The Spoils of War bölümüyle bizi aksiyona doyuran Game of Thrones, sezonun sondan üçüncü bölümü olan Eastwatch’u daha sakin sahnelerden oluşturmaya karar vermiş. Bu bölümde kılıçlar kendini kınlarında, ejderhalar alevlerini gırtlaklarında tutarken; çok özlediğimiz sözlü atışmalar kendine meydan bulmuş. Hani bölüme sakin diyoruz ancak bazı diyaloglara kulak verildiğinde, o diyaloglar sayesinde beş savaş sahnesinin veremeyeceği heyecanı veren bazı detaylar, göndermeler duyuyoruz. Benim sevdiğim, hayran olduğum Game of Thrones da böyle olmalı zaten. Aksiyonlu bölümlere kadar bizi diyaloglarla oyalayan değil, diyaloglarla aksiyonu pişiren bir dizi olmalı. Eğer yazılı incelemelere hâlâ rağbet gösteren pek muhterem ekiptenseniz, beni takip edin!
Bu sefer bir değişiklik yapalım, incelemeye bölümün ilk sahnesiyle değil de introyla başlayalım. 7 yıldır müziği ve konsepti aynı kalan Game of Thrones jeneriğinin en önemli özelliği bir rehber görevi görmesi. Dizinin kafa karıştırıcı coğrafyasında kaybolmamamız için jenerik bizlere izleyeceğimiz bölümün geçeceği mekanları gösteriyor. Winterfell’in el değiştirdiği zamanlardaki görünümü, Meereen’in yıkılan heykeli gibi detaylarla dizinin jeneriği; meşhur müzik de hesaba katılınca izlemesi en keyifli dizi jeneriği ünvanını hak ediyor. Eastwatch (Doğu Gözcüsü) bölümünün jeneriğinde de bölümün adıyla müsemma, Sur’un kullanım halinde olan 3 kaleden birini, bütün kalelerin en doğusundaki Doğu Gözcüsü‘nü gördük. Açıkçası Gözcü, kitaplardaki haşmetine uygun tasvir edilmemişti. Normalde Gözcü’nün hem Sur’un kuzeyini hem de neredeyse Dar Deniz’in karşısını görecek kadar stratejik biçimde konuşlandırılmış olması gerekiyordu. Fakat jenerikteki tasvir, Sur’a bitişik olmayan parçalar dışında Kara Kale’den çok da farklı olmamış. Casterly Kayası tasvirinin rezaletinden sonra Doğu Gözcüsü pek önemli bir detay gibi gelmiyor tabi insana. Ama Gece Kalesi’nden sonra Sur’daki kalelerden ikinci favorimin bu meşhur jenerikte daha güzel tasvir edilmesini umuyordum. Eğer kitapları okumuşsanız ve Gözcü’yle ilgili hikayelere aşinaysanız eminim siz de öyle umuyordunuz.
Bölümün başlangıcının önüne Doğu Gözcüsü muhabbeti sıkıştırmamın bir sebebi de başlangıçtan pek söz etmek istememem. Çünkü çok sevdiğim bu bölümün çok can sıkıcı iki saçmalığından biri bu başlangıç. Sen üzerinde onlarca kiloluk zırhla suya düş, dramatik sahne uğruna suyun iyice derinine bat, sonra kendisinin de üzerinde ağır giysiler olan sıska bir adam hem kendini hem seni daha bilincin kapanmamışken kurtarabilsin; hem de düştüğün alanın metrelerce ilerisine taşıyarak! Vallahi bu Jaime’yi kaynanası seviyormuş. Gerçi kaynanası aynı zamanda annesi olduğuna göre, çok da şaşırmamak lazım. Neyse ki Bronn ve Jaime’nin diyaloğu güzeldi de ekrana fizik kanunları kitabı fırlatmadan sakinleşebildim. Bronn’un iki bölümdür sadece kendimi düşünürüm ayağına Jaime’ye akıl vermesi de gözümden kaçmıyor. Dizinin en beklenmedik bromance’i bu iki adam arasında oluşuyor resmen.
