Bu sene bittiğinde iki büyük yönetmenden, iki büyük İncil filmi izlemiş olacağız. Bunlardan ilki, geçtiğimiz aylarda vizyona giren Darren Aronofsky imzalı Noah. Diğeri ise 12 Aralık’ta çıkacak olan ve Hz. Musa’nın hikayesini anlatan Exodus: Gods and Kings. Noah bir hayli yüksek bir gişe başarısı elde etti, Exodus da çıkış tarihi itibariyle belli ki yapımcı şirket tarafından bir Oscar yarışmacısı olarak görülüyor. Bu böyle giderse, İncil hikayeleri moda olabilir ve beni bilen bilir; İncil hikayeleri eskiden beri beni büyülemiştir.
Batı dünyasının bol keseden yarattığı fantastik dünyaların hepsinin temeli Hristiyan mitolojisine dayanır. Adem ve Havva’nın yaradılış hikayesi, Antediluvian dönemi, Büyük Tufan, Ye’cüc ve Me’cüc, Davut ve Golyat… Bunları araştırmak, okumak muazzam tecrübelerdir.
Dedim ki, madem Exodus ve Noah’dan sonra İncil filmlerinde bir yükseliş ön görmek mümkün, o zaman bu ikiliyi enteresanlık ve çarpıcılık bakımından geçecek İncil hikayelerini listeleyelim. Dikkatinizi çekeyim, bu kesinlikle filmlere karşı bir gönderme değildir, hatta Aronofsky ve Scott gibi yönetmenler değil de; sıradan insanlar çekerse aşağıdaki hikayeler bir Grown-Ups 2 dahi olmayabilir. Sadece, şu aşağıdaki İncil hikayeleri, işbu mütevazı yazarınızı etkilemiştir; kendisi sizlerle bunu paylaşmak istemektedir.
Buyurun efendim.
1. Habil ve Kabil
Kuran-ı Kerim’de de kendine yer bulan Habil ile Kabil, ya da İngilizce’de bilinen isimleri ile Cain and Abel; bu mitolojinin en bilinen hikayeleri arasındadır. Adem ve Havva’nın ilk çocukları olan Habil ve Kabil’in sık rastlanan hikayesi zaten meşhurdur; Kabil tarlayı sürer, Habil ise hayvancıdır. Zaman kurban vermeye geldiğinde, Tanrı Habil’in ona önerdiği yeni doğan hayvanları kabul eder, Kabil’in sunduğu ürünlere ise burun kıvırır. Bunun üzerine kıskançlıktan kırılan Kabil, kardeşini açıklığa götürür ve orada canını alır. İlk cinayet işlenmiştir.
Geri döndüğünde, Tanrı ona Habil’in nerede olduğunu sorar. Kabil, cevap olarak, “Ben neyim, kardeşimin korucusu mu?” der ve bilmediğini iddia eder. Tanrı ilk cinayetin ve ardından söylenen yalanın karşısında çok hiddetlenir. Kabil’i ceza olarak hemen oracıkta işaretler. Kimilerine göre bu işaret Kabil’in kafasından çıkan boynuzlardır, kimilerine göre ise zenci ırk böyle yaratılmıştır (bu kimilerinin bunu ırkçılığa mazaret olarak kullandığını söylemeye gerek olmadığını sanıyorum?). İşaret her neyse, Kabil’i efektif olarak ölümsüz kılmaktadır, zira Tanrı onun erken bir şekilde, cezasını çekmeden ölmesini istemez. Seneler içerisinde işareti görenler, Kabil’i öldürmekten imtina etmişlerdir.
Fakat Kabil’in tek cezası bu değildir. Habil’in kanıyla ıslattığı topraktan bir daha mahsul alamamakla cezalandırılır. Sonsuza dek gezgin ve sürgün kalmaya hapsedilen Kabil, bu yüzden ekin ekemez, ürün biçemez. Gittiği yerlerde bu sebepten şehirler inşa eder. Söylenene göre bugün hâlâ ölmemiştir ve dünyayı suratındaki (ya da kimilerine göre kolundaki) iz ile dolaşmaya devam eder.
Habil ve Kabil’in hikayesinin kıssadan hissesi, kıskançlığa sebep olan dürtülerin kontrol altına alınmasıdır. Fakat sinemaya aktardığınızda Jose Saramago’nun izinden gidip, Kabil’in Tanrı ile ilişkisi üzerinden insan-Tanrı arasından çıkarımlar yapan bir film çekebilirsiniz. Özellikle Kabil’in ölümsüz bir şekilde Dünya’yı dolaşması fikri, benim kulağıma belki sinema olmasa da, çok muhteşem bir dizi olacak bir şey gibi geliyor. Hatta fikrimi değiştirdim, çok sağlam bir oyun serisi dahi çıkar bundan. Biri yapsın hakikaten bak…