde tutarak millete hava atmayı sürdürecek misiniz?”, sorusuyla başlayan bu konuşma, Jessica’nın akıllıca cevabıyla Arrakis’in ikliminin değiştirilmesine odaklanıyor ve böylece hem Paul hem de bizler, Liet Kynes’ın Fremenler için neden önemli olduğunu; Paul’un ise neden bir kurtarıcı olarak benimsendiğini daha iyi anlıyoruz.
Ayrıca bu yemek davetinin bitişinden bir sayfa kadar sonra olanlar, kitap için büyük bir kopma noktasını teşkil ediyor. Hâliyle filmde bu davete hiç yer verilmemiş olması hayranlar için hayal kırıklığı yaratıyor.
3. Hain Kim?
Kitapta, Atreidesler’in Arrakis’e yerleşmesinden itibaren başlayan ve doğrudan yahut dolaylı olarak kitabın sonuna kadar süren bir ‘hain arayışı’ mevcut. Bu hikâyenin arka planında Paul’un odasına o uyurken gönderilen ve malikanenin içerisinden kontrol edilen bir arayıcı avcının ortaya çıkması, Shadout Mapes’in Paul’a aralarında bir hain olduğunu söylemesi, tam bu sıralarda Jessica’nın limonlukta kendisine Atreides hanesine yakın birinin Harkonnen casusu olduğuna dair bırakılan şifreli bir not bulması ve Harkonnenlar’ın bilinen istihbarat memurlarından birinin, Jessica’yı hain olarak göstermek için yazılmış bir notla yakalanmasına izin vermeleri var.
Kitabın büyük bir bölümünde etkili olan bu şüpheler, karakterlerin düşünce ve hareketlerini etkilediği gibi, birbirleriyle olan etkileşimlerini de şekillendiriyor elbette. Leto, istemeyerek de olsa Jessica’dan şüpheleniyormuş gibi davranmak zorunda kalıyor, Jessica bundan haberdar olmadığı için Dük’ün neye kızmış olabileceğini düşünüyor; Paul her şeyi bilse de annesine söyleyemiyor.
Kitapta yemek davetinin bitişinden hemen sonra, Duncan Idaho’nun fazla baharatlı içkiden sarhoş olup; Atreideslerin mentatı Thufir Hawat’ın Jessica’nın hain olduğundan şüphelendiğini ve kendisinin de onu göz hapsinde tutmakla görevlendirildiğini ağzından kaçırıyor. Kendisinden şüphelenildiğini öğrenen Jessica, Thufir Hawat ile konuşup onu hain olmadığına ikna etmek istese bile buna çok vakti olmuyor çünkü hemen arkasından, Dr. Yueh’in ihaneti gerçekleşiyor. Paul ve Jessica, asıl hainin kim olduğunu öğrenseler de diğer pek çok kişi için hainin Jessica olduğu şüphesi devam ediyor.
Filmde, Paul’a malikanenin içerisinden birinin katkısıyla suikast düzenlenmeye çalışılması, kitaptakiyle neredeyse birebir bir şekilde yer alıyor. Ancak içeride bir hainin olduğu bilgisine dair birkaç kelimenin ardından, bu konuyu kapatıyoruz. Kısa bir süre sonra da asıl hainin Dr. Yueh olduğunu görüyoruz zaten.
Ne limonluktaki not ne Harkonnenlar’ın ulağı ne de Thufir Hawat’ın yahut Duncan Idaho’nun Jessica’ya dair şüpheleri, filmde yer almıyor. Öte yandan kitabın ikinci kısmını anlatacak olan ikinci bir film yolda, belki “Hain kim?” arayışlarının başlangıcını değil ama gelişme ve sonuç bölümlerini orada izleyebileceğizdir?
4. Liet Kynes
Kitap ve film arasındaki belki de en önemli değişikliklerin çoğunun, Liet Kynes ile ilgili olduğunu söyleyerek devam edelim. Ve hayır, bu değişikliklerden en önemlisi karakterin bir kadın tarafından canlandırılması değil.
