Animasyon denince ne gibi hislere kapılıyorsunuz, ne düşüncelerle cebelleşiyorsunuz emin değilim ama bildiğim bir şey var ki; o da şudur: Her animasyonun kuşun eti yenmez. Bugün vardığım bu karar sonrası, artık her animasyonu çok ciddiye alıyor oluşumun bile hata olup olmadığını sorgulamaya başladığımı söyleyebilirim. Stüdyoların bile aralarında kalite yarışına girdiği bu sektörün, kendi içinde yaşadığı ve yaşattığı dengesiz duygusal değişimlerinden hallice olacak yazımızın, küçük çaplı bir yerme olacağını da peşinen söyleyelim. Eğer hazırsanız, tozlu çocukluk anılarımızda kalan ama kendini geliştirmeyi başaramayan bir animasyonu konuşmaya başlayalım artık: Kayıp Balık Dory.
Öncelikle, size aylar öncesinden -gösterime girmeden- Kayıp Balık Nemo’nun devam filmi olan animasyonumuza neden heyecanlanmanız gerektiğini söyleyen yazımıza yönlendirerek bir giriş yapalım. Zira, yazının sonunda belirttiğimiz tarihte Türkiye’ye gelmemiş olan film, ne yazık ki anca bu hafta sonu gösterime giriyor olacak. Üzücü olduğunu savunmanın yanında, bazı animasyonların -daha doğrusu bazı filmlerin- Türkiye’de neden bu kadar geç tarihlerde gösterime giriyor oluşunu da anlamadığımı belirtmek isterim. Büyük yankı uyandıracak filmlerin ve onları yapan şirketlerin kendilerince mutlaka geçerli sebepleri vardır diye düşünüyorum ama animasyon yahu… Neden yani?
Şu vizyona geç girme muhabbeti ne kadar etkili bu konuda bilmiyorum ama Dory’nin filmi için belki bir tık daha beklentiye girmeme neden oldu diyebilirim. Gerçi bu film için beklentimin bir hayli fazla olduğunu, hatta Pixar’ın yaptığı onca iş sonrası bu filmin altından bir hayli başarıyla kalkabileceğini falan düşünmüştüm ama sanırım biraz fazla heyecanlı davranmışım. Çocukluğumdan kalan bu sevimli filmin tam on üç yıl sonra gelen devam filmine gidiyor olmak, başta bana çok adrenalin kaynağı bir durum olmuştu. Eski günleri yad etmek için açılan fotoğraf albümlerine bakıp bakıp komik anlarınıza göz attığınızda oluşan o tatlı hissin, yeniden kalbinizde vuku bulduğunu hayal edin. Ama bu sefer sizi güldürebilecek ve hatta “Keşke o günlere tekrar dönebilsek.” dedirtecek hatıraların kaynağının bir film olduğunu düşünün, fotoğraflar değil. İşte öyle bir hisle girmiştim sinema salonuna, neşe ve tatlı düşüncelerle dolu bir şekilde.
Ama gel gelelim film bu kadar yükselen beklentimi karşılayamadı ne yazık ki. On üç yıl önce hitap ettiği çocuk kitlesinin büyümüş olmasını kavrayamamış bir şirket görünümüne bürünen Pixar, bu sefer bende yeteri kadar mutluluk yaratamadı. 2000’lerin başında çocuk olup da şimdi koca koca adam olmuş kişiler adına duyduğum bu üzüntüyü sizlerle paylaşmak için buradayım ben de. Yani düşünsenize, bir animasyon çekiyorsunuz, hatta yapımınız Oscar bile kazanıyor, on üç yıl sonrasında da bir devam filmi yapıyorsunuz ama ona hayran kitlenin beklentilerini karşılamada sınıfta kalıyorsunuz. Oldu mu bu şimdi? Oldu mu Pixar? Neden bu güzel çocukları üzdün?