Bronn ve Jaime’nin mucizevi kurtuluşunun hemen ardından nehrin öbür ucuna geçtik. Tyrion’ın savaş alanında endişeyle yürüyüşünün sonrasında Daenery’in acımasız bir konuşma, akabininde daha acımasız bir cezalandırma yaptığını gördük. Bu sahnelerin hizmet ettiği şey Daenerys’in bir gün kötü bir hükümdara dönüşeceği ve serinin son kötüsü olacağı teorisini alevlendirmek. Konu Daenerys’i sevmek olduğunda Game of Thrones izleyicileri hiçbir hanedan çekişmesinde bölünmediği kadar taraflara bölünüyor. Yazıları takip ediyorsanız anlamışsınızdır ki ben de Daenerys’in bulunduğu konumu katiyen hak etmediğini düşünen taraftanım. Kitapları da yorumuma katacak olursam Zincirkıran’ın bir gün kötü karaktere dönüşmesini herkesten çok ben istiyor olabilirim. Kitaplar kapsamında buna ihtimal de veriyorum. Ama dizide bu topa girileceğini hiç mi hiç sanmıyorum. Son sekiz bölümde daha çözülmemiş bir Cersei sorunu ve başlamamış bir Akgezen savaşı varken, Daenerys üzerine oynamaya hiç vakit yok. Peter Dinklage’in muhteşem oynadığı endişeli Tyrion ve Emilia Clarke’ın en azından elinden geldiği kadar oynadığı acımasız Daenerys görüntüleri, sadece diziyi tekdüze bulmaya başlayan takipçileri zinde tutmak için oynanan bir oyun.
Bir de bu oyuna alet olan Tarly’ler var. Randyll Tarly’nin öleceği hatta tam olarak bu tip bir diyalog ardından rahmete kavuşacağını tahmin ediyordum. Neticede artık ileride ayak bağı olabilecek güç merkezlerini temizlemek durumunda dizi. Martell’lerin ve Tyrell’lerin tek kalemde harcanması da hep bu yüzdendi zaten. Ancak Dickon’un da gidici olduğunu düşünememiştim. Önceki bölümde karakter üzerinde sempati oluşturulmasının sebebini Dickon’ın hakkaniyetli bir lord olarak Tarly hikayesini bitireceğini düşünmüştüm. Anlaşılan oluşturulan sempatinin sebebi karakter ölümlerine üzülelim diyeymiş. Tarly hanesinin hikayesi için de belli ki başka planlar varmış. Buna sonra döneceğiz.
Gelelim ne kadar mizahşör bir memlekette yaşadığımızı kanıtlayan Jon ve Drogon karşılaşmasına. Bu karşılaşma üzerinden dönen “dayıoğlu” geyiğinin üzerine sanmıyorum ki herhangi bi ülkede Game of Thrones üzerinden daha komik bir geyik döndürülebilsin. Ülkece acımız bol ama bizden fazla eğleneni de yok vesselam. Gezi’deki Winter is Coming duvar yazılarından sonra bu iki oldu, bak sayıyorum.
Şaka bir yana Drogon ve Jon gerçekten de sokakta karşılaşan iki akraba rahatlığında davrandılar birbirlerine. Bu rahatlığı Jon’un Targaryen olduğuna kesin bir kanıt olarak yorumlayan çok oldu. Fakat ejderhalar karşılarında Targaryen görünce ille de kedi moduna geçecek diye bir şey yok. Westeros tarihi, durumun böyle olduğunu sanıp küle dönen Targaryen’lerle dolu. Drogon’un uysallığı daha çok annesinin Jon’a duyduğu güven ve aşkı sezmesinden olabilir. Aşk dememe şaşırmış olanlar çıkacaktır ama bu bölümden sonra şaşırılacak bir durum değil bu. Özellikle Jon’un Drogon’la anlaşabildiğini gördükten sonra Dany, Jon’a iç çamaşırını değiştirmesi gereken gözlerle baktı bölüm boyu. Bu sezonun bir noktasında Jon reddetmediği sürece ikiliyi aynı yatakta görme ihtimalimiz yüksek. Yaşasın fan servis tanrıları(!)