Kitabın ilk yarısında Liet Kynes’ı fazlaca görüyor ve Arrakis’teki yerinin ne kadar önemli olduğunu giderek daha iyi anlıyoruz. Atreidesler gezegene geldiğinde birçok resmi ve gayrı-resmi unvanı kendisinde taşıyor: Gezegen bilimcisi, İmparatorluk tarafından atanmış Değişim Yargıcı ve Fremenler’in gizli lideri. Bu unvanlarının ilk ikisini babasından miras almış ama babasından miras aldığı tek şey bu unvanlar değil. Liet Kynes, babasının gezegeni yavaş yavaş sert bir çöl dünyasından yağışlı, yeşillikli, ılıman bir dünyaya dönüştürme amacını sürdürüyor ve bununla kalmayıp bütün hayatını Dune’un ekolojik reformuna adıyor. Bunun yanında babasına ek olarak bu amaca ulaşmanın belki de tek yolunun Fremenler’den geçtiğini anlayıp, onlarla yakın ilişkiler kuruyor. Zamanla onları gezegenlerinin ekolojik reformunu gerçekleştirebileceklerine ve bu yolla gezegenlerinin özgürlüğünü de tekrar ellerine alabileceklerine ikna ediyor. Bu yüzden Fremenler arasında bir yol gösterici olarak değer görüyor.
Fremenler ile geçirdiği zamanın ardından kendisi de doğuştan olmasa dahi onlardan biri hâline gelen, onların kültürünü ve inançlarını paylaşan Kynes, Atreidesler gezegene geldiğinde, ilk başlarda onlara karşı şüpheyle yaklaşsa da sonrasında gerek Dük Leto’nun yönetim anlayışı gerek Jessica’nın zekice yorumları gerekse de yıllardır Fremenler’den dinlediği dini efsanelerin etkisiyle Paul’un hayatının kurtulmasına yardım edip, Fremenlerce kabul edilmesinin de yolunu yapıyor.
Jessica ve Paul’un kaçmasına yardım ettiği anlaşıldıktan sonra Harkonnenlar tarafından su ve damıtıcı giysisi olmadan çöle terk ediliyor ve kitaptaki doğrudan varlığı, Atreidesler için göze aldığı bu yalnız ölüm ile sona eriyor. Ancak Kynes’ın Paul ve Atreideslerle tek bağlantısı bu değil. Kendisi aynı zamanda Paul’un tanışmadan önce tanıdığı, görülerinde sevdiği Chani’nin de babası.
Filmde Liet Kynes’ı kısıtlı bir zamanda gördük ve ne geçmişi ne de ekolojik vizyonu hakkında bizlere herhangi bir bilgi verilmedi. Bunun yanında damıtıcı giysi ve Fremenler hakkındaki bilgi düzeyinin, bir de Paul’a gösterdiği ilginin haricinde Fremenlerle olan bağlantısına da çok değinmediler.
Kynes ile Chani’nin arasında bir akrabalık olup olmadığı da yine filmde değinilmeyen bir başka unsur olarak dikkat çekiyor. Fakat belki bunu ve Kynes’ın geçmişi, amaçları, adanmışlığı hakkındaki pek çok şeyi de ikinci filme bırakmışlardır ve telafi edeceklerdir.
Ekran süresi başka konulara odaklandığı için, en azından hayranlara Kynes’ı hatırlayacak güzel bir sahne vermek adına, Kynes’ın ölümünü değiştirmişler ve bu kısım için, içerisinde filmde gördüğümüz üç solucandan birini barındıran, epik bir sahne yazmışlar sanırız. Yine de Paul Atreides’in Dune’da başlatacağı her şeyin fitilini yakan bu karaktere hemencecik veda etmek zorunda kalmak bayağı üzücü.
5. Sardaukarlar
Jessica ve Paul’un Harkonnen tarafındaki Sardaukarlar’dan kaçışı ve Fremenler ile karşılaşmalarından bahsetmişken listeye, Sardaukarlar ile devam edebiliriz.
İmparatorluğun ordusu; Sardaukar adı verilen, üstün dövüş yetenekleri ve katıksız acımasızlıkları nedeniyle Bilinen Evren’de korkulan elit askerlerden oluşuyor. Savaştaki yetenekleri bir hapishane gezegeni olan Salusa Secundus’ta maruz kaldıkları zorlu çevre ve acımasız disiplinden geliyor. Bu elit ordu, imparatorluğa bağlı olduğu için sadece onun çıkarları söz konusu ise devreye giriyor elbette.