Kayıp Balık Dory, hitap kitlesine yetememekten sınıfta kaldı dedik, ona tamamsak diğer hangi konularda da çuvalladı öğrenmeye hazır mıyız? *Asla gelmeyecek bir yanıt için bir süre bekler* O halde başlıyorum hepsini tek tek saymaya, hiçbirini içimde tutmaya niyetim yok vallahi.
Öncelikle Dory’nin unutkan bir balık olduğunu hepimiz biliyoruz değil mi? Yani tam anlamıyla unutkan demeyelim, kısa süreli hafıza problemi yaşayan bir balık kendisi. -Bunu da filmde belki de onlarca kez duyduğumuzu eklemeden geçmeyeceğim, zira artık bilinçaltıma yerleşti bu konu, hem de feci şekilde.- Bu sorunuyla, Kayıp Balık Nemo filmi boyunca zaten cebelleşen Dory, kendi animasyonunda bununla daha da fazla savaşıyor. Yapılan flashbackler olsun, her türlü geçmişe dönük sahnenin de, Dory’nin sahip olduğu bu problemin aslında bir engel olmadığı, sadece kendine güvenmesi gerektiği gibi bir mesaj taşıyordu diyebilirim. Klasik animasyon şirketlerinin mesaj verme taktiği: Farklı olmaktan korkma. Bunu zaten Nemo’da tatmıştık, aynı kaşıktan bir daha bal yedirmeye çalıştılar bize. Peki biz bunu yedik mi? Eh işte.
Filmin ana kahramanı olan Dory’nin bu unutkanlığı üzerinden yaşanan sorun, belki de filmin en önemli eksiklerinden biriydi. Ortada hiçbir neden yokken, bir anda geçmişe gidip aslında anne ve babasını araması gerektiğini hatırlayan Dory için oluşturulan hikayedeki en büyük problem buydu. Filmden çıktığımdan beri bunu düşünüyorum ama hala net bir detay hatırlayamıyorum: Dory’nin bir anda hatırlamasını sağlayan şey neydi? Direkt ilahisel bir güç gelip de jetonunun düşmesini falan mı sağladı? Problem Dory’nin unutkanlığı değildi aslında, problem Pixar’ın hikayedeki gösterdiği kuvvetsizlikti. Kiminiz bunu bir sorun olarak görmeyebilir tabii, ona her zaman saygı duyarım, fakat benim için bu durum kesinlikle çok farklı. Hiçbir animasyona “çocuk filmi” demediğim gibi her birini ayrı ayrı ciddilikte değerlendirmeye çalışırım. Zira animasyonlar ne sadece çocuklar içindir ne de ciddiyetsiz öylesine yapılmış filmlerdir. Bir amaçları olduğu gibi hikayelerindeki doluluklarıyla da ön plana çıkmalılar. E peki Dory bunu neden başaramadı? Neden hikayenin ana noktasında koca bir delik bıraktı? O konuda hiçbir fikrim yok ama yazık olmuş kesinlikle. Kafasına saksı bile düşmeden aniden bir şeyler hatırlayan balığımızın hikayesini sağlam temellere dayandırmalılardı, yazık.
Animasyon boyunca beni hüsrana uğratan bir diğer sorun ise Dory’nin kişiliğiydi. Kayıp Balık Nemo boyunca bizi güldüren ve aslında komik olmasa da bir şekilde neşemize neşe katan unutkan balığımızın, bütün film boyunca sadece bu olayı birkaç kez yapıyor oluşu, bence kötü bir detaydı. Güldürücü olma sorumluluğunu diğer karakterlere yüklemek elbette şık bir hareket olabilir ama ana karakterinizin aslında o kadar da havalı olmadığını ya da depresif bir balık gibi dolaştığını görmek, biraz çocukluk anılarınıza tokat atıyor gibi oluyor. Sizi bilmem ama bana öyle oldu. Dory’nin animasyon boyunca şirin ve tatlı anları yok muydu peki? Elbette vardı, ki durumların çoğunu kurtaran da bu detaylardı diyebilirim. Ama ne yazık ki, fragmanı izlediğimde duyduğum heyecan, fragmanla sınırlı kaldı. Neredeyse bütün komik dakikaların küçücük bir fragmana sığdığı koca bir animasyonda baş karakterin, beklentimi karşılayamaması beni derinden yaraladı.