Bir friendzone ihtimalinin daha kokusunu alan Jorah hiç gecikmeden damladı ortama. Damladığı gibi de Khaleesi’sini üçüncü kez uzun saçlı, kaslı bir adama kaptırdığını fark etti. Fakat bu sefer hiç istifini bozmadı, derbeder olmadı. Paşa gibi kabul etti durumu ve sevdiği kadına hizmet etmeye devam etti Lord Friendzone. Arada dalga geçiyoruz ama benim bu adamın aşkına büyük saygım var. Sevdiği kadın için Sur’un ardına gitmeyi kabul etmek en az dağ delmek kadar destansı bir romantizm bence.
Gece Kralı’nın nelere kadir olduğunu dev merak ettiren karga dağıtmalı sahneden sonra Bran’den giden mesajın Hisar’da yarattığı etkiyi gördük, daha doğrusu yaratamadığı etkiyi. Üstatların mistik şeylere asla inanmayan, Targaryen’lerden nefret eden dedebeyler olduğunu zaten biliyorduk. Yani bu Akgezenler meselesini tutup bir Targaryen komplosu olarak yorumlamaları şaşırtıcı değil. Ama bunu emekli kahvesi gibi bir ortamda ve oralet içen amca ciddiyetinde yapmaları gerçekten şaşırtıcıydı. Bana sorarsanız fazla küçümser bir tasvir olmuş. Sonuçta üstatlar her ne kadar fitne fesata meraklı tipler olsalar da Hisar’dan Aemon, Luwin gibi insanlar da çıkmış.
Bütün laubali tavırlarına karşın üstatların pis geyik muhabbetlerinden çok önemli bir bilgiye köprü kuruldu: Üstatların alaya alarak bahsettikleri Jenny of Oldstones aslında serinin kaderini belirleyen şeylerden birini ortaya çıkaran insanlardan. Ormanın Çocukları’nın hala hayatta olduğunu, bazı koruluklarda gizlice yaşadıklarını iddia eden Jenny iddiasından da belli olduğu gibi mistik olaylara meraklı bir kadın. Duncan Targaryen ile evli olan Jenny, zamanında Kızıl Kale’ye bir cadı getirir. Cadı Kral Aerys’i gördükten sonra vadedilen prensin/prensesin bu soydan geleceği kehanetinde bulunur. Bu kehanet Rhaegar’ın oğlu Jon’un veya Daenerys’in vadedilen kişi, bildiğimiz adıyla Azor Ahai olma ihtimalini kuvvetlendiren bir kehanet. Rhaegar’ın kehaneti duyup “Ejderhanın üç başı olmalı.”diyerek üç çocuk yapmaya çalışma sebebi de bu kehanet. Ancak Rhaegar’ın meşru olduğu bilinen yalnızca iki çocuğu var. Jon çocuğuysa bile evlilik dışı olduğundan hala bir piç. Yoksa öyle değil mi?
Sanıyoruz ki değil. İşte tam burada Sam’in köylü sevdalısı Gilly devreye giriyor. Sam üstatlara kızmış halde çılgın atarken Gilly laf olsun diye çok ilginç bir konu açıyor: Westeros’un medeni kanunu. Gilly boşanma kavramını algılamaya çalışırken Üstat Maynard’ın, Rhaegar Targaryen’in karısından ayrıldığı ve gizli bir törenle başkasıyla evlendiğine dair bir kaydını okuyor. Sam bunları hiç dinlemiyor fakat Gilly resmen Jon’un piç bir çocuk olmadığının kanıtını buluyor. İlk kez öğreniyoruz ki Rhaegar, Lyanna ile bir şekilde evlenebilmiş ve bu sayede ejderhanın üçüncü başı olacak çocuğunu meşrulaştırmış. Yani şu saatten sonra Jon’un bir Targaryen olduğu ve tahtta hak talep edecek kadar meşru olduğu net, kesin, serin bir şekilde ortada.