Kitapta Harkonnenler, imparator ile de anlaşarak Atreidesler’e saldırdıklarında Sardaukarlardan yararlanıyorlar. Ancak bu saldırının içerisinde imparatorluğun payının olduğunun bilinmemesi gerekiyor zira öbür türlü diğer güçlü haneler ve politik aktörler de güçlerini birleştirip, imparatorluğu zora sokabilirler. Bu sebeple normalde kendilerine ait bir üniforması bulunan Sardaukarlar, Arrakis baskını esnasında Harkonnen askerlerinin kılığına giriyorlar.
Filmin kitapta yer alan politik pek çok arka plan bilgisini eksik bırakmasıyla ilgili bir farklılık olarak Sardaukarlar, filmde sadece kılık değiştirmemekle kalmayıp, bir de üzerine saldırıya geçerken herkes kendilerinin imparatorun emriyle geldiklerini anlasın diye “Sardaukaaar!” nidalarıyla koşturuyorlar. Bu da hâliyle serinin devamına yönelik pek çok hikâye ağını etkileyecektir diyebiliriz.
İki farklı medya arasında yapılan bir uyarlamadan bahsettiğimiz için filmde, Gurney’in basiletini çalmamış olması, Dük Leto’nun ölümü, Jessica ve Paul’un kaçışları, Duncan Idaho’nun kaderi, Paul’un Jamis ile mücadelesinde yardım almaması, Feyd Rautha’yı görmememiz gibi, kitaptaki aslından farklı olarak izlediğimiz daha pek çok şey var elbette. Bunların arasından bizlerin gözüne çarpan en önemli değişiklikler bunlar oldu; sizler de kendinizinkileri yorumlara yazmayı ihmal etmeyin.
Gölgeniz ve suyunuz bol olsun!
2 Comments
Dedikleriniz doğru. Fakat ne yapalım 2 saat 35 dakikada bu kadar oluyor. Dune’un ilk kitabının yarısını tamamen mükemmel ve eksiksiz bir şekilde anlatmak bile çok zor. Hele hele ikinci kitaptan sonra işler iyice senarist ağlatan boyuta geliyor. LOTR gibi değil. İnsanların “Ama LOTR bunu başarmıştı” diye karşılaştırma yapmaları hoşuma gitmiyor. LOTR bir halk masalıdır. Dune daha çok bir tarih kitabı gibidir. Tarih, masallardan her zaman daha çetrefillidir. LOTR’da Tom Bombadil’i filmden çıkar, hikaye anlamından ve ana fikrinden hiçbir şey kaybetmez. Bombadil kitapta güzeldir, filmde işe yaramaz. O yüzden LOTR’da film için yapılan eksiltmeler o kadar sıkıntı meydana getirmez. Ancak Dune’da bir yemek sahnesini çıkarmak bile hikayede bir deliğe sebep oluyor. Ayrıca kitaptaki en ufak hareket bir ayrıntı bile kritik bir şekilde asıl meseleye bağlanıyor. Ancak ne yapalım, kitapta Dune’a çeşni katan o meşhur kısımlar kısaltılarak bile eklenseydi film 3 saat 15 dakikaya uzayabilirdi. 2 saat 35 dakikaya sığmaz. Bazıları sırf eleştirmek için ne bu kitabı iki buçuk saatte özetleyememek ne kadar beceriksizce gibi saçma sapan şeyler söylüyorlar. Sanki kendileri tüm kitabı bu sürede gerçekten hakkıyla beyaz perdeye uyarlayabilceklermiş gibi ileri geri konuşuyorlar. Zamanında Orlando Bloom Legolas’ı oynadı diye somurtanlarla, aynı zihniyet. Olumsuz eleştiri yapacaklarsa başka yerlerden vursunlar. Neyse, artık daha fazla LOTR ve Dune karşılaştırması yapmak istemiyorum. İkisi çok farklı eserler, ikisini de kendi içlerinde değerlendirmek gerek. Birinin film uyarlamasi da bu sebepten ötürü ötekine teknik ve hikaye anlatımı açısından asla benzeyemez. Ancak yine karşılaştırmaya girecek ama yine de söylemeliyim ki bazıları “LOTR filmlerinde önce bize hikaye anlatiliyor, böylece evrene giriyorduk sonra da olaylar başlıyordu. Dune’da da bu olmaliydi” diye yine gereksiz ve saçma bir noktadan eleştirmişler. Mümkün olduğunca sadık