E tüm bunlara bir de ek olarak filmin aslında başaramadığı ama yapsa aslında şahane olacağı bir detay var: Verdiği mesaj. İki filmde de farklı olmanın aslında kötü olmadığı ya da sahip olduğumuz sorunların (eksikliklerin) aslında o kadar da fena bir şey olmayıp kendimize güvenmemiz gerektiği gibi mesajlar görülebilir yüzeydeydi. Fakat üzerinde çok durmadan sadece birkaç saniye gösterip sonra boş verilen bir mesaj daha mevcuttu filmde: Çevre kirliliği. Bu konunun üzerinde daha fazla durulsaydı, kesinlikle film daha iyi bir yerde olabilirdi bana kalırsa. Empoze edilmesi gereken böylesine önemli bir düşüncenin sadece birkaç saniyelik sahnede gösterilmesi ve daha sonra unutulup gidilmesi kötü olmuştu. Madem seni izleyen güruhun büyüdüğünü kabullenmeyip yine çocuk filmi yaparcasına detayları katlettin, e bari çocuklar bilinçlensin diye bu mesajı da yedireydin ya filme bir güzel? Neden Pixar neden?
Şimdi bunca yermeye, gömmeye rağmen elbette size izlenebilir ne tür yanları var onları anlatacağım. Kayıp Balık Dory, birkaç konuda geçmişimde güzel hatırladığım bir animasyonun devam filmi olma bayrağını tam anlamıyla taşıyamamış olsa da, yine de keyif alabileceğiniz birçok yön var. Öncelikle size şu kadarını söyleyebilirim ki, yan karakterler filmin en güzel yanlarından biriydi. Pixar’ın sadece bu seferki küçük hikaye çuvallamasını görmezden gelirsek, genel olarak yaptığı en iyi işlerden biri olan karakter yaratmanın hakkını burada da verdiğini görebiliyoruz. Kendinizden bir parça bulabileceğini foklar mı dersiniz, biri kör biri de küçük kompleksli balinalar mı, yoksa tuhaf sesler çıkartmanızı bekleyen ve sizinle ancak o zaman bir şekilde bir bütün olan tuhaf kuşlar mı… Aşina olduğumuz karakterlerin ilk üçü zaten Nemo, Marlin ve Dory’ydi, ancak önceki filmden hatırlayabileceğimiz kafası güzel gibi yüzen deniz kaplumbağaları da mevcuttu yine. Onca dakika filmin gıcıklık yapma rolünü üstlenen ama sonunda iyi biri olmaya evrilen bir ahtapotumuz bile vardı, daha ne olsun? Her karakter kendi çapında bakıldığında tatlı ve makul bir şekilde hikayede yer alıyordu ve filme kattıkları dinamikler oldukça hoştu. Bir animasyon olarak karakterizasyon görevini başarıyla tamamlamıştı film. Bu konuda Dory’yi biraz hariç tutuyorum, çünkü bir devam filminde yer alan ve daha önceden tanıdığımız bir karakterin aslında hiç de öyle olmadığını görmek, bana kalırsa bir bakıma karaktere atılan tokat gibi geliyor. Üzgünüm Pixar, benim hatırladığım Dory bu değildi.