Sinirinden bu büyük olayı fark edemeyen Sam nihayetinde isyan bayraklarını asıp değerli bazı kitapları çalarak Hisar’dan kaçıyor. Sam’in bundan sonraki macerası hakkında tahminim; önce Jon’un soyunu kanıtlarla ortaya çıkarır, sonra da sahipsiz kalan hanesine lord olarak Westeros’ta resmi bir konum kazanır. Böylece hem Tarly hanesi yok olmaktan kurtulur hem de Kuzey’deki Kral’a biat edecek ilk güney hanesi kendini gösterir.
Bran’in görülerinin yankı uyandırdığı bir diğer yer de Ejderha Kayası oldu. Meclis toplanmadan önce Tyion ve Varys arasında geçen muhteşem bir diyaloğa tanık olduk. Bu ikili artık dizinin en kalite kokan diyaloglarına ve oyunculuk performanslarına imza atıyorlar. Meclis toplantısının başındaysa Jon’un durumu içler acısıydı. Şöyle bir mektupla karşılaştığınızı düşünsenize: “Binlerce kişilik bir ölü ordusu diyarı bastı basacak. Ha bir de öldüğünü sandığın kardeşlerin hayatta. Hatta biri bize ölüleri haber veren bir kahin oldu.” Ben oracıkta koyverir Yaz Adaları’na hayatımı yaşamaya giderdim herhalde. Fakat Jon durumu hızlı kabullendi ve Dany’nin aşık bakışlarına karşı koyup resti çekerek Kuzey’e döneceğini ilan etti. O an Dany’nin yaşadığı telaşta gördük ki Emilia Clarke’ın mimikleri varmış. Fakat bu özelliğini fan servis bir romantizme saklamasaymış iyiymiş.
Bölümün ikinci saçmalığı da Jon’un restinden sonra sunuldu zaten, hem de en aklı selim olması beklenen Tyrion tarafından. Gidip canlı dönmesi bile imkansıza yakın Sur ötesinden bir Akgezen veya wight getirme fikri nedir Yediler aşkına? Hem de bu görev için elindeki üç ejderhayı değil de etten kemikten insan evlatlarını yollamak… Ben inanıyorum ki halkı ya da Cersei’yi ikna etmenin daha kolay ve ölüm garantisiz yolları vardır. Hani kimse de sorgulamadı Tyrion’ın fikrini. Vallahi pes! Bu plan dizinin en eğlenceli ekibini bir araya toplamasa bu sefer de olasılık kitabı vuracaktım ekrana.
Planın ilk aşamasını gerçekleştirmek için Tyrion’ın Kızıl Kale’ye gitmesi, Cüce sezonlar sonra Jaime’yle konuşacağı için heyecanlanmama sebebiyet vermişti. Fakat ikilinin karşılaşması bayat ekmek kuruluğundaydı. Bunun yerine Davos cephesinden bir süprizle karşılaştık ve karşımızda Gendry’i bulduk. Hala kürek çekmekte olduğunu sandığımız delikanlı bütün o ağırbaşlılığını kaybetmiş deli dolu bir sinir küpüne dönüşmüş. Aslında tam babasının oğlu bir portre. İki piçin, Gendry ve Jon’un arasında geçen muhabbet de tam bir Robert ve Ned hissi yaratıyordu insanda. Eğer deli dolu Gendry’i Sur’un ötesindeki görevde ya da büyük savaşta kaybetmezsek her şey bittiğinde kendisini meşru Baratheon ilan edilmiş halde Fırtına Burnu’nda görebiliriz. Başka aksiyonlara atlamadan önce bir de Davos’a dizinin en kasvetli insanlarından birinden, en eğlenceli insana dönüşebildiği ve bu dönüşümü çok doğal gösterdiği için teşekkür etmeliyiz.