bir uyarlama yapacaksan orijinal yazarın anlatım tekniğine benzer bir yol seçmelisin. LOTR’un ilk kitabında Tolkein önce uzun uzun uzun masal anlatarak insanlara kurduğu dünyayı anlatır, betimlemelerle ahalinin yaşantısını gözler önüne serer ve Gandalf’a esase meseleyi anlattırdıktan sonra asıl macerayı başlatır. Herbert ise kitapta olaya direk pat diye dalar ve evreni hakkındaki bilgileri aralara sıkıştırır. Çoğu zaman da bir kitapta kesinlikle anlayamadigimiz bir detayı öteki kitaplarda açıklar. Ya da ilk kitabın arkasindaki Appendix kismindan ek bilgi olarak öğreniriz. Bazı şeylerde de hiç ayrıntıya inilmez. Peter Jackson Tolkein in anlatimina uygun iş yapmıştır. Villenueve de Herbert gibi olaylara gitmiştir. Bunda hiçbir sıkıntı yok. Öyleyse Villenueve nerede eleştirilebilir? Keşke aralara serpiştirdigi bilgilerde biraz daha fazla detaya inseydi. Ayrıca keşke filmde arada kehanet hayallerinde Paul, Paul, Paul kelimelerinin arasında hiç olmazsa bir defa Müaddib deselerdi. Şehir halkını e yasamini bir iki sahneyle hizlica gosterselerdi. 5-10 dakikaligina yemek davetini özet geçselerdi. Yueh’nin Paul e Orange Katolik Incilini verdigi sahne olabilirdi. Böylece incilin Butleryan Cihadi hakkindaki ana fikrine girilip evreni hakkinda önemli bir detaya girilmis olurdu. Piter in Yueh e psikolojisi baski yaptigi ve mentatlarin nelere kadir olduguyla ilgili aciklama yapan minik bir kisim olabilirdi. Liet meselesi bir tık daha detaylı olsaydı keşke. Ancak bunun için filme başta, ortada ve sonda toplamda yaklasik 30 dakika eklenmeliydi. Eklense de olurdu. Neden 3 saatlik filmlerden korkuyorlar? Tempoyu biraz daha artirip beynini Marvel ve DC ye alistirmis olanlarin sıkılmasını engellerdi. Yoksa adam 2 saat 35 dakika anlatabilecegi kadar anlatmis. Hiç gereksiz sahne ve diyalog yok. Yalnizca Chani yi kehanet hayallerinde daha az göstererek kazanacaklari birkaç dakikayla evren hakkindanki ara bilgileri arttirabilirlerdi. Paul diye haykirislari azaltip Müeddib i sıkıştirabilirlerdi. Bunlar da nazar boncuğu olsun.
Paul’un gözyasi dökmesi zaten Jamis’i oldurdukten daha sonra siyeç cenazesinde oluyordu. Umarim o kismi Part 2 nin başında kısaca görürüz.
Sardaukar meselesi keşke kitaptaki gibi kalsaymis. Ancak filmdeki de hiç fena değil. Çünkü yine de o gizliliği bir şekilde vermiş. Atreides iletişim sistemi çökmüş, Arrakis te uydu yok, Arrakis e büyük imparatorluk savaş gemileri ve uçakları inmjyor, Sardaukar da sadece üç tabur olacak şekilde Harkonnenlere özel destek birliği görevi görüyorlar ve Liet Büyük Hanedanlara haber veremeden ölüyor.
İkinci part çok daha çetrefilli ve kritik. 2 saat 35 dakikaya asla sığmaz. En az 3 saat olmalı. İnşallah mükemmel bir devam ve bitiş senaryosu görürüz de senelerce konuşuruz. Villenueve ve ekibine akıl, fikir ve kolaylıklar dilerim. WB’u da Allah şaşırtmasın.
“Bless the maker and his water.”
Ayrıca şunu da belirtmem gerekir ki Dune gibi edebi başyapıtların asla kitaptan daha iyi ya da kitaplar eşit derecede kaliteye sahip birebir uyarlanması yapılamaz. Ne dizide, ne filmde ne de çizgiromanda…Bu gerçeği kabul etmek gerek.
Bu tür kitaplardan uyarlanmış filmler ancak dizi olarak tüm detaylarıyla aktarılabilir. Dune serisini 1998 yılında okumuştum. Muaddib’in solucan tanrıya dönüşmesi falan. Filmler kitapları asla yeterince anlatamazlar.