İzlemesinin keyifli olan diğer yönlerini saydığımda genel olarak çok ayrıntılı detaylar olmayacak ama yine de söyleyeyim: Çizimler kalitesini koruyup ve hatta bir tık daha yükselterek gittiğinden, oldukça güzeldi diyebilirim. Göz yormadı, baş ağrıtmadı. Aksine su altında geçen bir yaşamı daha dingin renklerle verebilirler miydi, bilmiyorum. Bunun dışında bir de yapılan esprileri katabilirim sanırım. Sayıca az olsa da güldüren dakikalar ve yapılan espriler gayet şirindi. Gerçi bu konuda diğer filmlere nazaran biraz geride kalmış Dory, zira birçok espriyi Türkçe’ye çevireceğiz diye replikleri biraz yemiş çevirmen kadro. Küçüklükten beri onlardan biri olma hayaliyle büyümüş biri olarak çevirmenlere saygım elbette sonsuz fakat iş film sektörüne gelince, sırf senkronu tutturabilmek adına yapılan bazı çeviriler biraz moral bozuyor. Mesela filmde geçen “octopus-septapus” esprisinin Türkçe’ye “ahtapot-astapot” şeklinde çevrilirken bir amacı olup olmadığını fazlasıyla merak ettiğimi belirtmek isterim. Ahtapotların sekiz kolu olmasından dolayı oluşan “octopus” kelimesinin yabancı kökenli “sekiz” kelimesinden türediğini bildiğimizden ve “septapus” için de yedi kol esprisinin gayet iyi olduğunu düşündüğümüzden, Türkçe’deki karşılıklarında da aynı şekilde bir niyet aradığımızı söyleyeyim. Her zaman tam çeviri yapılmayabilir ama sadece merak; eğer filmi izlediğiniz vakit bu “astapot” olayına mantıklı bir açıklama getirebilecek olanınız varsa, seve seve dinlemeye hazırım.
Kısa bir toparlamayla özet geçmek gerekirse Kayıp Balık Dory benim için yeteri kadar tatlı ama bir o kadar da izleyici kitlesinin büyüdüğünü kabullenemeyen bir filmdi. Üzgünüm ama bunu demekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim sanırım. Pixar’ın bu denli yarattığı heyecanın küçük bir kısmının kursağımda kalması elbette ki hoşuma gitmedi. Belki “AMAN TANRIM KESİN GÖRMELİYİM!” tarzında bir film değildi Dory ama kardeş, yeğen, kuzen ve benzeri bilimum tanıdıklarınızla gidebileceğiniz çerez niyetine izlemelik tatlı bir filmdi. Bir çocuk bu filmi izlediğinde çok fazla eleştirel yaklaşmadığından oldukça zevk alacak olabilir ama belli bir yaşa gelen kitlenin kafasında kalan cevapsız sorular olacağından eminim bir şekilde.
Bunca eleştiriye rağmen yine de umutlarımı suya düşürmeyeceğim ve her animasyonun bir çocuk filmi olmadığını savunmaya devam edeceğim; elbette her birini yine fazlasıyla ciddiye alıp kendince değerlendirmeye devam ederek. Bu konuda sizlerin de görüş belirtmenizi bekliyoruz elbette. Filme dair beklentileriniz nelerdi, bu yazıdan sonra izlemeye gider misiniz, izlediğinizdeki görüşleriniz… Hepsini merak ediyoruz, bizi yorumsuz bırakmayın, e mi? Animasyon bu hafta 2 Eylül Cuma günü vizyona giriyor, hatırlatalım. İzleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler, beklentiniz benim kadar aşırı yüksek olmazsa, filmden çok da memnun ayrılmanız muhtemel.
Animasyonu sevin, denizleri kirletmeyin, hayvanları koruyun, geek kalın!
Not: Fikirlerine ortak olduğum Geekyapar ekibinin gözlerinden öperim.
1 Comment
Zaten bu film çocuk ruhlu yetişkinler için yapılmış, öyle her yetişkine hitap etmez ve her yetişkinde anlayamaz zaten pixarın’da aslında eski ruhundan bir şey kaybetmediğini ya da hata yapmadığını düşünüyorum çünkü farklılıklardan bahseden bir filmi herkesin anlamasını en azından özünü kavramasını bekleyemezsiniz. Yani kısaca yorumlamanız çok sığ olmuş sevgili editör en azından ana karakterin içsel dönüşümü konusunda pek başarılı olamamış sanki neyse çok önemli değil sonuçta bir yazı ben sadece bu yazıyla ilgili fikrimi belirtmek istedim diğer yazılarınızı okumadım pek bir bilgim yok başarılar dilerim.