Tyrion’ın Kızıl Kale’ye nasıl da kolay sızıp çıktığını düşünürken Cersei’nin her şeyi kolaylaştırdığını öğrendik. Bana sorarsanız bu Cersei için imkansız bir hareket. Küçük kardeşinin kendini boğazlayarak öldüreceği kehanetine derinden inanırken Tyrion’ı sağ bırakması biraz mantık dışı. Fakat senaristler bunu Cersei’nin pragmatist oluşuna bağlayarak geçitirmeyi tercih etmişler. Bir de hamilelik iddiası var ortada: İddia diyorum çünkü bunun Jaime’yi yumuşatmak için söylenmiş bir yalan olduğuna inanıyorum. Jaime birkaç bölümdür mantığı ve hisleri arasında gidip geliyor. Cersei ise bu ikilemin ağır basan tarafı olmak için sevdiği adamı kandırabilecek bir kadın, gördüğünüz gibi kandırabildi de. Fakat mantık Jaime’yi dürtmeye devam edecektir. Jaime son böyle bir ikileme düştüğünde, sonuçta Kral Katili lakabını kazanmıştı. Artık bu sezonda olmasını beklemesem de nihayetinde ikilemin yine aynı şekilde sonuçlanacağına inanıyorum. Eğer Cersei yalan söylemiyorsa bile o çocuğun doğacağı fikrini kapılmayın. Çünkü kehanete göre Cersei’nin yalnızca üç çocuğu doğacak ve hepsi can verecek.
Kızıl Kale’de Ejderha Kraliçesi’ne, Ejderha Kayası’nda ölüler ordusuna kafa yorulurken Winterfell’de en büyük tehlike arz eden kişi Littlefinger. Lord Baelish’i tekrar aksiyonda görmek güzeldi. Yaptığı oyun seyirciler için uzaktan kokusu alınacak cinstendi ama önemli olan bu yemi Arya’nın yutmuş olması. Eğer hatırlayamadıysanız Arya’nın bulduğu not Sansa’nın ikinci sezonda zorla yazıldığı bir not. Notta Sansa abisi Robb’a; babasının bir hain olduğunu, derhal İyi Kral Joffrey’e diz çekmesi gerektiğini, Lannister’ların onlara iyi bakacağını söylüyor. Burada Littlefinger yapmaya çalıştığı Arya’yla Sansa’yı birbirine düşürmek. Bu işe yarayacak bir plan olabilirdi fakat bu sezon entrikaların kader değiştirdiği birinci sezon değil. Bu bir yana Arya ve Sansa arasında önceden yaşanan anlamsız gerginlik de Littlefinger’ın planının başarısız olacağını hissettiren bir senarist hatası. Geekyapar’dan size iddia tüyosu, Littlefinger kendi entrikasının üzerine düşecek ve sezon sonunu görmeden ölecek.
Son bakacağımız yer ise yazının başında uzunca bahsettiğimiz Doğu Gözcüsü. Fakat burada olanlara diyecek çok bir şeyimiz yok. Hemen hemen hepimiz aynı fikirdeyiz zaten: Birbirleriyle inanılmaz saçma yerlerden alakaları olan 7 adam çok saçma bir görev uğruna canlarını tehlikeye atıyor ve bu nasılsa inanılmaz havalı gözüküyor. Bir araya gelmesini çok istediğimi, bir araya gelene kadar fark etmediğim bu ekip bir şekilde bütün Dream Team, Suicide Squad, Magnificent Seven benzetmelerine yakışıyor. Zaten sonraki bölüm sadece bu ekibe yoğunlaşmış olacağız. Bu yüzden haddinden fazla uzayan bu incelemeye bir nokta koyuyorum. Adı henüz açıklanmayan, 70 dakikalık 7. sezon 6. bölümde tekrar buluşmak üzere!